Peygamber Kokusu

01 Aralık 2014

“Yetimi himaye eden kimseyle ben, cennette şöyle yan yana bulunacağız.” (Buharî, Edep, 24)


Sekiz yaşlarında; küçük bir çocuk. Mekke’de. Yürüyor bir tabutun ardınca. Acı ve ıstırap içinde. Sızlanıyor. Babasını hiç görmemişti. O daha dünyayı teşrif etmeden birkaç hafta evvel vefat etmişti babası. Dede kucağında bulmuştu baba kokusunu, şefkatini, himayesini. Muhammed (ilahi-salâtu ve s-selâm) koymuştu adını dedesi; gökte melekler yerde insanlar övsün istemişti.

İki yıl önce, dayılarını ziyaretten dönerken Ebvâ’da, annesi vefat etmişti. Canından çok sevdiği anneciğinin ölümüyle gözyaşlarına boğulmuştu. Henüz altı yaşındaydı. Büyük bir tasa ve hüzün taşıyordu, Ümmü Eymen’le birlikte Mekke’ye dönerken. Bütün dünyası olmuştu dedesi.

Ne zaman şehir meselelerini konuşmak için bir meclis kursa dedesi, oyuncaklarını bir kenara atarak otururdu yanı başına. Amcaları engel olmak isteseler de “Bırakın” derdi onlara, “O kendini büyük bir insan yerine koyuyor; o kadar akıllı ki ümit ederim bir gün büyük bir adam olacak.”

Emniyet demekti dedesi; güven, şefkat, sevgi demekti; anne-baba, yuva demekti.

Şimdi, büyük bir kalabalığın ortasında, dedesinin tabutunun ardından yürüyor sekiz yaşında bir çocuk. Ağlıyor.

Amcası Ebû Talib'e emanet etmişti dedesi onu. Şefkatliydi, merhametliydi, cömertti amcası; ama yetimdi kendisi. Sığınmıştı amcasının himayesine. Her sabah, amcasının çocukları kahvaltı sofrasına üşüşüp ne var ne yok kapışırlarken, uzanamazdı o yiyeceklere. Amcası, O’na ayrı sofra kurdururdu. Anne gibi davranırdı yengesi de; kendi çocuklarını bir kenara bırakarak O’nu besler, saçlarını tarardı.

Peygamber emaneti vardır yetime açılmış kucaklarda. Şefkatin güzelliği, yetimde kristalleşir. İncelir, durulur yetimi koruyup gözeten kalpler. Cennetten bir esinti vardır yetimi himaye eden evlerde. Yetimin başını okşayan ellerde Peygamber kokusu.

O yetim çocuk, amcasının himayesinde büyümüş, genç olmuş, çobanlıkla başlayıp ticaretle devam eden iş hayatına atılmış, evlenmiş, baba hatta dede olmuş. Peygamberlik verilmiş. Devlet başkanı olmuş. Rasûlullah Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) yazmış mühründe. Hep vefa ile yâd etmiş yetim bir çocukken kendisine uzanan şefkat ellerini.

Yengesi Fâtıma vefat ettiğinde kefen için gömleğini vermiş, cenaze namazını bizzat kendisi kıldırmıştı. Mübarek eliyle kabre indirmiş, oraya alışıp ısınması için kendisi de bir süre uzanıp yatmıştı. Bunun karşısında arkadaşları şaşkınlıklarını gizleyemeyip “Ey Allah'ın Rasulü! Böylesine yaşlı bir kadının ölümünden ne diye bu kadar üzüntü duyuyorsun?” dediklerinde şöyle cevap vermişti: “Nasıl duymayayım? Ben onun yanında yetim bir çocuk olarak sığınmış bulunurken o, çocuklarını aç tutar beni beslerdi, benim saçlarımı taramak için kendi çocuklarını bir kenarda bırakırdı; hâsılı o benim annem gibiydi.” (M. Hamidullah, İslam Peygamberi 1/45-46; Hüseyin Algül, Hz. Muhammed, s. 19)

Peygamberimiz’in çocukluğunun emanetidir bize yetimler.

Gecenin içine düşen kar gibidir yetim kalbi inciten sözler. Katılaşır, bir buza dönüşür soğuğunda zifiri karanlığın. Üşür iki heceye hasret dudaklar. Gözlerinde o iki hecenin hüznü, susar. Isıtır belki bedeni bir ocak başı; lakin yetim kalmış yüreği? Bir amca eli olsa baba eli gibi, dokunduğunda emniyet yağsa, alıp götürse korkuları. Bir barınak olsa dede evi gibi, şımarsa, nazlansa içinde, oynasa, büyüse. Bir cennet bahçesi olsa anne yüreği gibi, bir yenge, teyze, hala olsa; sarsa, sarmalasa, ısıtsa.

Peygamber emaneti vardır yetime açılmış kucaklarda. Şefkatin güzelliği, yetimde kristalleşir. İncelir, durulur yetimi koruyup gözeten kalpler. Cennetten bir esinti vardır yetimi himaye eden evlerde. Yetimin başını okşayan ellerde Peygamber kokusu.