İslam'da İbadet

15 Ocak 2010

 



İbadetler üzerine önemli psikolojik tahliller yapan Gazali’nin belirttiği gibi ibadetlerden maksat, bilinci gündelik, alışılmış, sıradan yaşantıların etkisinden uzaklaştırıp organların da yardımıyla daha üstün bir seviyeye yükseltmek, kalbin sıfatlarını daha iyileriyle değiştirmektir.

Dini bir vecibe olarak yerine getirilen her ibadetin Allah tarafından belirlenmiş bir şekil ve kalıbı vardır. Mü'min Allah'a olan bağlılığını bu form içinde ifade etmek durumundadır. Genel olarak bu kalıp sembolik mahiyette olup ibadetin ayrılmaz bir parçasıdır. İbadetin şekli onun manasının yaşanmasında doğrudan doğruya etkili olmaktadır. Bir ibadeti yerine getirmek yalnızca bir sembolü yerine getirmek değil, bir tür varlık tarzına, insanüstü ve evrensel bir tarza en azından bilkuvve katılmak demektir. İbadet şekli ve anlamıyla, kalıbı ve özüyle bir bütün oluşturmakta olup buna uygun tarzda yerine getirildiği zaman amaçlanan etki ve sonuçlarını gösterir.

İbadetler üzerine önemli psikolojik tahliller yapan Gazali'nin belirttiği gibi ibadetlerden maksat, bilinci gündelik, alışılmış, sıradan yaşantıların etkisinden uzaklaştırıp organların da yardımıyla daha üstün bir seviyeye yükseltmek, kalbin sıfatlarını daha iyileriyle değiştirmektir. Buna göre mesela namazda secde ederken alnın yere konmasında asıl amaç, alın ile yerin bir araya getirilmesi değil, bu sayede kalpte tevazu sıfatının güçlendirilmesidir. Bu amaca hizmet etmeyen, şekil ve anlam bütünlüğü içerisinde yerine getirilmeyen bir ibadet verimsiz, eksik ve özürlüdür. Böyle bir ibadetin Allah tarafından kabul edilmesi de beklenemez. Nitekim "Şu namaz kılanların vay haline ki onlar kıldıkları namazın manasından uzaktırlar" (Maun/4-5) mealindeki ayet de bu hususa işaret eder.

Yine Gazali'ye göre zekâtın gerçek anlamı, yaratılışı bakımından mala düşkün olan insanın mal sevgisini azaltmak suretiyle gerçek sevgi ve bağlanmaya layık olan yüce Allah'a yönelmesini temin etmek, Allah sevgisini gölgeleyen her şeyi içinden atarak tevhidi yaşamak, cimrilikten kurtulup Allah'ın verdiği malın şükrünü eda etmektir. Orucun asıl anlamı ve özü ise belirli bedeni arzulara ara vermek yanında şuuru da dünyevi ilgilerden, Allah dışındaki şeylerden boşaltarak manevi yoğunlaşmanın mümkün olan en üst sınırına ulaşmaktır. Hac ibadeti bir tür geçici ruhbanlıktır; çünkü onun özü ve anlamı, bütün hareket ve davranışlarda her şeyden uzaklaşarak kendini sadece Allah'a adamaktır. Bir tür ahret yolculuğuna, ölüme hazırlanmak, ölüm sonrasında yaşanacak hallerin bu dünyadaki uygulamasını yapmaktır.


Temel bir kural olarak namaz ancak Kur'an'ın Arapça metni okunarak kılınabilir, meal ve tercüme onun yerine geçmeyeceğinden bunlarla namaz kılınmaz.

İbadet Dili

İbadetlerin geçerlilik şartlarının önemli bir bölümü Allah ve Rasulü tarafından belirlenen ve istenen belli davranış biçimleri ve şekil şartlarıdır. İbadetlerle ilgili dini hükümlerin zamanın ve şartların değişmesiyle değişmeyen, yoruma açık olmayan taabbüdi nitelikte hükümler olması da bu nedenledir. Namazın belli safhalarında Kur'an'dan belli ölçüde metinlerin okunması, bunların aslına uygun biçimde Arapça olarak okunmasının gerekmesi, rekâtların, rükû ve secdenin miktarları, oruçta yeme-içme ve cinsel ilişki yasağı, haccın ifasında ihram, vakfe ve tavaf hükümleri böyledir.

Dinin benimsenmesinde ve gereklerinin yerine getirilmesinde anlama, razı olma ve iradi seçim esas olduğundan kelime-i şehadet, zikir, dua ve niyette Arapça telaffuz şart görülmez. Cuma ve bayram namazı hutbelerinde de cemaatin söyleneni anlaması esas olduğundan Kur'an-ı Kerim ile hamdele ve salvele gibi şekilleri sünnetle belirlenen dua ve zikirler dışındaki öğüt ve irşat kısmının Arapçadan başka bir dilde okunması caiz görülmüştür. Buna karşılık ezan ve ona bağlı olarak kamet dinin şiarı ve bir bölgede Müslümanların mevcudiyetinin sembolü olarak görüldüğünden bunların Arapça orijinal şekil ve tertibiyle okunması gerekli görülmüştür.

Kur'an anlaşılmak ve gereği yerine getirilmek için indirildiğinden ve bu yönüyle fert ve toplumlar için bir rahmet ve şifa olduğundan Kur'an kıraatinde mananın anlaşılmasının ayrı bir önemi vardır. Bu sebeple Arapça bilmeyenlerin Kur'an mealini veya tefsirini okuyup onun içeriğine vakıf olması bir ibadet değeri taşır ve Kur'an'ın namaz dışında da Arapça okunması şart koşulmaz. Bununla birlikte bir kimsenin manasını anlamasa bile Kur'an'ın Arapça metnini okuması ve dinlemesi de başlı başına bir ibadet olarak nitelendirilmiş, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaya vesile sayılmıştır.

Kur'an'da namazla ilgili olarak "Ondan (Kur'an'dan) kolayınıza geleni okuyun" (Müzzemmil/20) buyrulduğu gibi hadislerde de kıraatsiz, Fatiha'sız namazın geçerli olmayacağı veya eksik olacağı bildirilmiştir. Fiili sünnet ve gelenek de bu yönde olduğundan bütün fıkıh mezhepleri namazda Kur'an'dan bir parça okumanın (:kıraat) namazın farzlarından sayıldığı konusunda ittifak etmişlerdir.

Temel bir kural olarak namaz ancak Kur'an'ın Arapça metni okunarak kılınabilir, meal ve tercüme onun yerine geçmeyeceğinden bunlarla namaz kılınmaz. Namaz kılacak kimse Fatiha'yı ve Kur'an'dan birkaç ayeti de bilmiyorsa veya bunları telaffuza güç yetiremiyorsa bu bir geçici mazeret hali olup o kimseden kıraat şartı düşer, ancak vakit geçirmeden bunu öğrenir.

İbadet Çeşitleri

Müslümanın Allah'a olan kulluğunun temel ifadeleri olan beş ana göreve İslamın direkleri (erkânı) da denir. Bunların birincisi olan kelime-i şehadet, inancın ikrarı (dile getirilmesi) olup diğer dört zorunlu görev arasında merkezi bir konuma sahiptir. Diğer dördü bir anlamda bu ikrarın hayatımıza olan etkilerinin yansıması gibidir. İnancın ikrarı "Allah'tan başka ilah olmadığını ve Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğunu "tasdik ve buna tanıklık etmek demektir. Bu müslüman olmanın olmazsa olmaz şartıdır.

İslam uygulamasında şehadet bir ayin biçiminde ele alınmaz, fakat bunun yerine şehadet, Allah'ın birliğini ve her şeye gücünün yettiğini sürekli olarak hatırlatan bir ilke olarak müslümanın tüm hayatını kapsar. Çünkü kelime-i şehadet bir müslümanın imanının hülasası ve kimliğinin de bir ifadesidir. Şehadet yeni doğmuş bebeklerin kulaklarına okunur, ölüm döşeğinde yatan bir insan söyleyebileceği kadar bu cümleyi söylemelidir, yanında bulunan insanlar da son nefesine kadar şehadeti ona tekrarlarlar. Şehadet, günde beş defa, inananları ibadete davet eden müezzinler tarafından da tekrarlanır. Şehadet getirmenin dışında, müslüman olmak, az ya da çok şehadetten doğmuş bir inançlar manzumesine, yani imanın temel şartlarına da bağlı olmayı gerektirir. (Bu şartlar önceki bölümlerde detaylı olarak ele alınmıştır.)

İbadetler bedeni ve mali olması itibariyle üç kısımdır:

  • a) Bedeni ibadetler: Namaz, oruç ve Kur'an okumak halis bedeni ibadettir. O yüzden mükelleflerin bu ibadetleri fiilen ve bizzat eda etmedikleri müddetçe maksat hâsıl olmaz.
  • b) Mali ibadetler: Zekât, kurban ve sadaka bu guruba girer. Mazeret bulunsa da bulunmasa da mali ibadetlerde vekâlet caizdir. Zira bunların farz kılınmalarındaki hikmet vekâlet suretiyle de eksiksiz olarak gerçekleşebilir.

 

 

  • •c)      Hem bedeni hem de mali ibadet: Hac böyledir. Kesin bir gereklilik bulunmadıkça bu ibadette vekâlet caiz olmaz. Zira haccın erkânı ekseriyetle taabbüdidir.
    İbadet yükümlüğü neticede yaratana karşı bir kulluk borcu olduğundan ilke olarak ifa edilmesi için baskı yapılmaz.

    İbadetin Dereceleri

    İbadetlerin ifasında önemli bir ilke ibadetin yalnızca Allah için yapılmasıdır. Tevhidin aslını Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmek, yapılan ibadetlerin karşılığını yalnızca Allah'tan beklemek teşkil eder. Genel olarak ibadetler belli davranış biçimlerinden meydana gelir ve bir kısmı sembolik anlam ifade eden bu şekiller ibadetlerin adeta kurucu unsurunu teşkil eder. Bununla birlikte ibadetin özünü kişinin niyeti ve onun her türlü gösterişten uzak olarak içten gelen bir istekle yapılması oluşturur. "İhlâs" denilen bu durum ibadetlerin kabulünde esastır. Hz. Peygamber halis niyet bulunmadan yapılan ibadetlerin içi boş davranışlardan ibaret olduğunu hatırlatmıştır.

    Sufilere göre ibadet ve ubudiyet Allah'ın rızasını kazanmak, O'na yaklaşmak ve O'nun huzurunda olmak için vazgeçilmez bir araçtır. Kişi her şeyi bir yana bırakarak Allah'ın huzurunda, O'nunla birlikte olduğunun bilincine erince amaca uygun şekilde ibadet etmiş olur.

    İbadetlerin ifasında devamlılık esastır. Kur'an'da insanın ölünceye kadar Rabbine kulluk etmesi istenir (Hicr/98-99). Hz. Peygamber de ümmetine dengeli bir dini hayat tavsiye etmiş, devamlı yapılan amelin Allah katında amellerin en hayırlısı olduğunu belirtmiş ve ibadetlerde aşırıya gitmek isteyen bazı sahabeleri uyarmıştır.

    İslam'da bir şeyi severek, benimseyerek, hevesle ve şevkle yapmak asıl olduğundan kolaylık esas alınmıştır. Dini hükümler, ortalama insan dikkate alınarak, umumun uygulayabileceği şekildedir. Fakat bu hükümler, zayıflar ve mazereti olanlar için daha da yumuşatılırken (:ruhsat); kuvvetli ve kabiliyetli olanlar aynı hükümleri miktar olarak daha çok ve daha iyi bir şekilde (:azimet, takva) tatbik etmeye teşvik edilmiştir. Bu yönüyle İslam Dini insan toplumları içinde her kapasiteye hitap etmiş ve evrensel olabilmiştir.

    İbadetleri Yerine Getirmenin Sonuçları

    İbadetlerle ilgili hükümler yalnızca kul ile Allah arasındaki ilişkileri düzenlemekle kalmaz, aynı zamanda ferdin yakın çevresiyle ve toplumla ilişkilerini de doğrudan veya dolaylı olarak etkiler. Ferdi niteliği baskın görünen namaz ve oruç ibadetinin bile kötülüklerden uzak durma, toplumsal kaynaşmayı, huzur ve sükûnu sağlama, yoksullara yardım elini uzatma gibi dışa akseden olumlu sonuçları vardır. Bu özellik zekât, hac, kurban, kefaret gibi ibadetlerde daha belirgindir.

    İbadet yükümlüğü neticede yaratana karşı bir kulluk borcu olduğundan ilke olarak ifa edilmesi için baskı yapılmaz. Sadece eğitim ve icra imkânı vermekle yetinilir. İbadetlerde niyet ve ihlâs esas olduğundan baskı uygulamanın kişiyi iki yüzlüğe sürükleyeceği ve bu şekilde yapılacak ibadetin Allah katında makbul sayılmayacağı açıktır. İnanan kişi için ibadet etmeye en büyük teşvik Allah'ın kelamında ibadete verilen değerdir. Kur'an-ı Kerim'de genel olarak salih amel işleyenlerin büyük mükâfat alacağı, buna karşılık ilahi emirlere itaat etmeyenlerin çetin bir azaba uğratılacağı belirtilmiş, özel olarak da namaz ve zekât gibi ibadetlerin yerine getirilmesinin mutlu sonuçları, terk edilmesinin doğuracağı dünyevi ve uhrevi felaketler vurgulanmış ancak her hangi bir dünyevi müeyyideden söz edilmemiştir.

    İbadetleri yerine getirmenin manevi ve uhrevi hayata yönelik en belirgin sonucu kişinin uhdesinden böyle bir yükümlülüğün kalkmış olmasıdır. İbadeti yapmış olmaktan dolayı kişinin Allah katında ne ölçüde sevap elde edeceği konusu ise, yerine getirilen görevin niteliğine ve kişinin samimiyetine bağlı olarak kul ile Allah arasında kalan bir meseledir.

    Kur'an'da ifade edildiği üzere insan hem itaat hem de isyan edebilme gücüyle donatılmış ve yaratıcısı tarafından sadece O'na ibadet etmeye, kendi bencil arzuları dâhil bütün yalancı tanrıları terk etmeye çağrılmıştır. İnsanın, kendisi için mümkün bir yol olan isyana yönelmeyip, istek ve iradesiyle Allah'a itaat ve dua etmesi son derece anlamlı ve değerli bir davranıştır. Esasen böyle bir davranış hem kâinat düzenine hem de insanın kendi fıtratına uygunluk arz eder.  Bu bakımdan insanın Allah'a ibadet etmesi dini bir görev olduğu kadar insanlık güçlerini geliştirip olgunlaştırmasının da en etkili aracıdır.