İlme Destek Dine Destektir

24 Kasım 2017

Hz. Peygamber’in Hicret’in hemen ardından Medine’de inşa ettiği mescid, dinî ve ilmî faaliyetlerin yanı sıra devletin önemli meselelerinin görüşüldüğü, anlaşmazlıkların karara bağlandığı, ayrıca dışarıdan gelen elçilerin karşılanıp heyetler arası görüşmelerin yapıldığı bir merkez olma hususiyetini de devam ettirmiştir.

Müslümanların ibadet merkezi olan Mescid’in hemen arka kısmına sayıları otuza ulaşan yoksul ve evsizlere kalma yeri inşa edilmişti ki, buraya Suffe adı verilmiştir. Sözlükte “gölgelik” anlamına gelen suffe, Mescid-i Nebevî’nin giriş kısmında Medine’de evleri ve kalabilecek yakınları olmayan bir kısım sahâbînin barınması için yapılan mekânın adı olmuştur. Gerçekten de Hicretin başlamasıyla Medine'de büyük bir nüfus yığılması meydana gelmişti. Allah Rasûlü (sav) Ensâr ile Muhâcirler arasında kardeşlik (muâhât) kurmak suretiyle Mekkeli her bir Muhâciri Medineli bir ailenin yanına yerleştirdi. Evli olan Muhâcirler ge­nellikle sığınabilecek bir yer bulabilirken bekâr, özellikle de kimsesiz ve fakir olan Muhâcirlerin yerleştirilmesi pek mümkün olmuyor, değişik yerlerde barınan kimsesiz Muhâcir­lerin çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak da zor oluyordu. Bu durum onların Suffe gibi merkezî bir yerde toplanması zaruretini doğurmuştur. Burada kalan ve çoğunluğu Muhâcirlerden oluşan topluluğa “Ashâbü’s-Suffe / Ashâb-ı Suffe” veya “Ehlü’s-Suffe / Ehl-i Suffe” denilmiştir. Suffe’de kalanların ihtiyaçları başta Hz. Peygamber olmak üzere diğer Müslümanlar tarafından karşılanmıştır. (Buhârî, İsti’zân 14). Buradan Suffe’nin sosyal bir ihtiyaçtan doğmuş olduğu görülse de burasının aynı zamanda Mescid’in yanı başındaki bir eğitim merkezi misyonunu üstlendiği hususu da unutulmamalıdır. Zira Suffe sadece ihtiyaç sahibi Müslümanların barınması amacıyla yapılmış olsaydı, bunun için Mescid-i Nebevî’nin yanında inşa edilmesi şart değildi; Medine’de uygun olan başka bir yere de bu bina yapılabilirdi. Bu sebeple Suffe’nin eğitim mekânı olma hususiyetinin daha öncelikli olduğu anlaşılır.  

Suffe’de gerek Mekke Muhâcirlerinden, gerekse daha sonra İslâm’ı kabul edip Medine’ye hicret edenlerden yoksul, bekâr ve yakını bulunmayan sahâbîler burada kalmaya başladılar. Ayrıca Ensâr’dan ve Abdullah b. Ömer gibi evleri olan Muhâcirlerden bazılarının ilim öğrenme adına Suffe ehline katıldıkları, onlarla birlikte kaldıkları, dolayısıyla onların da Ashâb-ı Suffe’den sayıldıkları bilinmektedir.( Buhârî, Salât, 58; Nesâî, Mesâcid, 29). Yeni katılanlar veya evlenip ayrılanlar olduğu için ashâb-ı Suffe’nin sayısı sürekli değişiyordu. Kaynaklarda Suffe’nin mekân olarak genişliği tam olarak bildirilmemiş olsa da burada aynı anda yetmiş kişinin kaldığına dair rivayetler vardır. Gidip-gelmelerle birlikte çeşitli zamanlarda kalanların toplam sayısının 400’e ulaştığı ifade edilir. Zira Medine’ye ulaşıp orada bir tanıdığı bulunmayanlar ve Medine’ye gelen heyetler de genellikle Suffe’de ağırlanırdı. Dolayısıyla heyetler çoğaldıkça burada kalanların sayısının da arttığı anlaşılmaktadır. Nitekim bir defasında Temîm kabilesinden seksen kişi Suffe’de ağırlanmıştır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 371).

Suffe’de kalanlar tasnif edildiğinde buranın mensuplarının başında kimsesiz Muhâcirler gelir. Onların en meşhurları ise Abdullah b. Mes'ûd, Bilâl-i Habeşî, Ammâr b. Yâsir, Selmân-ı Fârisî, Suheyb er-Rûmî’dir. Suffe’nin ikinci grup müdavimleri Medine’deki bekâr Müslümanlardır. Onlar Medine'de barınabilecekleri evleri olsa da Hz. Peygamber'den daha fazla istifa­de edebilmek için evinde kalmayıp Suffe'de yatıp kalkarlardı. 

Suffe’de kalanlar tasnif edildiğinde buranın mensuplarının başında kimsesiz Muhâcirler gelir. Onların en meşhurları ise Abdullah b. Mes'ûd, Bilâl-i Habeşî, Ammâr b. Yâsir, Selmân-ı Fârisî, Suheyb er-Rûmî’dir. Ayrıca Mekke dışından hicret ederek Suffe'ye dâhil olan Muhâcirler de vardı ki, bunların ilk akla geleni Yemen'in Devs kabilesinden Medine'ye hicret eden büyük hadis ravisi Ebû Hüreyre’dir. Suffe’nin ikinci grup müdavimleri Medine’deki bekâr Müslümanlardır. Onlar Medine'de barınabilecekleri evleri olsa da Hz. Peygamber'den daha fazla istifa­de edebilmek için evinde kalmayıp Suffe'de yatıp kalkarlardı. Sayıları az olan bu gruba da Abdullah b. Ömer'i örnek vermek mümkündür. Arap kabilelerinden Müslüman olup göç edenler de Suffe’de iskân edilirlerdi. Hz. Peygamber, müşrik kabileler arasında Müslüman olan kimselerin Medine'ye gelip yerleşmesini tavsiye ediyordu. Medine'de tanıdığı olmayan bu Muhâcirler zaruri olarak Suffe'ye yerleşiyorlar, bu arada İslâm'ı daha güzel bir şekilde öğrenme imkânına sahip olu­yorlardı. Yeni Müslüman olanların Medine'ye hicret etmelerini tavsiye etmekle Hz. Peygamber (sav) onların müşrik akrabala­rı tarafından ezilmemesini, İslâm'ı öğrenip daha sonra kabilesine giderek tebliğ etmesini de sağlamıştır.

Geçimlerini sağlayabilecekleri bir işleri olmayan Ehl-i Suffe’nin maişetiyle bizzat ilgilenen Rasûlullah (sav) akşam olunca karınlarını doyurmak için onları birer ikişer ashaba taksim eder, kendisi de evine götürür, yedirip içirdikten sonra istirahat etmeleri için tekrar Suffe'ye gönderirdi. (Buhârî, Menâkıb, 25).

Allah Rasûlü’nün hemen hemen her gece evine misafir kabul ettiği, Suffeli sa­yısı on kişi civarında oluyordu. (Buhârî, Mevâkîıtu's-Salât, 41). Hz. Peygamber bazen Suffe'dekilerin tamamını evine davet eder, onlara ikramlarda bulunurdu. Nitekim Hz. Zeyneb'le (rah) evlendiği zaman Ümmü Süleym'in (rah) gön­derdiği düğün yemeğine, içlerinde Ashâb-ı Suffe'nin da bulundu­ğu 300 kadar sahâbî katılmış, bunlar onar kişilik guruplar halinde yemek yemişti. (Müslim, Nikâh, 94; Tirmizî, Tefsir, 48/34). Uygulama Müslümanların maddî durumu düzelinceye kadar devam etti. Bu süreçte Rasûl-i Ekrem (sav) kendisine getirilen sadakaların tamamını Suffe ehline gönderir, gelen hediyeleri de onlarla paylaşırdı. (Buhârî, Rikâk, 17). Hurmaların hasat zamanı gelince herkes gücüne göre hurma salkımlarını getirir, mescide asar, Ehl-i Suffe karınlarını bunlarla doyururdu. Ashâb-ı Suffe’nin yiyeceği genellikle hurma idi. Nitekim sürekli olarak hurma yedikleri için midelerinin kavrulduğunu söyleyerek şikâyette bulunan bazı Suffelilere Rasûlüllah (sav) bir hutbe irâd ederek şöyle demişti: "Neden bazıları 'hurma karnımızı kavurdu' diyor. Siz bilmiyor musunuz ki, Medinelilerin yiyeceği hurmadır. Onlar yiyeceklerini bizimle, biz de sizinle paylaşıyoruz. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki, iki aydan beri Allah Rasûlü’nün evinde duman tütmedi, yedikleri hurma ve su­dan başka bir şey değil.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 487). Anlaşıldığı kadarıyla Suffeliler her gün düzenli bir şekilde yiyecek bulamıyor, bazen günler boyu aç kaldıkları oluyordu. Bu durumu Medine'deki umûmî şartlar içinde değerlendirmek gerekir. Rasûlullah'ın evinde bazen aylar boyunca ateş yanmadığı, ekmek-yemek pişirilmeyip kuru hurma yendiği düşünülürse, Ashâb-ı Suffe’nin karşılaştığı bu güçlüklerin, umûmî hayatın bir yansıması olduğu görülür. Ehl-i Suffe’nin iaşe konusunda karşılaştığı sıkıntıların bir benzerini, giyinme konusunda da yaşa­dıkları görülür. Nitekim Ebû Hüreyre, Ashâb-ı Suffe’den 70 kişinin, üze­rinde bir ridâ olmayacak kadar çıplak bir vaziyette olduğunu, bunlardan bazılarının sadece bir izâr, bazılarının da boyunlarına bağladıkları ve ayaklarının bir kısmına kadar uzanan bir örtü ile sarındıklarını zikreder. ( Buhârî, Salât, 58).

Ashâb-ı Suffe genelde Müslümanların ihsanıyla geçinirken, onlar arasında fizikî gücü yerinde olanlar, gündüzleri mescide su taşıyarak ve dağdan getirdikleri odunları satarak kendi ihtiyaçlarını temin etmeye çalışır, geceleri de Kur’ân tilâveti ve ilimle meşgul olurlardı. Ashâb-ı Suffe’nin eğitim ve öğretim işleriyle bizzat ilgilenen Rasûl-i Ekrem (sav) Suffe’de muntazam olarak dersler veriyordu. Suffe mensupları Hz. Peygamber’den dinledikleri hadisleri diğer sahâbîlere de naklederek ilmin yayılmasına önemli katkıda bulunmuşlardır. 

Ashâb-ı Suffe genelde Müslümanların ihsanıyla geçinirken, onlar arasında fizikî gücü yerinde olanlar, gündüzleri mescide su taşıyarak ve dağdan getirdikleri odunları satarak kendi ihtiyaçlarını temin etmeye çalışır, geceleri de Kur’ân tilâveti ve ilimle meşgul olurlardı.(Müslim, İmâre, 147).

Ashâb-ı Suffe’nin eğitim ve öğretim işleriyle bizzat ilgilenen Rasûl-i Ekrem (sav) Suffe’de muntazam olarak dersler veriyordu. Ayrıca onlara yazı yazmayı ve Kur’ân okumayı öğretmek üzere Ubâde b. Sâmit gibi hocalar da tayin edilmişti. Ebû Hüreyre, diğer sahâbîlerin neden kendisi kadar hadis rivayet etmediklerini soranlara Muhâcirler çarşıda ticaretle, Ensâr da malları ve mülkleriyle meşgul iken Ehl-i Suffe’den biri olarak Rasûlullah’ın yanından ayrılmadığını, diğer sahâbîlerin bulunmadığı meclislere katılıp onların duymadığı hadisleri duyup ezberlediğini söylemiştir.( Buhârî, Büyû, 1).

Suffe mensupları Hz. Peygamber’den dinledikleri hadisleri diğer sahâbîlere de naklederek ilmin yayılmasına önemli katkıda bulunmuşlardır. Nitekim hadislerdeki birçok sened silsilesinin birinci halkasını Ehl-i Suffe’ye mensup isimlerin teşkil etmesi bunun bir delilidir.

Suffe ehlinin İslâmî ilimlerin gelişmesine doğrudan etkisi olmuştur. Nitekim başta Ebû Hüreyre olmak üzere en çok hadis rivayet eden sahâbîler Ehl-i Suffe’dendir. Onun ardından Ebû Zerr el-Ğıfârî (281 hadis), Huzeyfe b. Yemân (225 hadis), Ammâr b. Yâsir (62 hadis), Selmân-ı Fârisî (60 hadis), Ukbe b. Âmir (55 hadis), Bilâl-i Habeşî (44 hadis) gelirler. İslâm hukuku alanında ortaya çıkan ehl-i hadîs ve ehl-i re’y ekollerinin ilk temsilcileri kabul edilen Abdullah b. Ömer ile Abdullah b. Mes‘ûd benzeri birçok sahâbî de Suffe’den yetişmiştir. Bunun yanında ilk dönem zühd hareketlerinin Ehl-i Suffe ile başladığı, Suffe’nin tasavvufun nüvesini teşkil ettiği kabul edilmektedir. Bazı tabakât müellifleri eserlerinde Ehl-i Suffe’yi geniş bir şekilde tanıtmış, bunlardan Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ adlı eserinde Suffe’de kalan 100 kadar sahâbî hakkında bilgi vermiştir. Bu hususta ayrıca pek çok araştırma da yapılmıştır.