Rabbimizin kullarının günahlarını örtüp, kusurlarını bağışlaması anlamına gelen mağfiret, Kur’an’ın hemen bütün surelerinde geçer. Allah’ın örtücülüğü, hepsi aleni olsa idi insan içine çıkacak halimiz kalmayacak nice hatalarımızı mağfiretle örterek tecelli eder. Öyle ki bazen biz bile unuturuz yaptıklarımızı, bir güven gelir kendimize de mangalda kül bırakmayız. Bu manada unutmak da Allah’ın örtücü rahmetinin bir tecellisidir.
Örtmek için görmek gerekir. Dikkatsizlik, saflık, gaflet gibi nedenlerden dolayı etrafında olup bitenleri ayırt edememek, kusurları görememek gufran değildir. Gaffâr kusurları görür; kimin, neyi, niçin yaptığının farkındadır ama ifşa etmez, kin tutmaz, örter; hiç işlenmemiş gibi kişinin kendisine bile unutturarak izlerini siler.
Ne kadar hata yapmış olursak olalım Allah’ın mağfiretinin hepsine yeteceğini bilmek, ruh sağlığının en önemli şartlarından olan kendini affedebilmenin ve her zaman yeniden başlamanın mümkün olduğu inancının zeminini oluşturur. Bu inanç, insanın içindeki olumlu insanî özellikleri açığa çıkarabilmenin temel şartıdır. İçinde kapanmamış meseleler, affedilmemiş düşmanlıklar biriktirmek insanı zehirler. Kendini ve başkalarını affedememek, Allah’tan her daim af bekleyen insanın trajedilerinden biridir. Neredeyse Allah’ın yüceliğini inkâr sayılan ümitsizlik duygusu, Allah’ın dilerse iman eden kullarının bütün günahlarını bağışlayabileceğinin göz ardı edilmesinden doğar. Allah’ın bağışlayıcılığından ümit kesmek doğru olmadığı gibi, O’nun mağfiretine yaslanarak günahlara fütursuzca devam etmek de yanlıştır. Mağfiret dilemek sadece bir temenni olarak kalmamalı; bu arzu güzel amellerle de desteklenmelidir. Kur’an ve Sünnet’ten öğrendiğimize göre beş vakit namaz, sadaka, dua gibi ameller günahların affına sebeptir.
Efendimiz’in bildirdiği üzere, hataları örtmenin de kişinin kendisine dönen uhrevi neticeleri vardır. Kusurları örtmek, şahsiyetteki izzetin bir sonucudur. Gıybet, tecessüs, kusur arama, intikam gibi izzete aykırı haller kişinin bu mertebeye ulaşmasının önündeki engellerdir. Bizi “hataları örten” olabilmekten alıkoyan şey başkalarının kusurlarının büyüklüğü değil, kendi ahlakımızın düşüklüğüdür.