Rahmân ve Rahîm sıfatlarıyla muttasıf olan Allah, merhamet ve şefkat duygusunu yarattıklarının en üstünü olan insanın fıtratına da koymuştur. İnsanlar arasında ise bu duygu en üst düzeyde Allah’ın hidayet rehberi olarak gönderdiği peygamberlerde bulunur. Allah'ın kalplerine yerleştirdiği şefkat hissiyle peygamberler bütün gayretlerini ümmetlerinin kurtuluşu yolunda sarf etmişlerdir. Ümmetine acıma ve şefkat konusunda Allah elçisi ve Peygamber olarak görevlendirilen ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav) eşsizdir. Nitekim Kur’ân’da onun bu özelliğine işaret eder mahiyette “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” buyrulmuştur. (Enbiyâ, 21/107)
Allah Rasûlü, Cenab-ı Hakk’ın engin rahmetinin yeryüzündeki temsilcisi sıfatıyla bütün hayatı boyunca insanların İlahî rahmetten istifade etmesi için olağanüstü çaba harcamıştır. Öyle ki, dünya ve ahiret saadetine götüren, Allah’ın engin rahmetinden istifade etme yollarını gösteren mesajına bigâne kalan, hatta inkâr edenlerin dahi hidayete ermeleri için gayret göstermiştir. Mekke liderleri zaman zaman zor durumda bırakmak bu sayede gerek toplum, gerekse inananları nazarında etkisiz hale getirmek için Hz. Peygamber’le münakaşaya girişmişler, buna rağmen Allah Rasûlü (sav) büyük ümitlerle onların görüşme çağrılarına yakın ilgi göstermiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in Mekke liderlerini davet yolunda kazanmak adına çok istekli davrandığı, onların gönüllerini almak için aşırı gayret gösterdiğine işaret eden ayetler bulunmaktadır.
Allah Rasûlü (sav) kendisine inananların memnuniyetini temin etmek, onları huzurlu ve mutlu kılmak için de çok hassasiyet göstermiş, bilhassa ashabının üzülmemesi ve zarar görmemesi hususunda çok titiz davranmıştır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususa açık işaret bulunmaktadır. “Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128-129) Mezkür âyet, Peygamber Efendimiz’in ümmetine olan şefkat ve ilgisini, onlar için nasıl endişelendiğini, inananların sıkıntılarına tahammül edemediğini, bunların kendisine çok ağır geldiğini, özetle müminlere olan şefkatini ve merhametini açık bir şekilde ifade etmektedir.
Hz. Peygamber’e göre şefkat ve merhamet her insanda tabiî olarak mevcuttur. Ancak insanlar zamanla fıtratlarında olan bu duyguyu kötülük işlemek suretiyle kaybedip merhametsiz canlılar, hatta neslini yok etmeyi kendisine misyon gören canavarlar haline dönüşebilirler. Oysa Allah Rasûlü (sav) çok sevdiği bir yakının ardından dökülen bir iki damla gözyaşının, Allah'ın kullarının kalbine yerleştirdiği merhametin bir işareti olarak kabul etmiş, Allah’ın sadece merhametli kullarına merhamet edeceğini bildirmiştir. (Buhârî, Cenâiz 32). Bu sebeple Allah Rasûlü (sav) hem kendisi merhamet örnekliği göstermiş, hem de Allah’a, kullarına merhamet etmesi için dua ve niyazda bulunmuştur. Sahâbeden Üsâme b. Zeyd (ra) Rasûlüllah’ın (sav) kendisini ve torunu Hasan'ı (ra) dizlerine alıp oturttuğunu ve “Ey Allah'ım! Onlara merhamet etmeni niyaz ediyorum, çünkü ben onlara merhamet ediyorum.” diye duada bulunduğunu zikreder. (Buhârî, Menâkıb 27; Müslim, Fedâil 17)
İnsanlar içinde şefkat ve merhamete en muhtaç ve layık olanlar, şüphesiz sahipsiz kalan güçsüzler, yoksullar ve özellikle koruma ve gözetime ihtiyaç duyan çocuklardır. Kaynaklarda Allah Rasûlü’nün bilhassa masum çocuklara karşı şefkat ve merhametini gösteren çok güzel örnekler mevcuttur. Enes b. Mâlik (ra) şöyle rivayet ediyor: “İbrahim'in vefatında Rasûlüllah’ın gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Abdurrahman b. Avf (ra) O'na ‘Sen de mi ya Rasûlüllah?’ diye sorduğunda “İbn Avf, bu merhamettendir. Göz ağlar, kalp üzülür, fakat biz sadece Allah'ın hoşnut olacağı sözü söyleriz. Senden ayrıldığımıza üzülürüz ya İbrahim!” cevabını almıştır. (Buhârî, Cenâiz 43) Bu hususta Allah Rasûlü (sav) başka bir hadisinde şöyle buyurur: “Ben yüksek sesle ağlamayı ve ölünün aşırı övülmesini yasakladım. Sizin bende gördüğünüz ise ancak sevgi eseridir ve kalpteki merhamettir; merhamet etmeyene merhamet edilmez. Çocuğumuz için üzülüyoruz, gözler yaşla doluyor ve kalp içe doğru kabarmaktadır, yine de Rabbimizi üzecek hiçbir şey söylemeyiz. İbrahim, eğer bu ölüm, herkes tarafından takip edilecek yol olmasaydı ve en sonuncumuz ilk gidenimize kavuşacak olmasaydı, senin için bundan daha fazla üzülürdüm.” (Buhârî, Cenâiz 32)
Allah Rasûlü (sav) çocuklara karşı şefkat ve merhametle muamele edilmesini, bu hususta da onlar arasında adaletli davranılmasını, herhangi birine diğerleri aleyhine bir ayrıcalık tanınmamasını da özellikle hatırlatmış, anne babanın çocuklarına eşit muamele yapmasının, onların görevi ve çocukların da doğal hakkı olduğunu bildirmiş, (Buhârî, Hibe 12-13; Müslim, Hibât 9-19) “Çocukların senin üzerindeki haklarından birisi de, onlara eşit davranmandır” buyurmuştur. (İbn Mâce, Ticârât 67)
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Hz. Muhammed (sav), Cenab-ı Hakk’ın engin rahmetinin yeryüzündeki temsilcisi olarak bütün hayatı boyunca her şeyden önce, bütün insanların ilâhî rahmetin en üstünü olan hidayetten istifade etmesi için olağanüstü çaba sarf etmiştir. Dünya ve ahiret saadetine götüren, Allah’ın engin rahmetinden istifade etme yollarını gösteren mesajına bigâne kalan, hatta inkâr edenleri dahi yılmadan hidayete tabi olmaya çağırmıştır. Hz. Muhammed (sav) diğer taraftan, bütün hayatı boyunca kendisine inananların güvenini temin etmek, onları huzurlu ve mutlu kılmak için de çok hassasiyet göstermiş, ashabının üzülmemesi ve zarar görmemesi hususunda çok titiz davranmıştır. Bu da onun “rahmet ve merhamet” özelliğinin en güzel işaretidir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de onun bu özelliği açıkça belirtilir. “Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir” ayeti, Peygamber Efendimiz’in ümmetine olan şefkat ve ilgisini, onlar için nasıl endişelendiğini, kendisine inananların sıkıntılarına tahammül edemediğini, bunların kendisine çok ağır geldiğini, müminlere olan şefkatini ve merhametini çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir. Burada şu hususa da dikkat çekmek gerekir ki, insanlara karşı rahmet ve şefkatle muamele etmek, sadece Allah Rasûlü’nün değil onun müminlerinin de hassasiyet göstermesi gereken bir sorumluluk ve görev olmalıdır. Zira Hucurât sûresinde müminlerden bahsedilirken “Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber olanlar (müminler), inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı ise merhametlidirler” buyrulur. (Hucurât, 49/29)