25 Ağustos 2015

Ebu Hüreyre’den (ra) nakledilen bir hadiste Allah Rasûlü (sav) şöyle buyurmuştur: 

“Güçlü, güreşte gücünü gösteren değil, öfke anında nefsine (kendine) hâkim olandır.” (Buhârî, Edeb, 76)


Hadis-i şerif, Kur’ân’da müttakilerin özelliklerinden sayılan “öfkeyi yenme” hususuna işaret etmekte ve gerçek gücün, duyguların kabardığı zamanda insanın kendisini kontrol edebilmesi olduğunu bildirmektedir. Cenab-ı Hak takva sahiplerinin özelliklerini sayarken şöyle buyurur: “Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler ve insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmran, 134) Allah Rasûlü (sav) de bir hadislerinde, ayette yer alan “kezame” (engelledi, hapsetti) fiilini kullanarak, “Hiçbir kul, Allah katında, O’nun rızasını gözeterek öfkesini yutmasından daha faziletli bir lokma yutmuş değildir” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, 2, 128)

Rivayete göre İmam Cafer Sadık’ın, hizmetini gören kölesi bir gün, içi çorba dolu bir kaseyi yanlışlıkla imamın üzerine devirdi. Üstü başı çorba olan İmam öfke ile kölenin yüzüne bakınca köle, “Efendim, Kur’ân’da “öfkelerini yenenler” övülüyor diyerek yukarıdaki ayeti okudu. Bunun üzerine Cafer Sadık, “öfkemi yendim!” dedi. Köle tekrar Kur’ân’da “İnsanların kusurlarını bağışlayanlar” da övülüyor diyerek ayetin devamını okudu. İmam Cafer, “Haydi bağışladım seni” dedi. Köle, “Kur’ân’da “ Allah, iyilik eden kimseleri sever!” buyruluyor diyerek ayetin son kısmını da okuyunca Cafer Sadık, “Haydi git, artık hürsün, seni Allah için azat ettim” dedi.

Hz. Peygamber, kendisinden tekrar tekrar öğüt isteyen birisine, muhtemelen bu konudaki zaafını dikkate alarak, her defasında, “öfkelenme!” tavsiyesinde bulunmuş (Buhâri, Edeb, 26), yanında, birbirlerine hakaret ederek öfkeleri kabaran iki kişiye, “şeytandan Allah’a sığınarak öfkelerini yatıştırabileceklerini” (Buhârî, Edeb, 76) söyleyerek, kontrol edilemeyen öfkenin şeytanın kontrolüne geçeceğini anlatmak istemiştir. “Öfkeyle kalkan zararla oturur” diyen atalarımız da öfkenin ne büyük zararlara yol açtığı gerçeğini dile getirmişlerdir.

Günümüzde “öfke kontrolü” başlığı altında bilimsel çalışmalara da konu olan bu duygu patlamasının frenlenmesi konusunda uzmanların önerilerine kulak vermek son derece önemlidir. Buna göre; öfkeye yol açan durumları tespit ederek bunlardan kaçınmaya çalışmak, öfkeye teslim olmama konusunda kendimize telkinde bulunmak, karşıdakini dinleyip iletişim kanallarını açık tutmak, yapıcı eleştirilerle problemleri tartışarak çözmeye çalışmak, duyguları olumlu olarak ifade etme becerisi kazanmak bunlardan bazılarıdır. Kızgınlığı, bağırıp çağırarak, küfrederek ifade etme yerine, kızgınlığın sebebi makul ve haklı olsa bile, bunun her şeyin sonu olmadığını düşünmek, aşırı öfke tezahürüyle her şeyin düzelmeyeceğini bilmek, öfkeyi yenme konusunda kişinin kendisine yapabileceği mantıklı telkinlerdir. Her şeyin en olumsuzunu düşünüp, bir problem anında, örneğin, “Zaten sen her zaman böyle yaparsın” gibi kesin yargılarla karşımızdakini suçlamaktan kaçınarak, kendimizin de böyle bir durumla karşılaşabileceğimiz ihtimalini akla getirmek, öfke canavarını dizginleyebilecek başka bir tedbirdir.

Basit bir yol verme tartışmasının bile cinayetle sonuçlandığı bir ülkenin insanları olarak, şeytanın, öfke silahını kullanarak bizimle nasıl oyuncak gibi oynadığının farkına varmak zorundayız. Allah’ın bize verdiği akıl ve irade gücünün, aniden alevlenen duygularımıza esir olmasına engel olmalıyız.

Öfkeyi dizginlemenin bazı yollarını da sevgili Peygamberimiz öğretmiştir. O'nun bildirdiğine göre öfkeli insan ayaktaysa oturmalı, oturduğu yerde öfkesi geçmemişse yatmalıdır. (Ebu Davud, Edeb, 3) Allah Rasûlü (sav) başka bir hadislerinde de, öfkelenen kimsenin abdest almasını tavsiye etmiştir. (Ebu Davud, Edeb, 3) Bu konudaki başka bir tavsiyesi de öfkelenen insanın susmasıdır. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 239) Öfke sonucu ortaya çıkan olumsuzlukların pek çoğunun kızgınlık nedeniyle söylenen kötü söz ve hakaretler olduğu düşünülürse, bu son tavsiyenin önemi daha iyi anlaşılır. Hâkimin öfkeliyken iki kişi arasında hüküm vermemesi gerektiğini bildiren Allah Rasûlü (sav) (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 537) bu sözüyle öfkenin sağlıklı düşünmeyi engellediğini vurgulamak istemiştir. Öfkesine hâkim olmanın meşhur bir örneği Hz. Ali’ye nispet edilen bir olaydır. Bir savaşta düşmanını alt eden Hz. Ali, tam öldüreceği sırada onun yüzüne tükürmesiyle geri çekilmiş, sebebini soran düşmanına da “Seni Allah için öldürecektim. Yüzüme tükürünce nefsim ağır bastı ve seni kendi nefsim için öldürmek endişesiyle vazgeçtim” demiştir.

Toplumda meydana gelen pek çok üzücü olayın hâkim olunamayan öfke sonucu olduğuna hemen her gün şahit oluyoruz. Çeşitli sebeplerle başlayan aile içi tartışmaların doğurduğu öfkenin ne tür facialara yol açtığı, günlük rutin haberler arasındadır. Bilindiği gibi bu öfke, çoğu zaman, sadece eşlerle sınırlı kalmamakta, masum çocuklara kadar uzanarak onları da kurban olarak seçmektedir. Basit bir yol verme tartışmasının bile cinayetle sonuçlandığı bir ülkenin insanları olarak; şeytanın, öfke silahını kullanarak bizimle nasıl oyuncak gibi oynadığının farkına varmak zorundayız. Allah’ın bize verdiği akıl ve irade gücünün, aniden alevlenen duygularımıza esir olmasına engel olmalıyız. İnsani bir duygu olan öfkenin, doğal yansımalarının ötesine geçtiğinde nasıl yıkıcı bir etkiye sahip olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız. Bireylerden başlayarak, aile içinde, aşiretler hatta toplumlar arasında şiddet ve çatışmaya dönüşen öfke selinin nelere mal olduğunu iyi hesap etmeliyiz. “Keskin sirke küpüne zarar” atasözünün anlattığı gibi kontrolsüz öfkenin herkesten çok kendimize zarar vereceğini unutmamalıyız. En sakin insanları bile çileden çıkartacak olayların yaşandığı bu stres çağında, öfkemizde mazur görülecek kadar haklı olsak da Allah ve Rasûlü (sav)’nün emirlerini dikkate alarak nefsimizi dizginlemeyi başarmalı ve durumun hassasiyetini dikkate alarak daha olumsuz sonuçlar doğurması muhtemel durumlarda sorumluları Allah’a havale edip nihai hesaplaşmayı ilahî adalete bırakmalıyız.