Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

İslam Öğretisi

15 Ocak 2010 Cuma Sonpeygamber.info / İslam

 "De ki: ‘ Allah'ın kulları için var ettiği ziyneti ve temiz rızkları kim haram etti?' De ki: ‘Bunlar dünya hayatında iman edenler içindir. Ahirette ise yalnız onlar için olacaktır' İşte biz ayetleri bilen bir kavim için böylece geniş olarak açıklarız." (A'raf, 32)

İslam Öğretisi

ImageBir toplumun, bir halkın, bir medeniyetin yaşayabilirliği, büyük ölçüde, bu medeniyetin hayat anlayışına ve bu hayatı uygulayış felsefesine bağlıdır. Bir medeniyetin yaşaması veya ölmesi aynı zamanda onun temel öğretisinin niteliğine de bağlıdır. Eğer bu medeniyet kendine bağlananları dünyayı terk etmeye davet ederse, ruhi yönde elbette çok büyük ilerlemeler kaydedecektir, fakat bedenî ve fikrî yetenekleri tabiî görevlerini asla yapamayacaklar ve daha filizlenmeden yok olup gideceklerdir. Şayet uygarlık sadece maddî yöne ağırlık verirse, insan yine diğer sahaların zararına olarak, bazı alanlarda gelişmeler gösterecektir, fakat bu medeniyet kendi ölümünün sebebi olan bir bumeranga dönüşebilecektir.

Bilindiği gibi İslam'ın parolası "Bu dünyada da refah ve mutluluk, öbür dünyada da refah ve mutluluk"tur (Bakara, 201). Bu formül, dünyayı tamamen reddetmeyi savunan ve acı çekmeyi bir vazife olarak gören aşırı ruhçular ile başkasının haklarına inanmayan aşırı maddecilerin uç ve zıt anlayışlarından bizi uzak tutar. Aksine bu görüş hem bedeni hem de ruhu geliştirerek ve bütün insani yönlerin ahenkli bir dengesini kurarak iki aşırılığın ortasında yer alan en geniş çoğunluk tarafından kolayca uygulanabilir.

İslam insanın bu iki yönünün ihtiyaçları üzerinde ısrarla durmakla kalmamış, birini diğeri lehine feda etmeyecek şekilde birbirini tamamlayan bir bütün halinde geliştirilmelerini de istemiştir. Manevi ibadet ve görevler yüklemişse, bunların maddi yararlarına da dikkat çekmiştir. Maddi faydaya dayalı bir yükümlülük getirmişse bu davranışın aynı zamanda ruhî bir açılım kaynağı olduğuna da işaret etmiştir.


Allah her türlü maddi algılamanın ötesinde, sadece her şeyden yüce ve madde üstü değildir; O aynı zamanda her an her yerdedir ve her an her şeye kadirdir. İnsanla yaratanı arasındaki ilişkiler aracılara gerek olmaksızın doğrudandır ve kişiseldir.

Denge Dini

İslam, yani Allah'ın iradesine boyun eğme-teslimiyet adı verilen bu dinin iki ayırıcı özelliğinden birincisi madde ile mana, ruhla beden arasında kurduğu bu ahenkli dengedir. Bu yönüyle bir yandan Allah'ın yarattığı nimetlerden tam anlamıyla yararlanma imkânını verirken, diğer yandan herkesin Allah'a karşı kulluk borcunu ödemesini bekler. Bu borç namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerle yerine getirilir. Bu haliyle İslam sırf seçkinlere özgü bir din olarak değil, aksine bir kitle dini olarak ortaya çıkmıştır.

Çok önemli olan gündelik ibadetlerin titizlikle yerine getirilmesini kesinkes emretmekle birlikte İslam, asla çileciliği, gönüllü sefilliği istemez. Tam aksine Kur'ân, bu son tutumu şu ifadelerle kınar: "De ki: ‘ Allah'ın kulları için var ettiği ziyneti ve temiz rızkları kim haram etti?' De ki: ‘Bunlar dünya hayatında iman edenler içindir. Ahirette ise yalnız onlar için olacaktır' İşte biz ayetleri bilen bir kavim için böylece geniş olarak açıklarız." (A'raf, 32)

Evrensel Bir Din

İslam'ın ayırıcı özelliklerinden ikincisi İslam nazarında bütün mü'minlerin kardeş oluşudur. Sınıf, ırk ve dil ayrımı olmaksızın herkes eşittir. Mümkün olabilen tek üstünlük ferdi plandadır. Bu üstünlük de Allah'tan en fazla çekinip, davranışlarında dikkatli olmaya, Allah korkusu ve sevgisiyle hareket etmeye, yani takvaya dayanır. (Hucurat,13)

Kur'ân ırk, din hatta dönem ayırt etmeksizin bütün insanlığa seslendiği gibi insan hayatının maddî, manevî, bireysel, sosyal bütün alanlarında da rehberlik etmeye çalışır. Kur'ân'da bir devlet başkanına olduğu kadar basit bir vatandaşa da, zenginlere olduğu kadar fakirlere de, barış için olduğu kadar savaş için de, manevi eğitim için olduğu kadar ticaret ve maddi refah için de kişisel davranış direktifleri vardır. Kur'ân en başta bireyin kişiliğini geliştirmeye önem verir. Her insan yaratıcısı karşısında şahsen sorumludur. Bu gaye ile Kur'ân sadece emretmekle yetinmez, ikna etmeyi de dener. İnsanın aklına çağrıda bulunur, kıssalar anlatır, meseller, mecazlar kullanır.


Allah'ın emrine boyun eğmek zaten başlı başına bir ibadettir. Tek tek ele alıp ayrıntılara girmeden kesinlikle söyleyebiliriz ki İslam'ın bütün emirleri ve ibadetlerinin hem maddî hem de manevî yararları vardır.

Allah'a İman

İnsan daima yaratıcısını tanımayı, O'na itaat etmeyi aramış gibi görünüyor. Her dönemin, her medeniyetin en iyi dinî liderleri bu anlamda bazı davranış kuralları koymuşlardır. İlk çağlarda insanlar Allah'ın kudretinin ve nimetinin görüntülerine tapınıyor ve bu yolla O'nun hoşuna gitmeyi umuyorlardı. Bazı halklar biri iyiliğin, diğeri kötülüğün olmak üzere iki ayrı tanrıya inanıyor ve bu iki tanrı arasında bir iç savaş demek olan bu ayırımın mantıkî sonuçlarını göz ardı ediyorlardı. Diğer bir kısım halklar ilahlığın etrafını sırlarla kuşatıyor, bu sırlar ise bazen Allah'ın zatını bile gölgede bırakıyordu. Nihayet daha başkaları da sembol, formül veya jest ihtiyacı duyarak dinlerini bunlarla doldurdular. Dinleri neredeyse putçuluk veya çok tanrıcılıktan zor ayırt edilir hale geldi.

İslam bu hususta da seçkin bir konuma sahiptir. İslam Allah'ın mutlak birliğine inanır. İlkelliğin ve putçuluğun kalıntıları olarak gördüğü resimleri ve sembolleri kabul etmeyen bir ibadet ve dua şekli emreder. Allah her türlü maddi algılamanın ötesinde, sadece her şeyden yüce ve madde üstü değildir; O aynı zamanda her an her yerdedir ve her an her şeye kadirdir. İnsanla yaratanı arasındaki ilişkiler aracılara gerek olmaksızın doğrudandır ve kişiseldir. Peygamberler gibi, en kutsal kişiler bile sadece yol göstericidirler, elçidirler. Tercih bireye kalmıştır; Allah karşısında doğrudan doğruya sorumludur.

Kur'ân'da Allah'ın öz nitelikleri hakkında açık bilgiler sunulur: O tektir, her şeyin yaratıcısıdır, her şeyi bilen, her şeye gücü yetendir. Öldükten sonra bizi diriltecek ve bu dünyada yaptıklarımızın hesabını soracaktır, adildir, merhametledir, vb. Ayrıca Kur'ân Allah'a hamd etmenin şeklini ve en iyi duaları öğretir. İnsanın Allah'a, diğer yaratıklara ve kendine karşı görevleri konusunda tam bir bilgi verir. Kendimize karşı görevlerimiz denilince, biz kendi kendimizin sahibi değilizdir, aksine bizler Allah'a aitizdir. O kendi mülkiyeti olarak bizi bize emanet etmiştir. O yüzden bu emaneti özenle korumamız gerekir.

İnanç-Davranış İlişkisi

Kur'ân'ın  "iman edenler ve iyi işler yapanlar"  şeklindeki ikili formülü çok sık kullanması, dengeye dayalı bir hayat anlayışının tabii sonucudur. İbadetsiz ve uygulamasız basit bir iman ikrarının pek değeri yoktur. İslam bu ikisi üzerinde de ısrar eder. Allah'a inanmaksızın iyi işler yapmak, insan toplumunun çıkarı bakımından elbette, kötü işler yapmaya tercih edilir, fakat manevi açıdan değerlendirdiğimizde, imansız yapılan iyi işler insana öbür dünyada kurtuluş sağlamazlar.

İşin (uygulamanın, amelin) değeri bu olduğuna göre, iyi iş ile kötü işi de birbirinden ayırmak gerekir. Bu konuda ölçü ne olacak? İnsanın herhangi bir ameline -bir hareket veya davranışına- iyi veya kötü niteliğini veren sadece Allah'tır. Bize düşen, yaptığımız davranışların her birinde ilahi buyruğu dikkate almaktır. Bu ilahi buyruk Allah tarafından elçileri aracılığıyla bize ulaştırılmıştır. Hz. Muhammed bu elçilerin sadece sonuncusu değil, fakat aynı zamanda öğretisi de en iyi muhafaza edilmiş olanıdır. 

İbadetler


İnsan, zaafı yüzünden, Allah'a, insanlara veya diğer yaratıklara karşı haksızlıklar edebilir, suç işleyebilir. İlke olarak her suça karşılık bir ceza vardır. Fakat İslam affetmesini de bilir. Affedilmenin şartı ise tövbe edip pişman olmak ve hatayı tamir etmektir.

Manevi uygulamaların, ruhî ibadetlerin gayesi bizi zorunlu varlığa, yaratanımız ve Rabbimize yaklaştırmak ve onu bizden hoşnut olmasını sağlamaktır. Kuranın ifade ettiği gibi (Bakara,138) "Allah'ın boyası ile boyanma"ya, O'nun gözleriyle görmeye, O'nun diliyle konuşmaya, O'nun iradesine uygun olanı istemeye, kısacası insanî zaafın dayanabildiği ölçüde, O'na benzeyinceye kadar, tamamıyla O'nun iradesine uygun olarak hareket etmeye çalışırız.

Allah'ın emrine boyun eğmek zaten başlı başına bir ibadettir. Tek tek ele alıp ayrıntılara girmeden kesinlikle söyleyebiliriz ki İslam'ın bütün emirleri ve ibadetlerinin hem maddî hem de manevî yararları vardır. Bir diğer anlatımla sırf Allah için yapılmış şey çift değere sahiptir: Böyle bir hareket maddî kazançlardan hiçbir şey eksiltmeksizin, manevî yararlar sağlar. Buna karşılık aynı şey maddi bir amaç için yapılmışsa, bu amaca ulaşılabilir, fakat manevi kazançtan büsbütün yoksun kalınmış olur. Hz. Muhammed (sav)'in şu hadisini hatırlayalım: "Hiç şüphe yok ki ameller niyetlere göredir"

Dinî ibadetler konusunda müslümanın bütün hayatını yöneten temel ilke şudur: Bütünü geliştirmek ve parçaların işbirliğini sağlamak. Kur'ân yirmi kadar ayette  "namazı kılın ve zekâtı verin" emrini tekrarlar. Madde ile mananın ayrılmazlığını, beden ile ruhun birliğini gözler önüne serme bakımından bu emirden daha açık bir delile ihtiyaç var mıdır? Manevi görevler maddi yararlardan yoksun olmadığı gibi, maddi ödevler de ruhî faydalardan uzak değildir. Ayrıca söz konusu yararların tamamı, bu ödevlerin yerine getirilmesindeki niyet ve sebebe sıkı sıkıya bağlıdır.


İslam dayanışma temelinin bir unsurunu "doğum ve kan bağına dayalı toplum"da görmeyi reddeder. Akrabaya ve üzerinde doğduğu toprağa bağlılık elbette tabiidir. Fakat insan ırkının bizzat kendi menfaati diğer topluluklara karşı hoşgörülü olmayı gerektirir.

Günah ve Tövbe Anlayışı

İslam, insanın zayıf olduğunu, içinde iyilik ve kötülük yapma eğiliminin her an çatışma içinde bulunduğunu kabul eder. Fakat Hz. Âdem ile Havva'nın işlediği ilk günahtan ötürü insanın dünyaya günahkâr olarak geldiğini katiyen kabul etmez çünkü bu bir haksızlık ve adaletsizlik olur. Şayet Hz. Âdem bir günah işlemişse, bu diğer insanların sorumlu olmasını gerektirmez, çünkü herkes ancak kendi yaptıklarının hesabını vermekle yükümlüdür.

İnsan, zaafı yüzünden, Allah'a, insanlara veya diğer yaratıklara karşı haksızlıklar edebilir, suç işleyebilir. İlke olarak her suça karşılık bir ceza vardır. Fakat İslam affetmesini de bilir. Affedilmenin şartı ise tövbe edip pişman olmak ve hatayı tamir etmektir. İşlenen suç insanlara zarar vermişse, imkân ölçüsünde bu zararı telafi etmek gerekir. Zarar gören kişi karşılık almadan veya zararın tazmin edilmesi koşuluyla yahut bir başka yolla suçluyu bağışlayabilir. Fakat Allah'a karşı işlenen suçlara gelince, insan ya uzun bir cezayı çekerek veya Rabbi tarafından karşılıksız affedilerek bundan yakasını kurtarabilir. Fakat İslam açıkça belirtir ki Allah'ın tövbe eden suçluları bağışlamak için bir suçsuzu, bir masumu -mesela Hz.İsa'yı- cezalandırmaya ihtiyacı yoktur.

Toplumsal Hayat

Sadece kendisince bilinen sebeplerden ötürü Allah bireyleri değişik yeteneklerle donatmıştır. Aynı çiftin iki çocuğu aynı nitelik ve yeteneklerde değillerdir. Bütün araziler eşit derecede verimlilik göstermez. Aynı türün iki ağacı aynı miktarda veya vasıfta meyve vermez. Her varlık kendine özgü özellikler taşır. Bu tabii vakıadan çıkardığı sonuçla İslam hem temelde herkesin eşit olduğunu hem de bireysel özgürlüğü kabul eder. Herkes aynı Rabbin kullarıdır, fakat ilahi hoşnutluğun elde edilmesini en fazla sağlayan şey olan takva, yani kusursuz dindarlık, işte ferdin büyüklüğünün tek ölçüsü budur.


İslam dini inanç konusunda her türlü baskıyı reddeder. Hatta Müslümanlık bizzat İslam devletinin sınırları içinde oturan gayrimüslimlere özerklik tanımayı dinin ve dini hükümlerin bir gereği olarak kendine vazife bilir.

Bu anlayıştan hareketle İslam dayanışma temelinin bir unsurunu "doğum ve kan bağına dayalı toplum"da görmeyi reddeder. Akrabaya ve üzerinde doğduğu toprağa bağlılık elbette tabiidir. Fakat insan ırkının bizzat kendi menfaati diğer topluluklara karşı hoşgörülü olmayı gerektirir. Doğal zenginliklerin yeryüzünde eşit olmayan bir tarzda dağılmış olması, herkesi birbirine bağımlı kılmaktadır. Dile, ırka, renge veya doğum yerine dayalı milliyet çok fazla ilkeldir. Çünkü bu noktada bir kader, insanın hiçbir şekilde tercihinin bulunmadığı bir durum söz konusudur. Bu konuda İslam'ın anlayışı ilericidir ve sadece ferdin tercihini esas alır. Çünkü İslam ırk, dil veya ikamet yeri ayırımı yapmadan ortak bir ideale inanan herkese birlik ve bütünlük oluşturmayı önerir.

İslam dini inanç konusunda her türlü baskıyı reddeder. Hatta Müslümanlık bizzat İslam devletinin sınırları içinde oturan gayrimüslimlere özerklik tanımayı dinin ve dini hükümlerin bir gereği olarak kendine vazife bilir. Kur'ân, hadis ve bütün zamanların uygulaması gayrimüslimlerin dini ve sosyal konularda Müslüman yetkililerin müdahalesi olmadan kendi kanunlarına sahip olmalarını, kendi hâkimleri tarafından kendi mahkemelerinde yargılanmalarını gerektirmektedir. 

Kur'ân, ticaret, evlenme, miras, ceza hukuku, milletler arası hukuk gibi bütün konularda toplum hayatı için en iyi kuralları belirler.

Sadece kendini düşünmek, insanca değil, hayvanca bir davranıştır. Kendi ihtiyaçlarını giderdikten sonra, başkasının ihtiyaçlarını düşünmek normaldir, tabiîdir; fakat Kur'ân, insanlar arasında "ihtiyaç içinde olsalar bile başkalarını kendilerine tercih eden" (Haşr, 9) kimseleri över. Elbette bu sadece bir öğüttür, vasat adam için bir mecburiyet değildir. İnsan bunu yapmazsa suçlu olmayacak veya günahkâr görülmeyecektir. Aynı tarz tavsiyeler arasında, Hz. Peygamber'in şu meşhur hadisi de zikredilebilir: "İnsanların en iyisi başkalarına iyilik yapandır."

İslam insanın çalışmayı bırakıp bir asalak olmasını kabul etmez. Tam aksine Allah'ın yarattıklarından faydalanmak için bütün doğal yetenek ve becerisini kullanmasını ister. Mümkün olduğunca çok kazanmak gerekir. Çünkü ihtiyacımızdan arta kalanlar, gerekeni bile bulamayanların yardımına gidebilir. Hz. Peygamber tam tamına şöyle demiştir: "Kendinizden sonra, başkalarından dilenmekten ziyade, refah içinde yaşayan akrabalar bırakmanız daha iyidir."

Sonuç

İslam tam bir hayat tarzıdır. Çünkü İslam sadece belli inanç esasları vermekle kalmaz, aynı zamanda sosyal davranış kuralları da verir. Ayrıca kendi sisteminin uygulanışı ve iyi işlemesiyle de ilgilenir. İyiliğin övgüsünü, kötülüğün yergisini yapmakla yetinmez; bunlara hem maddi hem de manevi ödül ve cezalar da öngörür. İslam zihinlere Allah, diriliş sonrasındaki ahiret günü, cennet ve cehennem inancını nakşeder. Fakat bununla da yetinmeyip insanın haksızlık etmesini engellemek için maddi cezalar alanında alınabilecek bütün tedbirleri de alır. Çünkü İslam'ın doğru yolda tutmayı hedeflediği insan bütün türleriyle her çeşit insandır. O sadece ahlaken gelişmiş ve bir cezaya gerek kalmadan kendiliğinden doğru olanı gerçekleştirebilecek kapasitedeki insanları değil, yeryüzündeki tüm insanları hakka ve doğru olana muvaffak kılmak için gelmiştir.