“İyiliğe iyilik her kişinin kârıdır, kötülüğe iyilik er kişinin kârıdır” demiş büyüklerimiz. Bu bağlamda öfke malum; “her” kulun sınavı. Sabırsa “er” kulun, imtihan sorusuna en mükemmel cevabı. Kur’an-ı Kerim “müttaki” der böyle kullara[1] hadis-i şerif “babayiğit” diye metheder.
Babayiğidin yüzü aktır, öfkenin izi olan elvan, bir an yalayıp geçse de yerleşmez simasına. Kız çocuğu olacağını öğrenince yüzü öfkeden simsiyah olan adam[2] baba değildir. Ateş rengi gayzı yüzüne yansıyan, sonra o ateşle muhatabını yakıp kavuran kişi, kaç rakibi yenerse yensin yiğit olamaz.
Kuvveti yerinde kimse, kendinden güçsüz rakibini kolaylıkla yenebilir, güreşin inceliklerine hâkimse, zorlanmadan sırtını yere getirebilir. Lâkin nefse mağlubiyeti tattırmak, güçle kuvvetle olacak iş değildir. Allah’ın gösterdiği, Resulünün işaret ettiği yöntemler olmadan o zeminden sağ salim çıkamaz hiçbir güreşçi.
Kızdığı kişiye karşılığını vermeye gücü yettiği halde öfkeyi yutmak, yalnız ve yalnız gayba iman etmiş insanların başarabileceği bir erdemdir. Zira engellemek için hesaba, mizana, imana, ondan da evvel kendini yaratana sığınmaya muhtaçtır beşer. Güçtür öfke, tatlıdır intikam, insan nefsine. Kin gütmek kolay, affı seçmek zordur. Hele bir de kızgınlık dizginlenmez de zincirlenirse dededen toruna; kan davaları, yüzyıl savaşları, meleklerin yaratılışla ilgili hikmet sualini anımsatır[3] iblisi kışkırtır Âdem nesline.
Kuldan kula yansıyan her öfke nöbeti, güçlüden güçsüze, domino taşlarının birbirini devirmesine benzer bir etkiyle, en zayıfa kadar ulaşır. Birbirini azdıran dalgalar gibi büyür, köpürür, masumiyetin kıyısını döver.
Yolda, trafikte, önündeki aracın sahibine sinirlenir sekreter kız. İşe gider, dişini geçirebileceği birini arar. İçinde bir volkan, kıdemi düşük arkadaşına patlar. Rahatlar bir parça. Arkadaş, daha sessiz birine, o bir diğerine. Kapı çarpılır, çöp sepeti tekmelenir.
Sabah apartman hizmetlisinin uyarısı kibrine dokunur bir patronun. Şirkete gider, genel müdürü çağırtır odasına. İçinde bir kasırga, kasıp kavuran benliğini, müdürü çarpar. Müdür altındaki birime, o bir diğerine. İstifalar yazılır, dosyalar yırtılır.
Babasından işittiği azarı hazmedemez ergenliğe adım atmış delikanlı. Odasına kapanır, öfkesini demler. İçindeki yangın, meyve suyunu ders çalışıyor diye odasına taşıyan annesine sıçrar. Anneden ortanca oğlana, ondan da en küçüğe. Oyuncak cama fırlatılır, yastık dişlenir.
Öfkeyi kendinde boğup karşı tarafa geçirmese trafikte bunalan kız, pek çok kapı daha nazik kapanır. Şirketin sahibi gülümseyip kabul etse ikazı, dosyalar sağlam kalır. Alıp hazmedebilse baba sitemini delikanlı, şamarı yiyen yavrunun günahına girmemiş olur.
Klasik ahlak kitaplarında “Gazap muvakkat bir deliliktir” denilmiştir. Bir tabip ve ahlakçı olan Ebu Bekir er-Râzi, gazap halinde iken sağlıklı düşünmenin mümkün olmadığını, bu durumdaki kişiyle bir deli arasında fazla fark bulunmadığını söyler.[4]
Montaigne de “Hiçbir şey öfke kadar insan düşüncesini sapıtamaz. Kızdığımız zaman bağıran, konuşan biz değil, hırsımızdır. Nasıl sis içinde her şey olduğundan daha büyük görünüyorsa, hırs içinde de suçlar büyüdükçe büyür. Öfke kendi kendinden hoşlanan, kendi kendini şişiren bir hırstır. Saklanmaya da gelmez, büsbütün içimize işler”[5] derken herhalde yok edilmesi, ortadan kaldırılması gereken değil (zira İslam ahlakçılarının dikkat çektiği üzere, fıtrî olan bu duygu, aynı zamanda din, ırz, mal ve bazen hayatın korunması için gereklidir) yanlış davranışa sevk etmesinden kaçınılması gereken bir öfkeden bahsetmektedir.
Dipnotlar:
[1] Âli İmran, 3/ 134
[2] Nahl, 16/58
[3] Bakara, 2/30
[4] Çağrıcı, Mustafa, Gazap mad, DİA, C:XIII
[5] Montaigne, Denemeler,M.E.B, İstanbul 1992