Ölenin ardından konuşmak konusu, bilhassa onu kötülükleriyle anmak isteyenleri ikaz için söylenmiş gibidir. Birinin arkasından konuşmak nasıl, kötü konuşmalardan ibaret bütün artçı anlamları çağrıştırıyorsa, ölenin ardından konuşmak da öyle.
Ölen kişi, yaşasaydı ne konuşulmasını isterdi bıraktığı boşlukta?
Henüz ölmedik, ölümü kendi ölümlerimiz üzerinden tatmadık. Kendini bir an için, ölümün kapısından içeri girdiği ruhların yerine koymakla bu soruya cevap verilebilir. Kim, ayrıldığı bir memleketten, taşındığı evden ya da arkadaş sohbetinin sonrasında kötü anılmak ister ki?
Cümlenin ölümün ardından şeklinde gelmediğini hatırlayalım. Ölüm olgusu hakkında konuşulur. Pek çok insanın gözlemlediği, başkalarının ölümüne tanıklıkla tecrübe ettiği ölüm, gözlemlerden edinilen his ve düşüncelerle anlaşılmaya çalışılır. “Her nefis ölümü tadacaktır” (Ankebut, 57) ayetinin bize konuştuğu hakikatin bir yönü de bunu anlatır.
“Ölenin ardından konuşulmaz” ifadesi bir müddet bırakmaz insanı. Konuşulacaksa iyi halleri konuşulmalı diye düşünülür. Biri tutar da “o da iyi insan olsaydı” bakışına yaklaşmamızı istediğinde, genel hikmet çerçevesi bize, hayatın konuşulanlardan ibaret olmadığını, görülebilen sebep zincirleri kadar göremediklerimizle de iç içe olduğumuzu hatırlatır. “Bir de buradan bak” der gibi...
Nereden bilebiliriz ki bir insanın eylemlerinin bütün iç ve dış sebeplerini. O davranışın peşinden gittiği sırada ve sonrasında içinde batıp çıkan duygularını, pişmanlıklarını. Bir kendine ayan, bir de sığındığı yegâne Varlıkla olan paylaşımlarını.
Ölen insan, kim olursa olsun, sevdiğimiz ya da sevmediğimiz, söyleyemedikleri ya da kulak veremediğimiz pek çok girift izahın sahibidir. İnsan, kendini ve sevdiklerini anlamaya yakın dursa da bu böyledir.
Soruların ince kıvrımı bir yerden sonra yorarken, Peygamberimiz’in hayata ve insanlara bakışı aydınlatır yolumuzu. Yaşanmışlık isteriz hemen her cümlenin sonunda. Yaşamı tüm güzellikleriyle imar etmiş olan Efendimiz ise, cevap verir arayışlarımıza.
Ölenler ardından Efendimiz’in tavrını aradığımda, akla ilk gelen Osman b. Maz’ûn (ra) oluyor. Medine’de ilk vefat eden muhacirdir. Osman b. Maz’ûn’ un cenaze namazını Efendimiz’in kıldırması ve “ahirete ilk gidenimizdir” diyerek defnetmesinin ardından Ümmü’l-Alâ adlı sahabi “Allah’ın ona ikramda bulunduğundan şüphesi olmadığını” söylediğinde Rasûlullah (sav) uyarmıştı onu. Allah’ın Elçisi iken kendisine bile ne yapılacağını bilemediğini belirterek, sonrasıyla ilgili kesin sözleri uygun bulmadığını anlatmak istemişti. (Buhari, Cenaiz, 3, Sulh, 30)
Cenaze namazını kıldıran, kabrine defneden Efendimiz de olsa, ölen kişinin illa ki cennetlik/cehennemlik olduğunun kesinliğine delil sayılamıyor. Buradan öğrendiğimize göre ölüme tanık olan ya da duyanlar, ölen için cenneti murat edebilirler. Fakat bunun kesin bilgisini sunmak, Efendimiz tarafından yasaklanmıştır.
Bir başka örnek ise, ikilemlerini, düşünülmüş, kurgulamış amaçlarla ve bilinçli eylemlerle gerçekleştiren münafıklarla ilgili. Yanı başında dost görünürken, düşmanca duygular için bilinçli hazırlıklar yapan olma tercihini benimsemişlerdir.
Öylesinin bile ardından kötü konuşmaların uzamasına engel olan, “insanın kötü davranışlarından ibret alınması evladır” bakışını nazarlarımıza sunan, hayatımızın öğretmenidir Efendimiz. Davranışların bıraktığı kötü kokulardan uzak durulması, beğenilmeyen hallerin şahsiyetimizde iz bırakmaması için gayrettir asıl olan. (Bu çifte şahsiyetli insanlar için Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de dikkatlerimize sunduğu pek çok ayet (örneğin Münafikun Suresi 63/1-8; Tevbe Suresi 9/80) bir bakış açısı üslubu kazandırır.)
Bir tek ölmüşün ardından kötü konuşmamış müstesna insan, ölenin kötülüğünü hafızasında cilalama gayretini benimsememiştir.
Yıllar önce dedesini kaybetmiş genç bir kız sormuştu. “Dedem vefat etti, baş sağlığına gelenler öldüğü yerden dolayı arkasından konuşuyorlarmış ayrıldıklarında. Sonradan kulağımıza geldi söylenenler” diye üzüntüsünü belirtmiş ve dedesinin namaz kılan, oruçlarını tutan, etrafına da iyi davranan halim selim biri olduğu halde söyledikleri doğru olabilir mi? diye sormuştu. Söylenenlerden üzüldüğü, hayal kırıklığına uğradığı onun sesinde ne kadar da açıktı…
İnsan öleceği yeri ve zamanı ayarlayamaz elbet. Ayarlayabilmek için ne zaman öleceğini bilmesi gerekir. Hani söz açılsa, iyi ki de ölümün vaktini yerini ayarlamak kula bırakılmamıştır da denilebilir. Rahman her şeyin en hayırlısını bilir. İnsan böylesi bir konuda ancak, hayırlı olanı temenni eder.
Ölen insana karşı da sorumluluklarımız bitmez. Onu küçük düşürecek, incitecek, insanların zihninde soru işaretlerinin oluşmasına sebep olacak türdeki konuşmalar, ölenin ruhunu da yakınlarını da yaralar. Bize düşen, varsa ve biliyorsak duyarak ya da görerek tanık olduğumuz iyi taraflarını yâd etmektir. Zira bir kimseye şüphenin gölgesini bile düşürmemek duyarlılığı, Müslümanlığını güzelleştirmek isteyen her bireyin ahlakındandır.
Ölenin ardından kötü konuşulmaz, çünkü davranışların ve davranış sonrasında içte esen fırtınalardan haberimiz olmaz. Böyle birinin ardından konuşmalar, hikmetle bakmaktan uzaklaştırıp, egoların çarpıştığı bir sahneye dönüşebilir.
Ölen, kendini karşımıza geçip ifade edemez. Aydınlatılması gereken olayın iç yüzü, kötü konuşanların katkılarıyla anlaşılmaz bir hâl alabilir.
Atılan lekelerin çıkartılması bazen özür ile de mümkün olmaz. Peki, birine olumsuz bakışın atfedilmesiyle, insan kendi safiyetini koruduğunu mu sanır. Yakınlar bir de. Onlar incitilir. Kimse, kötü de olsa ölen yakını, onunla daha da kötülenmek istemez.
Kötü huy konuşuldukça kimilerinin duyarlılığı ibret almak olabilirken, hayata umursamazlık tarafından bakanlar için normalleştirme anlamı öne çıkabilir. Böylece, istenmese de kötülüğün sıradanlaşmasına katkı sağlanmış olur.
Özetle Efendimiz’in bizlere sunduğu örnekler, yokluğun bıraktığı soğuk boşluğun, sıcak izlerle doldurulmasından yana bir bakış veriyor. Yaşayanlara ölmeden önce iyi bir Müslüman olma yolunu açarken, ölenlere karşı da sorumluluğun ölmediğini gösteriyor.