Kur'ân'da "abd" (kul) insanın Rabbine göre konumunu tanımlamak için kullanılmış; insanın insani niteliklerini sınırlayan bir derece düşüklüğünü değil; Yaratan'a aidiyeti gösterdiği için bir mertebe ifade etmiş. (Nisa/172; Kehf/65; Meryem/93) Peygamberler, melekler, cinler hatta bütün mahlûkat için "kul" denmiş. (Nisâ /172; İsrâ /1; Zâriyât /56; Meryem/93)
"Kul" denilmenin bir şeref ifadesi olduğunu şuradan anlıyoruz ki şeytan başta olmak üzere kötülük odağı olan hiç kimse "kul" vasfıyla nitelenmemiş. (Günahkârların ise ayetlerde "kul" olarak anılmaya devam ettiklerini görüyoruz: İsra/17; Furkan/17,58; Zümer/53)
Kur’ân'da bildirildiğine göre Allah'a yakın olanlar O'nun kulu olmaktan yüksünmezler. (Araf/206; Enbiya/19)
Kulluğun bir yakınlık ifade ettiğini bilen Hz. Peygamber “Allah’ın kulu” olmakla iftihar eder ve bunu devamlı dile getirir, dua ederken de ilâhî rahmete “senin kulun” niyazıyla tevessül ederdi.
Demek ki mesele bir nispet ve aidiyet meselesi.
Kulluk, Allah'a yapıldığında bir şeref payesiyken; boynunu (kişinin kendi nefsi de dâhil olmak üzere) insanlara teslim etme anlamında kullanıldığında katıksız bir zillete dönüşüveriyor. Zilletle kalsa gene iyi. Kullara kulluk insanı şirke ve şirk de Allah'ın hoşnutluğundan edebiyyen uzak kalmaya duçar edebiliyor. (Kehf/110)
Allah dışında herhangi bir şeye kulluk, o şeyde vehmettiğimiz bir kudret sebebiyledir. Adı üstünde bu bir vehimdir. En güçlü tiranların gücü bile insanlara saldıkları korkular kadardır. Oysa Allah’a kul olmak bizi toplumsal yargılardan, insanların takdirinden, rızık endişesinden, bu endişeyle birilerine kul-köle olmaktan kurtaran bir şeydir. Yani Allah'a kul olmak O'nun dışındaki her şeyden özgürleştirir bizi.
“Allah, kuluna yetmez mi? Seni O’ndan (Allah’tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur.” (Zümer/36)