Nebevi Adalet: Hz. Peygamber'in Adalet Anlayışından Örnekler

Kur’ân-ı Kerîm'in nazil olduğu ortamda adaletli bir yapı olmadığı anlaşılıyor. Akrabalık, kavmiyetçilik, düşmanlık, zenginlik, soyluluk ve güçlülük gibi faktörler adaletsiz davranışlar sergilemelerine sebep olmaktaydı. Rivayete göre Mahzumoğullarına mensup soylu bir kadın hırsızlık yaptı. Hak ettiği cezanın uygulanmasını isteyen ailesi, Efendimiz (sav)'in çok sevdiği Üsame b. Zeyd (ra)'i aracı olarak gönderdi. Rasûlullah (sav) bu konuda yapılan aracılığa sinirlendi ve Müslümanlara hitap ederek "Sizden öncekilerin (bazı rivayetlerde İsrailoğullarının) helak olması, fakirler hırsızlık yapınca had uygulayıp nüfuzlu ve zengin olanları cezadan muaf tutmalarındandır. Vallahi Muhammed'in kızı Fatıma da hırsızlık yapsa onun elini keserdim" buyurdu.[1] Önceki milletlerin helakinin adaletsizliklere bağlanması daha sonra şu veciz ifadede tekrarlanacaktır:

“Adalet mülkün temelidir". Adalet istikrarın ve medeniyetin kaynağıdır. Dinin asli ilkelerinden biridir. Toplumun ve fertlerin huzur içinde hayatiyetlerini sürdürmesinin sebebidir. Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm muhtelif ayetlerinde adaletli davranmayı tekrar tekrar emretmiş[2] ve kendi aleyhlerine bile olsa adaletten şaşmamalarını Müslümanlardan isteyerek şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. (Şahitlik ettikleriniz) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrılmayın): çünkü Allah ikisine de daha yakındır. (Onları sizden çok kayırır.) Öyle ise adaleti yerine getirmede nefsinize uymayın. Eğer (şahitlik ederken gerçeği) çarptırırsanız veya (şahitlikten) çekinirseniz (bilin ki) şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”[3] Bu ilahi emirler, Efendimiz tarafından Müslümanlara duyurulduğu gibi bizzat örnekliğiyle de müşahhaslaştırılmış ve ümmetin temel değerleri arasına dahil edilmeye çalışılmıştır.

Rivayetlere göre Hz. Peygamber, sahabelerine adaletli davranmalarını sık sık hatırlatmıştır. Allah Teâlâ'nın dünyada insanlara zulmedenlere ahirette azapla cevap vereceğini[4], hiçbir gölgenin olmadığı günde Allah Teala tarafından gölgelendirileceklerden birinin de "âdil yönetici" olduğunu[5], adaletle davrananların Rahman'ın yanında yüksek makamlarda bulunacaklarını[6], zalim yöneticilerin ise Allah Teala'dan en uzak kişiler olacağını[7] ve adil yöneticilerin dualarının reddolunmayacağını[8] bildirmiştir. Bu ilkeye kendisi de hayatı boyunca bağlı kalmıştır.

İnsan önce kendi nefsine karşı adil davranmalıdır. Kaynaklarımızda geçen bir habere göre Hz. Peygamber, gündüzleri oruç tutup geceyi ibadetle ihyaya çalışan Abdullah b. Amr'a şöyle demiştir: “Abdullah! Duyduğuma göre gündüz oruç tutup gece ibadet ediyormuşsun. Böyle yapma! Bedeninin, gözlerinin ve hanımının senin üzerinde hakları vardır. Oruç tutabilirsin ama bazen de oruç tutma! Her aydan üç gün tutarsan hep oruç tutmuş gibi olursun”.[9]  Aynı ifadeler Selman-ı Fârisî tarafından Ebu'd-Derdâ'ya söylenmiş ve Rasûlullah (sav) da bu sözleri onaylamıştır, zira "Her hak sahibine hakkı verilmelidir".[10]

Rasûlullah (sav)'ın önemli uyarılarından biri de aile fertleri arasında ayrım yapmamakla ilgilidir. Sahîhayn'da ve başka bazı kaynaklarda yer alan bir habere göre babası, Numan b. Beşîr'i Hz. Peygamber'e getirip ona bir köle bağışladığını söylemiştir. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) “Bütün çocuklarına bağışta bulundun mu?” diye sormuş ve “hayır” cevabını alınca muhatabına bağıştan dönmesini tavsiye etmiştir. Bazı rivayetlerde Efendimiz’in "Allah'tan korkun ve çocuklarınıza adil davranın" ve "Beni buna şahit tutmayın! Zira ben haksızlığa şahit olmam!" buyurduğu nakledilmiştir.[11] Bazı alimler bu hadise dayanarak çocuklardan yalnızca birine bağışta bulunmayı (hatta fazla öpmeyi) kabul etmezken, bazı İslam fakihleri bu hadisteki emri bağlayıcı kabul etmemiş ve kişinin çocuklarından yalnızca birine bağışta bulunmasını mekruh olmakla birlikte caiz görmüşlerdir.[12]

Müslüman, elinin altında bulunan yetimlere ve hizmetçilerine de adil davranmalı, ihtiyaçlarını en uygun şekilde karşılamalı ve güçlerinin yetmeyeceği sorumluluklar vermemelidir. Yetim malına el uzatmak Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle karşılık bulmuştur:  “Yetim malına haksızca el uzatanlar bilsinler ki ateş yiyorlar ve kesin olarak cehenneme girecekler.”(13) Rivayetlere göre Efendimiz, "Elinizin altındakilerin yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılayınız. Onların gücünü aşan işleri vermeyiniz" buyurmuştur.[14] Hatta bazı rivayetlerde onların yiyecek ve giyecek konusunda ayrı tutulmamaları ve eğer güçleri yetmeyecek işler verilmişse onlara yardımcı olunması gerektiği ifade edilmiştir.[15] İş yaptırmak için kiralanan insanlara ücretlerinin hemen verilmesi[16] aksi takdirde ücretleri verilmezse kıyamet günü Rasûlullah (sav)'ın gazabına uğrayacakları kaydedilmiştir.[17]

Peygamberimiz'in hayvanlar hakkında da mühim emir ve tavsiyeleri olmuştur. Aşırı zayıf düşmüş bir deveyi görünce "Bu konuşamayan hayvanlar hakkında Allah'tan korkun! Binilecek haldeyken binin, yenilecek haldeyken yiyin!" buyurmuştur.[18] Her ne kadar isnadı tenkid de edilmiş olsa Rasûlullah Efendimiz'den şöyle bir söz de nakledilmiştir: “Hayvanlarınızı yollarda ve çarşılarda sandalye gibi kullanmayın.”[19] Yani hayvan üzerinde otururken birbirinizle sohbete dalmayın! Bir başka husus da hayvanların gereksiz yere öldürülmeleridir. Bu noktada da şöyle bir nebevi uyarı nakledilmiştir: “Serçe ve daha küçük şeyleri boş yere öldürenler mutlaka bunun hesabını Allah’a verecekler.”[20]

Komşuya haksızlık da Rasûlullah (sav)’ın üzerinde önemle durduğu konular arasındadır. Komşu hakkı Cebrail (as) tarafından o kadar vurgulanmıştır ki, Resul-i Ekrem Efendimiz komşu da mirasçı sayılacak diye düşünmüştür.[21] Komşusuna haksızlık etmeyeceğinden emin olunmayan kişinin imanı sorgulanmış ve Allah'a üç kez kasem edilerek böyle bir kişinin mümin olamayacağı[22] ve cennete qiremeyeceği[23] ifade edilmiştir. Namazı, orucu ve verdiği sadakaları dillere destan olmuş bir kadının komşusuna eziyeti sebebiyle cehennemlik olduğu söylenmiştir.[24]


“Kimin bende alacağı varsa alsın ya da helal etsin. Rabbime tertemiz varmak isterim.” 

Hz. Peygamber'in adaletini gösteren rivayetlerden biri de hayatının son dönemlerinde sahabelerine yaptığı konuşmayla ilgilidir. Nakledildiğine göre Rasûlullah (sav) Efendimiz sahabeye etkili bir konuşma yapmış ve şöyle demiştir: “Müslümanlar! Allah adına ve üzerinizdeki hakkım için söyleyin. Kime bir haksızlık etmişsem kıyamet günü hesaplaşmadan evvel gelsin hakkını alsın!” Bir savaştan dönerken Rasûlullah (sav) 'ın elindeki değneğin bilerek ya da bilmeyerek kendisine vurduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber kısas uygulayabileceğine hükmetmiş ve evden değneğin getirilmesini istemiştir. Başka sahabelerin araya girip kısası kendilerinde uygulamasını istemelerine rağmen bu uygun görülmemiş ve sonunda Rasûlullah (sav) karın kısmını açarak vurmasına izin vermiştir. Ukkaşe de bunu fırsat bilip Efendimiz'in karnını öpmüştür.[25] Yine rivayete göre Rasûlullah (sav) 'ın bir şeyler dağıttığı bir anda birisi gelip dağıtılan eşyalara yönelince Hz. Peygamber elindeki dalla ona vurmuş; fakat hemen ardından onun da kendisine vurmasını istemiştir[26] Yine kendisinden alacağını isteyen sahabeye diğer ashab-ı kiram kızınca "Hak sahibinin söz hakkı vardır" karşılığını vermiştir.[27] “Kimin bende alacağı varsa alsın ya da helal etsin. Rabbime tertemiz varmak isterim” buyurmuştur.[28] Hz. Peygamber'in sadeliğine, kibirli olmayışına ve adaletine en güzel örneklerdir.

Hz. Peygamber'in İslam toplumunda anlaşmazlık yaşanmaması için koyduğu kurallarda adalet ilkesini esas aldığını söyleyebiliriz. Örneğin ödeme vadesi belirsiz bırakılan satışları (habelü'l-habele), garar/bilinmezlik içeren alım satımları, alınacak malı inceleme fırsatı vermeyen sözleşmeleri (mülâmese, münâbeze), satılacak malı olduğundan daha iyi gösterme çabalarını (musarrat gibi), üreticilerin pazar fiyatını öğrenmesine mani olma uğraşlarını (telakki’r-rukbân), malın fiyatını yükseltmek için kurgu yapmayı (neceş), karşılıklı bedellerin eşit olup olmayacağı tam kestirilemeyen satışları (müzâbene, muhâkale) ve olgunlaşıp olgunlaşmayacağı belli olmayan malların satımını (muhâdara) yasaklaması, tamamen tarafların adaletle alışveriş yapmalarını temin etmeye yönelik kurallardır.[29]

Hz. Peygamber'in muamelede bulunduğu insanlara karşı da adaletli ve merhametli olduğu görülmektedir. Rivayete göre yaptığı bir alışveriş için ödeyeceği bedeli tartıya koyan sahabeye “İyi tart hatta biraz da fazla tart” buyurmuştur. [30] Yine borcunu öderken aldığından daha güzeliyle ödemiş, "En hayırlınız borcunu en iyi şekilde ödeyeninizdir" demiştir.[31] Hâsılı, Efendimiz haksızlık ve adaletsizlikten uzak bir hayat yaşamıştır.


Sonuç

Adalet mülkün ve medeniyetin temeli, zulüm ise yıkım ve anarşinin sebebidir. Adalet İslam'ın en önemli esaslarından biridir. Müslüman Rabbine, kendisine, elinin altındakilere ve çevresindekilere zulmetmeyen, herkesin kendisinden emin olduğu kimsedir. Hz. Peygamber hayatı boyunca adalet ilkesinden ayrılmamış ve bunu ümmetine talim etmiştir. Kimseye haksızlık etmemiş, merhametli davranmış ve adaletle yönetilen bir toplum inşa etmeye çalışmıştır. Fakat tarih boyunca İslam ümmeti ne yazık ki iç karışıklıklardan çoğunlukla kurtulamamıştır. Ümmetin günümüzde ve geçmişte girdiği krizlerin ve iç çalkantıların temelinde adaletsiz yönetimlerin olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Kurtuluş adil, çalışkan, güçlü, şuurlu ve üretken bir toplumun inşasından geçmektedir.

 

 


[1] Buhari, Sahih, V, 23; Müslim, Sahih, III, 1315-1316; Nesâi, Sünen, Viii, 71.

[2] Örneğin bk. Nisa, 4/58; Maide, 5/8; En’am, 6/152; Hûd, 11/85

[3] Nisa, 4/135

[4] Müslim, Sahîh, LV, 2017.

       [5] Buhari, Sahîh, I, 133; II, 111; VIII, 163; Müslim, Sahih, II, 715; Tirmizi, Sünen, IV, 598.

[6] Humeydi, Müsned, I, 501; İbn Ebi Şeybe, Musannef, VII, 39; Müslim, Sahih, III, 1458.

[7] Tirmizi, Sünen, 111,609. Bu hadis Tirmizi tarafından "hasen garip" diye nitelenmekle birlikte Elbani tarafından "zayıf" sayılmıştır.

[8] Ebu Davud et-Tayalisi, Müsned, IV, 310; İbn Mâce, Sünen, I, 557; Tirmizi, Sünen, IV, 672; V, 578.

[9] Ahmed b. Hanbel, Müıned, XI, 448; Müslim, Sahih, II, 817.

[10] Buhari, Sahih, III, 38; VIII, 32; Tirmizi, Sünen, IV, 608.

[11] Malik, Muvatta, II,751; Buhari, Sahih, III, 157; Müslim, Sahih, III, 1241-1244.

[12] Tirmizi, Sünen, III, 641; İbn Battal, Şerhu Sahihi'I-Buhari, VII, 98.

[13] Nisa, 4/10.

[14] Humeydi, Müsned, II, 289; Ahmed b. Hanbel, Müsned, XII, 324; Müılim, Sahih, III,1284.

[15] Buhari, Sahih, III, 149.

[16] İbn Mace, Sünen, II, 817.

[17] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIV, 318; Buhari, Sahih, III, 90.

[18] Ebu Davud, Sünen, III, 23; İbn Huzeyme, Sahih, LV, 143.

[19] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXIV, 392.

[20] Ebu Davud et-Tayalisi, Müsned, IV, 37; Abdurrezzak, Musannef, IV, 450; Nesai, Sünen, VII, 206.

[21] Buhari, Sahih, VIII, 10; Müslim, Sahih, IV, 2025; Ebu Davud, Sünen, IV, 338.

[22] Ebu Davud et-Tayalisi, Müsned, II, 676; Buhari, Sahih, VIII, 10.

[23] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIV, 444; Müslim, Sahih, I, 68.

[24] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XV, 421; Heysemi, Mevaridu'z-zam'an, s. 503

[25] Taberani, el-Mu'cemü'l-kebir, III, 58; Ebu Nuaym, Hilyetü'l-evliya, IV, 73.

[26] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XVII, 328; Ebu Davud, Sünen, IV, 182; Nesai, Sünen, VIII, 32.

[27] Buhari, Sahih, III, 116; Müslim, Sahih, III, 1225; Tirmizi, Sünen, III, 600.

[28] Abdurrezzak b. Hemmam, Musannef, IX, 469.

[29] İlgili hadisler için bk. Buhari, Sahih, Kitabü'l-büyû'.

[30] İbn Ebi Şeybe, Musannef,IV, 456; Ebu Davud, Sünen, III, 245; Nesai, Sünen, VII, 284.

[31] Buhari, Sahih, III, 99; Müslim, Sahih, III, 1224; Tirmizi, Sünen, III,600.

[32] Tirmizi, Sünen, 111,609. Bu hadis Tirmizi tarafından "hasen garip" diye nitelenmekle birlikte Elbani tarafından "zayıf" sayılmıştır.