11 Haziran 2012

Rahmeti her şeyi kuşatan (A’râf, 156), şefkat ve merhameti kendisine ilke edinen (En’âm, 12, 54) ve müminlerin birbirlerine merhamet tavsiyesinde bulunmalarını isteyen (Beled, 17) Cenab-ı Hakk’ın, insanlara merhametinin en açık delillerinden biri de gönderdiği elçilerdir. Bu elçilerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (sav), bütün hayatı boyunca şefkat ve merhametin timsali olmuş, toplumsal hayatın her alanında söz ve uygulamalarıyla ümmetine adeta bir merhamet eğitimi vermiştir. O’nu elçi olarak gönderen Allah’ın beyanıyla, çevresindekilerin sıkıntı çekmesi ona ağır gelmiştir. Çünkü O, müminlere karşı son derece şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe, 128) Allah’ın rahmetinin bir yansıması olarak etrafındakilere yumuşak davranmış (Âl-i İmran, 159), onları asla kırmamıştır. Bilmeyerek üzdüğü ve ağır gelebilecek sözler söylediği kimselere, bu sözlerinin bir tezkiye ve rahmet vesilesi olması için Allah’a dua etmiştir. (Müslim, Birr, 89) Müminlerin birbirlerine merhamette, sevgi ve ilgide, rahatsızlanan bir organın ıstırabına ortak olan bir beden gibi olmalarını tavsiye etmiştir. (Buhârî, Edeb, 27) “İnsanlara merhamet etmeyene Allah’ın da merhamet etmeyeceği” (Buhârî, Tevhid, 2) hadisiyle bu merhamet şemsiyesinin sadece müminleri değil, bütün insanları kapsadığına işaret etmiştir. Merhamet etmeyene merhamet olunmaz (Buhârî, Edeb, 27) genel uyarısıyla da hayvanlara kötü muameleden (Müslim, Tevbe, 25; Nesâî, Dahâyâ, 41) bireysel ve toplumsal hayatın her alanına kadar şiddetten ve aşırılıktan uzak durulmasını istemiştir. Bu sebeple, Allah’ın nimetlerinden kendilerini mahrum etmek isteyenlere müsaade etmemiş, (Buhârî, Savm, 51; Ahmed b. Hanbel, 5/266) ailesine şiddet uygulayanlara göz yummamıştır. (Nesâî, Talak, 53) Çocuklarına ve torunlarına gösterdiği sevgi ve şefkati yadırgayan bedevi Araplara merhamet dersi vermiştir. (Buhârî, Edeb, 18) Oğlunun ve torununun hastalık ve vefatlarında tutamadığı gözyaşlarına şaşıranlara, merhametin insani bir duygu olduğunu hatırlatmıştır. (Buhârî, Cenâiz, 43; Merdâ, 9) O’nun merhameti, çocuğu ağlayan anneye sıkıntı vermemek için, uzun kıldırmak istediği bir namazı kısa kesmesine kadar uzanmıştır. (Buhârî, Ezan, 65) Nihayet, kendisine ve müminlere karşı en ağır baskı ve zulmü reva gören Mekkeli müşriklere karşı, eline fırsat geçtiği halde, engin merhametinden dolayı, misilleme bile yapmamış, peygambere yakışan bir âlicenaplıkla onları affetmiştir. (Sîretu İbni Hişam, 4/41)


O’nun merhameti, çocuğu ağlayan anneye sıkıntı vermemek için, uzun kıldırmak istediği bir namazı kısa kesmesine kadar uzanmıştır.

Her işine, sonsuz merhamet sahibi Allah’ın Rahman ve Rahîm isimleriyle başlayan mümin aslında bütün varlık âlemiyle bir merhamet ilişkisi kuracağının sözünü de vermiş olmaktadır. Bu söz bir bakıma, canlı-cansız bütün varlıklara karşı sevgi, şefkat ve merhametle yaklaşma yükümlülüğüdür. Bu bilinçle hareket eden insan, başkalarına zarar vermek bir yana, bilerek bir karıncayı incitmekten bile rahatsız olur. Başkalarının acısını paylaşır, derdiyle hemdert olur.

Dünyanın neresinde olursa olsun zulme ve haksızlığa uğrayanlara, felakete duçar olanlara, aç-açıkta kalanlara yardım için çaba sarf eder, hiç olmazsa dualarıyla kalbinde onlar için bir yer ayırır. İslam’ın merhamet eğitiminden geçmiş mümin; başta ailesi, akrabaları, komşuları ve çalışma arkadaşları olmak üzere toplumun her kesimiyle sağlıklı bir ilişki ve iletişim içinde olur. Mümkün olduğunca çatışmadan, kavgadan ve stresten uzak bir hayat sürdürür. Sevgi dolu yüreğinde kine, nefrete, düşmanlığa, fesada ayıracak yer bulamaz. Mevlana’nın dediği gibi, “öfke ve kızgınlıkta ölü gibi, şefkat ve merhamette güneş gibi” olur. Yunus’un “Sövene dilsiz gerek / Dövene elsiz gerek” diyerek tanımladığı dervişlik kadar olmasa da dilini sövmeden, elini dövmeden uzak tutar.

Geçmişten günümüze sevgisizliğin ve acımasızlığın ne büyük felaketlere yol açtığı dünyamızda bugün de muhtaç olduğumuz en önemli hasletler sevgi ve merhamettir. Bireylerden toplumlara kadar hangi kamuflaj altında olursa olsun her çatışmanın, bölüşemediğimiz her şeyin altında sevgi, anlayış ve merhamet eksikliğinin yattığını söylemek yanlış olmaz. “Ben gelmedim dava için / Benim işim sevgi için / Dostun evi gönüllerdir / Gönüller yapmaya geldim” diyen Yunus Emre gibi gönül yıkmak yerine, dostun yani Allah’ın evi olan gönülleri yapabilsek, kırılmış kalpleri onarabilsek, yaptığımız kavgaların ne kadar boş, üç günlük dünya için ebedî yurdumuzu viran etmenin ne kadar anlamsız olduğunu göreceğiz. Yorumunu yaptığımız hadis, kaynağını Rahman’dan alıp ışığını bütün insanlığa yayan Merhamet Güneşi Sevgili Peygamberimiz’in, bu güneşe gözlerini kapatıp karanlığa koşanlara ne kadar üzüldüğünü ve onları kurtarmak için ne büyük gayret sarf ettiğini gözler önüne sermektedir.