Oryantalistlerin Hadis Literatürü Hakkındaki Görüşleri

Kronolojik Bir Analiz  (1848–1950 yılları arası)

Hadis literatürünün kaynaklık değerfi meselesi, hadis alanı dışında İslam hukuku, İslam tarihi, Kur’ân gibi başka sahalarda eserler veren oryantalistlerin de görüş belirttiği geniş bir mevzudur. Bu nedenle konu, bazı parametreler esas alınarak sınırlandırılmalıdır. 1848-1950 yılları arasında yapılacak bir sınırlandırma, hem kronolojik analize imkan vermesi, hem de oryantalist geleneğin hadise bakışını şekillendiren ‘kanaat önderleri’nin eser verdiği bir dönem olması itibarıyla uygundur. 

Bilindiği gibi, 1890 yılında Macar asıllı Ignaz Goldizher’in (1850–1921) ünlü eseri Muhammedanische Studien’in hadisle ilgili görüşlerine yer verdiği ikinci cildinin yayımlanmasının ardından Batı’da hadis çalışmaları İslam tarihi veya Hz. Peygamber’in hayatı ile ilgili eserlerin bir bölümünü teşkil etmekten çıkarak müstakil bir araştırma konusu haline gelmeye başlamıştır. Bu nedenle, oryantalistlerin hadis literatürünün sıhhati, dolayısıyla da menşei hakkındaki görüşlerini aktarmayı amaçlayan her çalışma daha önceki oryantalistlerin görüşlerine de değinmekle birlikte Goldziher’le başlayan döneme ağırlık vermek zorundadır.

Goldziher öncesi dönemde ele alınması gereken ilk kişi 1848 yılında Geschichte der Chaliphen adlı eserinde Buharî’deki hadislerin en azından yarısının reddedilmesi gerektiğini iddia eden ve Kur’ân’da Hz. Peygamber’in ölümlülüğünden ve İsrâ hadisesinden bahsedenler gibi bazı âyetlerin otantikliği hakkında şüphelerini beyan eden Gustav Weil’dır (1808–1889).  Ondan kısa bir süre sonra 1856 yılında Aloys Sprenger (1813–1893) 1861–1865 yılları arasında yayınlanan üç ciltlik eseri Das Leben und die Lehre des Mohammad’da hadis literatürünün sahte materyalden daha fazla sahih materyal içerdiğini ifade etmiştir. Hadis literatürünün sıhhati ile ilgili bu tür genel değerlendirmelerde bulunan bir diğer oryantalist ise The Life of Mahomet adlı eserinin girişinde hadislerin sıhhatini tespit etmek üzere birtakım kriterler tespit ederek oryantalistlerin müstakil olarak hadisleri tarihlendirme çabalarının ilk örneklerini veren İngiliz oryantalist William Muir’dir (1819–1905). Muir’e göre her ne kadar isnadda yer alan raviler hadis metninde birtakım tahrifler yapmış olsalar da, hadis literatürü büyük miktarda tarihî hakikatleri içermektedir. Goldziher öncesi dönemden görüşlerine değinilecek son kişi Türkçe'ye Abdullah Cevdet tarafından Tarîh-i İslâmiyyet adıyla 1908 gibi çok erken bir tarihte tercüme edilen Het Islamisme’de (1863) Sprenger ve Muir’den etkilenerek Buharî’deki hadislerin yarısının sahih olduğunu dile getiren Hollandalı oryantalist Reinhart Dozy’dir (1820–1883). Ona göre hadislerin yazımının hicrî II. asırda gerçekleşmesi hadis külliyatının uydurma hadis içermesine neden olmuştur. Dozy’nin eseri, vahiy olgusunu sara krizi şeklinde nitelemesi başta olmak üzere “dinî değerlerle alay ettiği gerekçesi ile toplumun her kesiminden büyük tepki almıştır.” (Hatiboğlu, “Osmanlı Aydınlarınca Dozy’nin Tarîh-i İslâmiyyet’ine Yöneltilen Tenkitler”, s. 202.)

Hadislerle ilgili çalışma yapan her oryantalistin kendisine mutlaka atıfta bulunduğu bir isim olarak ön plana çıkan ve hadis literatürü ile ilgili derin şüphelerini dile getiren Ignaz Goldziher, Dozy’nin Buharî’deki hadislerin en azından yarısının sahih olduğu şeklindeki görüşüne katılmaz. O, hadis literatürüne Dozy kadar itimat beslemediğini dile getirerek hadislerin büyük kısmının İslam’ın hicrî ilk iki asırda geçirdiği dinî, tarihî ve sosyal gelişmenin bir sonucu olduğunu iddia eder. Ona göre her görüş ve muhalifleri, “her rey ve heva, her sünnet ve bidat” ifadesini hadislerde bulmuştur. Goldziher’in birtakım ifadelerinden onun hadis literatürünün sahih materyal içerdiğini kabul ettiği izlenimi edinilse de aslında o bu konuda kesin bir açıklamada bulunmamakta sadece çok az sayıda hadisin Hz. Peygamber’e isnad edilebileceğini iddia etmektedir. Özellikle Schahct ve takipçileri tarafından sık sık dile getirilen temel iddia yani nebevî hadislerin başlangıçta kendisine başvurulan bir kaynak olmadığı tezi ile aynı doğrultuda yer alan sünnetin hukuki bir kaynak olarak otoritesinin zaman içerisinde arttığı fikri onda da mevcuttur. Goldziher’in çizdiği tablo hadis uydurmacılığın çok yoğun olduğu bir İslam toplumudur. Öyle ki, her grup ya kendi görüşünü destekleyecek birtakım hadisler uydurmuş veya mevcut hadislere kendi fikirleri doğrultusunda hadisin aslından olmayan ilaveler yapmış veyahut da muhaliflerinin hadislerini sansürlemiştir. Bu uydurma hadisleri ayıklamak konusunda isnad doğru olduğunda metindeki en bariz anakronizmleri dahi fark edememekle itham ettiği Müslüman alimleri başarısız bulmasından ise isnad müessesesine itimat etmediği anlaşılmaktadır.

Goldziher’le aynı dönemde yaşayan Hollandalı oryantalist C. Snouck Hurgronje (1857–1936) aynı Goldziher gibi hadis literatürünün ilk üç asırda İslam toplumunda hakim görüşleri yansıttığı görüşündedir. Yine “dinî amaçlarla sahtecilik” yapıldığı ve görüşlerine geçerlilik kazandırmak isteyenlerin bunları hadis şekline soktukları iddiasında da müşterektirler. Goldizher gibi Hurgronje de hadis literatürünün Eski ve Yeni Ahit’ten, Roma hukukundan unsurları içerdiğini kabul eder. Ona göre başka kaynaklardan alınan unsurların bir tehdit teşkil ettiği fark edildiğinde, alınan yeni unsurlar için bir ayıklama süreci başlamış, daha önce kabul edilip İslam’ın bir parçası haline gelen kısımlar ise asimile edilmiş, alındıkları kaynakları gösterebilecek işaretler yok edilerek “hadis” şeklinde adlandırılmıştır. Hadisler hakkındaki söz konusu ithamlarının beklenen bir sonucu olarak Hurgronje bu materyalin Hz. Peygamber'le ilişkilendirilmesini hayal ürünü kabul ederek hadislerden hareketle Hz. Peygamber’in hayatı ve öğretisinin inşa edilemeyeceğini iddia etmiştir.

Goldziher’in Müslüman alimlerin hadis metinlerindeki en bariz anakronizmleri fark edemedikleri şeklindeki iddiası Belçikalı oryantalist Henri Lammens (1862–1937) tarafından da dile getirilmiştir. Ona göre de iç tenkit/metin tenkidi yapılmaksızın sadece isnad tenkidi ile yetinildiği için rivayetlerdeki mantıki ve tarihî imkansızlıklar ile anakronizmler görmezden gelinmiştir. Birçok noktada olduğu gibi hadis uydurmacılığına yaptığı vurguyla da Goldziher ile aynı doğrultuda düşünen Lammens, Goldziher gibi Roma hukukunun birçok açıdan İslam hukukunu etkilediğini iddia eder. Ona göre hadis uydurmacılığı vasıtasıyla yabancı kaynaklardan alınan materyaller Hz. Peygamber ve sahabilere atfedilmekle kalmamış aynı zamanda tamamıyla asimile edilerek İslam hukukunun bütüncül ve orijinal bir hukuk olduğu izlenimi verilmiştir.

İslam hukukunun diğer sistemlerden alıntı yaptığını açık bir gerçek kabul eden bir diğer Batılı araştımacı David Samuel Margoliouth’dur (1858–1940). Kendisinden önceki çalışmalar arasında Muir ve Goldziher’i ilk sıraya yerleştifren Margoliouth’a göre Goldziher’in eserlerinde açıkladığı şekliyle hadis literatürünün gelişim süreci, her hadis karşısında “muhtemel hangi amaçla bu hadis uyduruldu” sorusunu akla getirmektedir. Sadece seleflerinden etkilenmekle kalmayıp kendisinden sonraki Batılı araştırmacılarından özellikle Joseph Schacht’ı etkileyerek Schacht üzerinden kendisinden sonraki oryantalist geleneğe tesir ettiği söylenebilecek Margoliouth’un bu bağlamda en etkili olduğu görüşü “sünnet” kavramının başlangıçta Kur’ân tarafından fesh edilmemiş cahiliyye âdetleri için kullanılan bir kavram olduğu iddiasıdır. Ona göre “sünnet” kavramının Hz. Peygamber’in uygulamaları için kullanımı yavaş ilerleyen bir sürecin sonucudur. Ona göre bu süreci gerekli kılan nedenlerden birisi de İslam coğrafyasının genişlemesinin bir sonucu olarak herkesin kendi âdet ve geleneklerini uygulamasının sebep olacağı kargaşayı önleme isteğidir. Margoliouth’un ifadelerinden onun, “ismet” sıfatı ile gayr-ı metluv vahiy anlayışının Hz. Peygamber’in sünnetinin bir hukuk kaynağı olmasına zemin hazırlamak için kabul edilmiş nazariyeler şeklinde gördüğü anlaşılmaktadır ki aslında gayr-ı metluv vahiy bağlamında benzer bir iddia Goldziher tarafından da dile getirilmiştir. Sünnetin otorite kazanması ile başlayan süreç yani toplumda mevcut uygulamaların Hz. Peygamber’e atfedilerek sünnet haline getirilmesi üzerinde duran Margoliouth’a göre, her ne kadar Buharî sıkı kuralları ile hadisler arasında bir ayıklamaya gitmek istemişse de onun sahih kabul ettiği hadislerin bu niteliği taşıdığı son derece şüphelidir.

Batı’da 1950 öncesi dönemde hadis literatürü ile ilgili görüş bildiren bir diğer oryantalist esasen sîre literatürü ile ilgili çalışmaları ile tanınan Josef Horovitz’dir (1874–1931). Fakat kendisinin de belirttiği gibi bu iki literatürü birbirinden tamamen ayrı kabul etmek mümkün değildir. Horovitz, İbn İshak’ın (85/704–151/768) isnad kullanımından hareketle isnadın kronolojisini tespit etmeye çalışmıştır. Ona göre isnad hicrî I. asrın son çeyreğinde kullanılmaya başlanmıştır. Her ne kadar bu oryantalistler arasında isnad için verilen nispeten erken bir tarihse de G. H. A. Juynboll gibi isnad için benzer tarih veren oryantalistlerin aksine Horovitz, hadislerin ‘kaynağını’ tespit etmede isnaddan yararlanma konusunda şüpheci bir tutum sergilemiştir. Horovitz isnad kronolojisi ile seleflerinden ayrılsa da İslam’ın başka din ve kültürlerden unsurları bünyesinde bulundurduğu düşüncesinde onlardan ayrılmamış ve İslam’ı “senkretizmin galip olduğu bir saha” şeklinde nitelemiştir.

Hadis literatürü ile ilgili görüş beyan eden bir diğer Batılı araştırmacı olan Alfred Guillaume (1888–1965) hadis literatürünün uydurma faaliyetleri, politik ve dinî fırkaların eğilimlerini yansıtması ve ayrıca rivayet esnasında meydana gelebilecek hatalardan hareketle hadislerin ancak birkaçının atfedildiği otoriteye ait olabileceğini iddia ederek seleflerinden farklı bir kanaat öne sürmemiştir. Bununla birlikte hadis literatürü ile ilgili The Traditions of Islam adında müstakil bir çalışması olması sebebiyle burada isminin bu bağlamda zikri zaruridir.

Aynı iddiayı ünlü Concordance projesinin önde gelen ismi Hollandalı oryantalist Arent Jan Wensinck (1882–1939) de dile getirmiştir. Hollanda şarkiyat geleneği üzerine yapılan bir çalışmada, Hz. Muhammed (sav) ve Medine Yahudileri konulu doktora tezi sırasında hadisin İslam ilahiyatı için önemini fark ettiği ve bu nedenle hadislerin İslam çalışmalarında gereği gibi kullanılmasını sağlamak için Concordance projesine yöneldiği ifade edilen Wensinck, İslamiyet’in fetihlerle hızla Arabistan dışına yayılması ile dar Medine çevresi için sınırlı sayıda düzenlemeler getiren Kur’ân dışında bir kaynağa ihtiyaç duyulduğunu ve bunun da Roma ve Yahudi hukuku, Hıristiyan ahlakı ve asketizmi, Hellenizm’den alınan unsurlarla telafi edildiğini iddia ederek söz konusu alıntıların hadis litaratüründe mündemiç olduğunu iddia etmiştir. Wensinck’e göre hadis litaratürü sadece başka kültürlerden ödünç alınmış unsurları değil aynı zamanda Goldziher’in gösterdiği gibi birbirine muhalif grupların uydurduğu hadisleri de içermektedir ki, Wensinck bu nedenlerle hadisleri İslam inanç tarihi için vazgeçilmez bir kaynak kabul eder. Kur’ân’ı Hz. Peygamber’in eseri kabul eden Wensinck’e göre hadisler ondan sonraki İslam toplumunun eseridir ve bu da, Müslümanlar arasında bu kadar “popüler” olmalarının muhtemel nedenidir.

Hadis literatürü ile ilgili görüş beyan eden bir diğer Batılı araştırmacı olan Alfred Guillaume (1888–1965) hadis literatürünün uydurma faaliyetleri, politik ve dinî fırkaların eğilimlerini yansıtması ve ayrıca rivayet esnasında meydana gelebilecek hatalardan hareketle hadislerin ancak birkaçının atfedildiği otoriteye ait olabileceğini iddia ederek seleflerinden farklı bir kanaat öne sürmemiştir. Bununla birlikte hadis literatürü ile ilgili The Traditions of Islam adında müstakil bir çalışması olması sebebiyle burada isminin bu bağlamda zikri zaruridir.

Buraya kadar ismi geçen oryantalistlerin ortak bir şüpheci tavrı benimsediği görülmektedir. Fakat bu noktada kendisinden önceki oryantalistlerin hadis literatürüne yönelik şüpheci tutumunu eleştiren ve seleflerinin aksine Hz. Peygamber’in en baştan itibaren İslam toplumu için takip edilecek bir ideal teşkil ettiğini kabul eden Johann Fueck (1894–1974) farklı bir tavır sergilemiştir. Fueck, muhalif grupların görüşleri ile dolu bir hadis literatürü yerine bağımsız ve tarafsız hadisçiler üzerine vurgu yaparak hadislerin birleştirici yönüne işaret eder. Fueck’e göre hadis literatürünün sonraki nesillerin algılarını yansıtan bir külliyat olarak görenler Hz. Peygamber’in inananlar üzerindeki derin etkisini görmezden gelmektedir ve hadislerin farklı kültürlerden alınan unsurlardan oluşan bir “mozaik” olarak görmektedirler. Neticede hadisler aksi ispat edilene kadar uydurma kabul edilmektedir. Halbuki ona göre hadisçiler her ne kadar tüm uydurma hadisleri elemekte başarılı olamamışlarsa da hadis literatürü sahîh materyalleri de içermektedir. Zira Hz. Peygamber’in vefatından elli yıl sonra başlayan hadis toplama faaliyetleri sırasında sadece genç sahabe hayattadır ve bu nedenle hadis müdevvinleri bu sahabelerden rivayetlerde bulunmuşlardır. Bu bağlamda Hz. Peygamber’e çok yakın olan Hz. Ebû Bekir ve Ömer gibi sahabenin çok az hadis rivayetinin olması hadisçilerin güvenilirliğinin bir delilidir. (Fueck burada hadisçilerin iddia edildiği gibi uydurma faaliyeti ile meşgul olsalardı, hadisleri genç sahabeye değil de Hz. Peygamber ile yakınlığı bilinen sahabilere isnad edecekleri zira bu durumun hadislerine daha fazla güvenilirlik katacağı ama hadisçilerin bu tür bir yola tevessül etmemelerinin onların güvenilirliğini kanıtladığı fikrinden hareket etmektedir.) Bununla birlikte Fueck hadislerin rivayet kanallarının ancak hicrî II. asrın ilk yarısına kadar takip edilebileceğini bu tarihten öncesi için somut kanıtların olmadığı görüşündedir. Sünnetin kökenlerinin hicrî I. asırda bulunduğunu kabul etmekle beraber zaman içerisinde üzerinde birtakım değişiklikler ve ilaveler yapıldığını da iddia eder. Fakat Fueck bu noktada yine farklı bir tutum sergileyerek birçok durumda bu değişiklerin gerisindeki otantik özün birtakım kriterlerle tespit edilebileceğini kabul etmektedir.

Her ne kadar buraya kadar ismi geçen oryantalistlerin görüşleri ile Goldziher’inkiler arasında önemli bir fark olmadığı anlaşılsa da -elbette Joahnn Fueck istisnasıyla- kendisinden sonraki Batılı araştırmacılar üzerinde Goldziher’in halefleri üzerindekine benzer bir etki bırakan Joseph Schacht (1902–1969) Goldziher’in bulgularının ihmal edilmesinden şikayet ederek standartların düşürüldüğünü ifade eder. Elbette burada o, standartların düşürülmesi ile hadislere yönelik şüpheci tutumun terk edilmesini kastetmektedir. Kendi eserlerinin Goldizher’in çalışmalarının bir devamı olarak kabul edilmesini isteyen Schacht’ın ulaştığı sonuçların dayandığı temel, kendi ifadesiyle Goldizher’in hadislerin Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerini nakleden haberler olmayıp hicrî II. asırda İslam toplumunda yaşanan gelişmelerin ve hakim fikirlerin yansıması olduğu şeklindeki iddiasıdır. Schacht’a göre hadislerin İslam hukukunda geçerli bir kaynak olması ve rey karşında üstün bir otorite kazanması ancak İmam Şafiî (150/767–204/820) ile başlamıştır ve bu otoritenin kabul edilmesi ile de sonraki elli yıllık zaman diliminde yoğun bir merfu hadis dalgası yaşanmıştır. Schacht bu ithamının bir gereği olarak, merfu hukuki hadislerin hicrî II. asrın ortalarında ortaya çıktığını kabul etmektedir. Sahabeye ait hukuki hadisleri ise (mevkuf haberler) daha erken bir döneme, hicrî II. asrın başlarına tarihler. Bu tarihlendirmesinden de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber’in hadislerinin hukuki bir kaynak olarak benimsenmesinin çok geç bir tarihte vuku bulduğunu kabul etmekte ve sahabeye dair haberlerin ise daha erken tarihli olduğunu yani Hz. Peygamber dönemine daha yakın olduğunu ifade etmektedir. Fakat işaret edildiği üzere sahabe haberleri için verdiği tarih de hicrî 100 yılından daha öncesine gitmemektedir ve burada onun başka bir iddiası daha karşımıza çıkmaktadır. Schcaht’a göre sahabeye atfedilen haberler arasında da otantik olanları bulmak mümkün değildir ve ancak sahabeden sonraki nesil yani tabiîn nesli ile ilgili sahih hukuki haberler bulunabilir. Schacht’ın ithamları bu haliyle dahi derin sonuçlar içermektedir. Fakat inanç meseleleri ile alakalı hadislerin hukuki hadislerden daha eski bir tarihi olduğunu kabul etmekle birlikte bu hadislerin hepsinin ilk asra tarihlenemeyeceği şeklindeki iddiası ve hukuki hadislerle ilgili ulaştığı sonuçları tarihî rivayetlere teşmil etmesi göz önünde bulundurulduğunda, iddialarının sanıldığından da vahim sonuçları içerdiği anlaşılacaktır. Schacht kendisinden sonraki şarkiyat araştırmaları üzerinde çok etkili olmuş hatta ondan sonraki oryantalistler Schacht’ın sonuçlarını kabul edenler veya etmeyenler şeklinde yani ona göre konumlandırılmıştır.

Buraya kadar hadis literatürü ile ilgili görüşlerine kısaca yer verilen oryantalistler Batı’daki İslamiyat araştırmalarının ana çizgisini teşkil eden şahsiyetlerdir. Schacht’ın bir dönüm noktası olarak kabul edilmesi ise sadece onun halefleri üzerindeki derin etkisi değil aynı zamanda iddialarıyla bir reaksiyona sebebiyet vermesi ve bu anlamda da literatürü şekillendirmesi nedeniyledir. Onun da dâhil olduğu dönemin şarkiyat çalışmalarının müşterek iddiası Hz. Peygamber hayattayken ve onun vefatının ardından Müslümanların kabul ettiği gibi yoğun bir hadis rivayet faaliyeti ve bu yönde sistematik ilmî çabanın olmadığı şeklinde özetlenebilir. Bu nedenle hadis literatürüne umumi bir itimat duymamakta ve onu Hz. Peygamber’le asla direkt olarak ilişkilendirmemektedirler. Fakat tutumları hicrî I. asrı, hakkında herhangi bir söz söylenemez kapalı bir dönem haline getirerek sadece çözümsüzlük üretebilmiştir. Bu durumun farkına vararak tespit ettikleri birtakım kriterlerle hadislerden faydalanma yoluna giden Batılı araştırmacılar ise Schacht’ın “standartları düşürdükleri” şeklindeki ithamlarına maruz kalmışlardır.


 

Bibliyografya