Kur'ân'ın Yazıya Geçirilmesi ve Ezberlenmesi

15 Ocak 2010

Dünyadaki bütün belli başlı dinler, çoğunlukla ilahi vahiylere atfedilen bazı kutsal kitaplara dayanır. Büyük dinlerin ortaya çıktığı dönemde insanlık bilgi ve düşüncelerini saklamak için sadece hafızasına sahip değildi; bilgi aktarma aracı olarak yazıyı çoktan icat etmişti. Elbette yazı, insanoğlunun hayatıyla birlikte sona eren ferdi hafızadan daha sürekli ve kalıcıdır. Fakat ayrı ayrı ele alındıklarında, bu iki aktarma aracından ikisi de şaşmaz ve yanılmaz değildir. İşte bu yüzden İslam'ın mübarek peygamberi Hz. Muhammed (sav) bu iki yöntemin ikisini de birlikte kullanmış ve birinin öbürüne destek olmasını sağlamıştır.

Kur'ân 23 senede peyderpey indirilmiş ve Hz. Peygamber'in emriyle vahiy kâtipleri tarafından yazıya geçirilmiştir. Hz. Muhammed (sav) kendine inananlara Kur'ân'ı yazdırırken, bunun kendisine vahyedilen ilahi bir mesaj olduğunu açıkça belirtiyordu. Kendisine zaman zaman ve parça parça inen Kur'ân ayetlerini bekletip de topluca yazdırmıyordu. Aksine vahyi alır almaz, inenleri hemen iletiyor ve müminlerden bunları sadece namazda okumak üzere ezberlemelerini değil, aynı zamanda yazıya geçirmelerini ve kopya edip çoğaltmalarını da istiyordu. Nitekim her yeni ayet indiğinde, önce erkekleri ardından da kadınları topluyor ve bunu onlara okuyordu. Vahiy kâtiplerine de onların huzurunda ayetlerin yazılmasını emrediyordu. Bu yeni metnin mevcut bütünün neresine konacağını da açıklıyordu. En sonunda da kaydedileni yüksek sesle okutuyor ve yazan kişinin hatası varsa düzeltiyordu. O zamanki Arapların kültür düzeyi şöyle bir düşünülürse, Kur'ân metninin korunmasına gösterilen bu özene insanın hayran olmaması mümkün değildir.

Kaynakların belirttiğine göre her yıl Ramazan ayında Hz. Peygamber Kur'ân'ın o zamana kadar vahyedilen kısmını Cebrail (a.s.)'e ezbere okuyordu (bu okumaya "arza" denilir). Bu okumayı aynı zamanda arkadaşlarının önünde gerçekleştiriyor, böylece ellerinde Kur'ân nüshası bulunanlar karşılaştırmalar yapıyor ve yanlışlar varsa düzeltiyorlardı. Son yılın Ramazan ayında Cebrail bu okumayı iki kere tekrarlatmıştı (: arza ahîra). Hz. Peygamber bunun yakında vefat edeceği anlamına geldiğini anlamıştı. Günümüz İslam dünyasında Ramazan ayında bu karşılaştırmalı okuma işi mukabele adıyla sürdürülmektedir. İşte bu şekilde, Hz. Muhammed (sav) her yıl oruç ayında Kur'ân ayet ve surelerini düzene koymak ve yerli yerince belirlemek üzere gözden geçirmeyi adet haline getirmişti. Ayrıca Hz. Peygamber'in her sene oruç ayında, fevkalade uzun, ek bir namaz olan Teravih namazı kıldırdığını ve bu namazda Kur'ân'ı, tamamı ayın sonunda bitecek şekilde bölüm bölüm okuduğunu, yani hatmettiğini de biliyoruz. (Bu teravih namazı da günümüze kadar şevkle kılına gelmiştir.)

Kur'ân'ın Mushaf Haline Gelişi ve Çoğaltılması

Hz. Peygamber son nefesini verdiğinde devam etmekte olan bir isyan vardı ve bunun bastırılması sırasında Kur'ân hafızı (Kur'ân'ın tamamını ezbere bilen kişi) olmakla ünlü çok sayıda kişi şehit düşmüştü. Halife Hz. Ebu Bekir derhal Kur'ân'ın bir bütün halinde toplanıp kitaplaştırılması gerektiğine karar verdi. Bu iş için Hz. Peygamber'in hayatının son yıllarında baş kâtip olarak kendisinden istifade etiği Zeyd b. Sabit'i görevlendirdi. Zeyd b. Sabit sayılı hafızlardan olduğu gibi arza ahîra'ya da katılmıştı. Kesinleşmiş nüshaya konmadan önce her ayet için hem yazılı hem de ezberden şahitler bulunarak oluşturulan Mushaf Hz. Ebu Bekir tarafından korunmaya alındı. Ondan sonra yerini alan Hz. Ömer zamanında Kur'ân öğretimi İslam devletinin her tarafında teşvik edildi. Halife Hz. Ömer, her çeşit yanlışın önünü almak için, Kur'ân'ın sahih kopyalarını çeşitli merkezlere göndermek ihtiyacını duydu, fakat bu iş onun yerine geçen Hz. Osman'a nasip oldu.

Hz. Osman Hz. Ebu Bekir tarafından düzenlettirilmiş asıl nüshayı getirtti ve onu yukarıda zikredilen Hz. Zeyd b. Sabit başkanlığında bir komisyona emanet etti. Onlardan yedi nüsha meydana getirmelerini istedi ve daha önce kullanılan yazım şeklinin gözden geçirilmesi yetkisini verdi. Halife Hz. Peygamber'in sahabelerinden bu yeni nüshaların esas alınmasını emretti. Hatta başşehir Medine'de bulunan Kur'ân bilginlerinin huzurunda okuttu. Ardından da bu nüshaları geniş İslam coğrafyasının çeşitli merkezlerine gönderdi. Ayrıca resmen oluşturulmuş bu sahih metne ters düşen kişisel kopyaların imha edilmesi emrini de verdi.

Bugün yeryüzünde yüz binlerce hafız bulunmaktadır. Kur'ân nüshaları ise dünyanın dört bir yanında mevcuttur. Hafızların hafızasındaki Kur'ân metni ile yerküremizin dört bucağındaki insanların ellerinde bulunan yazılı metinler arasında hiçbir farkın olmadığını gözlemlemek heyecan vericidir.

Kur'ân-ı Kerîm'in Özellikleri

Kur'ân-ı Kerîm'i diğer ilahî kitaplardan ayıran ve üstün kılan özelliklerinden bazıları şunlardır:


  1. Önceki kutsal kitapların bazıları tamamen kaybolmuş, bazıları da birçok değişikliklere uğrayarak bozulmuş olmasına rağmen Kur'ân-ı Kerîm Peygamberimize indirildiği gibi, hiçbir değişikliğe uğramadan bize kadar gelmiştir.
  2. Kur'ân-ı Kerîm toplu olarak değil, zaman ve olaylara göre ayetler ve sureler halinde parça parça inmiştir. Bu durum, onun kolayca ezberlenmesini ve anlaşılmasını sağlamıştır.
  3. Önceki kitaplar belli bir zaman için gönderilmiş olmasına rağmen (en azından bir son peygamberin geleceğini müjdelemiş oldukları için bu böyledir), Kur'ân'ın hükümleri kıyamete kadar geçerli olacak, ondan sonra başka bir kitap gelmeyecektir.
  4. Diğer kutsal kitaplar belli bir millete gönderildiği halde Kur'ân-ı Kerîm bütün insanlığa gönderilmiştir. Her asra cevap verecek hakikat ve hikmetlerle doludur.
  5. Kur'ân-ı Kerîm Peygamberimizin en büyük ve daimi mucizesidir. O hem edebî, hem ilmî bakımdan insanların bir benzerini ortaya koymaktan aciz kaldığı mucize bir metin olduğu gibi, aynı zamanda sanki yeni nazil olmuş gibi beşeri ve toplumsal bütün ihtiyaçlarımızda her devrin insanına yol gösterecek şekilde güncelliğini korumaktadır.

                 Kur'ân-ı Kerîm'in Muhtevası

Kur'ân insanın Allah, kâinat ve tüm insanlarla ilişkilerini düzenleyen bir kitaptır. Bu ilişkilerin giriftliği sebebiyle Kur'ân'da ele alınan konular da iç içedir. O, bu haliyle, bugün alıştığımız kitapların içerik düzenine hiç benzemez. Kur'ân'da kıssalar, inanç esasları, sosyal düzenlemeler, ahlaki öğütler, hâsılı ele aldığı her konu birbirine geçmiş vaziyettedir. Öyle ki, sınırları belli bir konuyu Kur'ân'da araştırmak isteseniz onu baştan sona, o konuya odaklanmış olarak okumanız gerekir. Aslında bu sayede araştırmak istediğiniz konunun, içinde geçtiği diğer konularla ilişkisini de görmüş; böylece gerçek hayatta konuların karşılıklı etkileşiminin izdüşümünü Kur'ân'da keşfetmiş olursunuz.

Kur'ân'ın en önemli özelliği bir hidayet kitabı olmasıdır. Bu nedenle de Kur'ân'ın en merkezî konusu Allah'ın zatı, sıfatları, eylemleri, Allah-insan, Allah-kâinat ilişkisidir (uluhiyyet). Ondan sonra sırasıyla geçmişten günümüze insan ve insanın tarihi, kâinat ve ahiret hayatı gelir. Diğer konuların tamamı bu ana konular içerisinde yer almaktadır. Bu çerçevede Kur'ân'da zaman zaman bilimin ilgi alanına giren konulardan da bahsedilir. Kur'ân'da ele alınan bilimsel konuların, her çağın arkasından değil, önünden gittiği unutulmamalıdır. Eğer Kur'ân'daki bu tip bilimsel konular günümüzün biliminin ulaştığı seviye ile tamamen anlaşılmış olursa Kur'ân gelecek çağların insanları için mucize bir kitap olamaz. Onun içindeki bazı ayetler asırlar geçtikçe anlaşıldığı gibi bazıları da gelecek yüzyılların insanlarının bilimsel düzeyleriyle anlaşılmayı beklemektedir. Böylece Kur'ân, her çağda lafzıyla (edebî değeriyle) mucize olduğu gibi, manasıyla da her devirde keşfedilecek mucizeler içermektedir. (Bu tarzda anlaşılmayı bekleyen ayetlerin hüküm içeren ve anlaşılmadığı takdirde Müslümanın dinî yaşantısında boşluk doğuracak konulara dair olmadığı; daha ziyade varlık alemi hakkında bilgilendirici ayetler olduğu unutulmamalıdır.)

Kur'ân'ın Temel Konuları

İnanç Konuları: Kur'ân'da yer alan en merkezî konu Allah'ın varlığı, birliği (tevhid) ve buna aykırı düşünce ve inanışlardır (şirk). Buna ilaveten peygamberler ve tevhid mücadeleleri; melekler ve sorumlulukları; Allah'ın insanlara ulaştırılmak üzere gönderdiği ve zamanla kitap şeklini alan vahiyler; insanın alın yazısı olan kader ve bunun tümünü içine alan ahiret hayatı gibi inançla ilgili konular da Kur'ân'da çok büyük sıklıkla yer alır.

İbadet Konuları: Peygamberlerin getirdiği öğretilere inanan bireyin (mü'min) Rabb'ine karşı yükümlü olduğu hareket ve davranışlar (ibadet), Kur'ân'da büyük bir sıklıkla tekrarlanmaktadır. Namaz, oruç, hac ve zekât, sadaka, infak, tövbe, zikir, dua bu ibadetlerin en önde gelenleridir. Kur'ân kulluk (ubûdiyet) kavramı içerisine daha pek çok davranışı alarak çerçeveyi bir hayli genişletmiştir.

Aile ve Toplum Düzenine Dair Konular: Kur'ân'da bireyler arasındaki ilişkilere dair alışveriş, emanet, bağış, vasiyet, miras, aile hayatı, evlenme ve boşanma gibi toplumların devamını sağlayıcı işlevleri bulunan konulara dair açıklamalar ve hükümler yer alır. Toplumun huzur ve sükûnunu sağlayıcı kurallara uymayarak toplum düzenini bozan, insan haklarını ve yasakları çiğneyen kimselere verilecek cezalarla ilgili çeşitli hükümleri de Kur'ân'da görebilmekteyiz.

Ahlakî Prensipler: İnançta ve ibadette samimiyet, ana babaya saygı, insanlarla iyi geçinme, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma, adalet, insaf, doğruluk, alçak gönüllülük, zayıflara acıma ve şefkat gösterme, sevgiyi ve barışı yayma gibi ahlaki hükümler Kur'ân'ın içeriğinde yer alır ve bunlar çoğu kere Allah'a ve ahiret gününe inançla ilişkilendirilir.

Allah'ı Anma ve Dua: Kur'ân'da insanın Allah'a sığınma ihtiyacını nasıl karşılayabileceğine dair peygamberlerden ve salih kişilerden aktarılan dua örnekleri olduğu gibi bazen de Rabb'imiz kendisine nasıl yönelip dua edebileceğimizi bizzat kendisi gösterip öğretmektedir.

Peygamberlerin ve Geçmiş Milletlerin Kıssaları: İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem'den başlayarak son peygamber Hz. Muhammed'e kadar gönderilen peygamberlerin bazılarının siretleri, tevhit mücadeleleri ve toplumlarıyla olan ilişkileri, hikâye üslûbunda anlatılır. Kur'ân kıssaları, binlerce yılın özeti, toplumların hafızası ve insanlığın geleceğine dair bir yol haritası gibidir. Bu kıssalarda anlatılan olaylar Hz. Muhammed (sav)'in tamamen bilgisi dışında olduğundan O'nun peygamberliğinin de kanıtı sayılırlar.

Ahiret Hayatı, Mükâfat ve Ceza: Kur'ân-ı Kerîm, bu dünyadaki hayatımızdan başka önümüze ölümle başlayıp kabir hayatı ve hesapla devam eden, cennet ve cehennemle son bulan bir başka hayat daha açar. Öncelikle ahiret hayatının mümkün ve gerçek olduğuna dair aklî ve hissî deliller sunar. Kur'ân'da inanç, ibadet ve ahlak prensiplerinin hemen hepsinin ahiret inancı ve hayatı ile bir şekilde bağı vardır. Öyle ki ahiret inancını dikkate almaksızın Kur'ân'ın getirdiği ilkeleri ve hayat anlayışını doğru bir şekilde kavrayabilmek imkânsızdır.

Varlık Âlemine Dair Konular: Kur'ân-ı Kerîm dikkatimizi sürekli olarak gökyüzüne, dağa, taşa, toprağa, kendimize ve diğer canlılara çeker. Açık biçimde evrenin ve içinde yer alan bütün varlıkların sahibinin Allah olduğunu ve bunların insan için yaratıldığını ifade eder. İnsanın kendi emrine verilen evren üzerinde düşünmesini ve israfa gitmeksizin dengeli bir biçimde onu kullanmasını öğütler.