“İhsan”, iyilikte bulunmak, bir işi en güzel şekilde layıkıyla yapmak ve Allah’a ihlasla kulluk etmek gibi anlamlara gelir. İslam’ın genel ilkelerinden biri olan ihsan, hayatımızın her alanını kuşatan ahlaki bir kavramdır. Muhsin olan Allah Teâlâ nasıl her şeyi ihsanla, güzelce yaratmışsa (Secde, 32/7) en güzel biçimde yarattığı insandan da (Tin, 95/4) her işte ihsan üzere davranmasını istemektedir. Nitekim ihsan derecesine yükselerek özünü Allah’a teslim eden kimseyi Rabbi katında bir mükâfat beklemektedir. Böyle kimseler için ne korku ne de üzüntü vardır. (Bakara, 2/112) Allah’ın rahmeti onlara çok yakındır. (A’raf, 7/56) Yüce Allah, iyilik eden kulları ile beraber olduğunu, (Nahl, 16/128) onları sevdiğini (Bakara, 2/195; Âl-i İmran, 3/134; Maide, 5/93) ve mükâfatlarını asla zayi etmeyeceğini her daim bildirmektedir. (Tevbe, 9/120; Hud, 11/115)
Kur’ân-ı Kerîm’de farklı türevleriyle çokça zikredilen ihsan kavramının en güzel tanımını Hz. Peygamber yapmıştır. O, “Cibril hadisi” diye meşhur olan rivayette insan suretine bürünerek kendisine gelen Cebrail (as)’in “İman nedir?”, “İslam nedir?” sorularının ardından “İhsan nedir?” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmüyor olsan da O seni görmektedir…” (Buhari, Tefsir, (Lokman) 2) Buna göre ihsan, ihlas ve murakabe yani her an Allah’ın gözetiminde olduğunun bilincinde olma anlamlarını da içermektedir. Hadisin sonunda Allah Rasûlü (sav) “Bu Cibril’dir, insanlara dinlerini öğretmek için geldi” buyurmuştur. Dolayısıyla ihsan, iman ve ameli tamamlayan dinin temel bir unsurudur.
Bu çerçevede Sevgili Peygamberimiz’in “Allah, her işte ihsanı (güzel davranmayı) emretmiştir” sözünün önemi daha da belirginleşmektedir. Çünkü ihsan, müminin yalnızca Allah ile olan ilişkilerini değil, anne babasından başlamak üzere yakın çevresiyle, diğer insanlarla ve hatta canlı-cansız bütün mahlûkatla olan ilişkilerini de kapsayan ve böylece insanı olgunlaştıran, kemale erdiren bir haslettir.
Yüce Allah Nahl suresinin 90. ayetinde kullarına önce adaleti, ardından da ihsanı emretmiştir. İhsan adaletin üstünde bir erdemdir. Çünkü adalet kişinin gerektiği kadarını verip hakkını almasıdır. İhsan ise gerekenden daha fazla verip hakkından daha azını almasıdır. Bu yüzden adaleti gözetmek vacip, ihsanı gözetmek ise mendup (bağlayıcı olmayan) ve isteğe bağlıdır. (Ragıb el-İsfehani, el-Müfredat, s. 400) Bununla birlikte Allah kullarına nasıl ihsanda bulunuyorsa, onlardan da aynı şekilde ihsan üzere davranmalarını beklemektedir.
Rabbimiz kendisine kulluktan sonra anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, arkadaşa, yolcuya ve insanların ellerinin altında bulunanlara ihsanı emretmiştir. (Nisa, 4/36) Bir evliliğin yürütülemeyip boşanmanın gerçekleşmesi hâlinde bile ihsan üzere davranmayı emretmiştir. (Bakara, 2/229) Rabbimiz hikmetle dolu Kitabımızın iyilik yapanlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş ayetlerinde (Lokman, 31/2–3) muhsin kimseleri şöyle nitelendirmiştir: Onlar bollukta da darlıkta da malını Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Çirkin bir iş yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler ve bile bile işledikleri günahta ısrar etmeyenlerdir. (Âl-i İmran, 3/134–135)
Allah Rasûlü (sav) de borç alıp verme hususunda “Sizin en hayırlınız, borcunu ihsan ile (en güzel şekilde) ödeyeninizdir.” (Buhari, İstikraz, 7) buyurmuş, aile içi ilişkiler konusunda erkeklere hanımlarının yeme-içme ve giyinme ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılamalarını tavsiye etmiştir. (Tirmizi, Rada, 11)
“İnsanlar iyilik yaparlarsa biz de iyilik yaparız, zulmederlerse biz de zulmederiz.’ diyen zayıf karakterli kimseler olmayın. Bilakis iyilik yaptıklarında insanlara iyilik yapmayı, kötülük yaptıklarında ise onlara zulmetmemeyi alışkanlık hâline getirin.” (Tirmizi, Birr ve Sıla, 63) buyurarak gerçek iyiliğin karşılık beklemeden sırf Allah rızası için yapılacağını bildirmiştir.
İnsanlarla ihsana dayalı ilişkiler kurmanın gerekliliğini ortaya koyan bu kadar emir ve tavsiyeden sonra “Allah, her işte ihsanı (güzel davranmayı) emretmiştir...” (Müslim, Sayd ve Zebaih, 57) hadisi, ihsanın insan hayatını kuşatan genel bir ilke olduğunu açıkça ifade etmektedir. Buna göre mümin, insanlarla olumlu ya da olumsuz her türlü ilişkisinde, ihsanı gözetmek durumundadır.
Savaş gibi hiç istenmeyen bir durumda bile bu geçerli bir ilkedir. Bu nedenle İslam’da canlılara işkence yasaklandığı gibi ölülere yapılan işkenceyi ifade eden “müsle” de yasaklanmıştır. İhsanı gözetme yükümlülüğü bir halka daha genişletildiğinde insanlara olduğu kadar diğer canlılara da güzel muamele etme sorumluluğu karşımıza çıkmaktadır. Nitekim hadisin devamında bir hayvanı keserken dahi bunun eziyet etmeden güzelce yapılması gerektiği ifade edilmiştir.
İslam’ın genel ilkelerinden birini sunan bu hadise göre ihsan, iman ve ibadeti tamamlayan bir haslet olarak Allah’a kullukta en üstün mertebeyi temsil eder. Bu üstün mertebeye erişen mümin, yaratılışından sahip olduğu güzelliğe uygun davranışlar sergileyerek bizzat kendisi kazanır ve neticede Rabbinin şu müjdesine nail olur: “Güzel iş yapanlara (karşılık olarak) daha güzeli ve bir de fazlası vardır. Onların yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de bir zillet. İşte onlar cennetliklerdir ve orada ebedî kalacaklardır.” (Yunus, 10/26)