İlahiyatçı Fatma Bayram'ın geçtiğimiz hafta bu köşede yayınlanmaya başlayan ve İslam'ın iman esaslarından "Peygamberlere İman" maddesini konu alan yazısının bu hafta ikinci bölümünü sizlere sunuyoruz. Yazının diğer bölümleri de önümüzdeki haftalarda sitenizde olacak.
Yazının birinci bölümüne bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Allah'ın gönderdiği peygamberlerin getirdiği mesajlar her peygamberin kendi halkının dilinde olmuştur. Bunun için de her peygamber gönderildiği toplumun içinden seçilmiş, onların yakından tanıdığı -dolayısıyla karakterini, güvenilirliğini bildikleri- biri olmuş ve onların diliyle konuşmuştur. |
Kur'ân-ı Kerîm'in pek çok yerinde vurgulandığı gibi peygamberler de insandır. Onlar da diğer insanlar hangi şartlarda yaşarsa öyle yaşarlar. İlahî emir ve yasaklarla yükümlü olmak konusunda da diğer insanlar gibidirler. Bununla birlikte onlarda insan olmanın da ötesinde peygamber olmalarının zorunlu sonucu olarak bir takım sıfatlar bulunur. Bu sıfatlar şunlardır:
Peygamberlerin sayılan peygamberlik vasıflarına tamamen sahip bulundukları tartışılmaz bir şekilde kesindir. Peygamberlerin muhatabı olan çağdaşları getirdikleri mucizelerden daha çok onların sayılan kişilik özelliklerinden etkilenmişler ve onlara iman edenlerin çoğu bu vesileyle iman etmişlerdir. Bir insan hem peygamber, hem yalancı; hem peygamber, hem güvenilmez; hem peygamber, hem ahmak; hem peygamber, hem keyfî davranan ve kendisine bildirileni kısmen veya tamamen saklayan veya değiştiren olarak düşünülemez. Bu düşünce peygamberliğin doğasına aykırıdır.
Vahiy ile kalpte beliren bilgi demek olan ilham arasında fark vardır. Vahiy peygambere gelir, Allah tarafından korunur ve gözetim altında peygambere ulaşır. İlham ise korunmuş değildir, yanılma payı vardır. |
Peygamberlik ve Vahiy
Vahiy "Allah Teala'nın dilediği şeyleri peygamberlerine, mahiyeti bizce tam bilinemeyen bir yolla bildirmesi, Allah Teala ile elçisi arasında bir çeşit gizli ve süratli haberleşme, Allah'ın elçisinin kalbine indirdiği şey" demektir. Peygamberlik ve vahiy birbirinden ayrılmayan iki kavramdır. Allah'tan vahiy almayan peygamber düşünülemez. Vahyin nasıl gerçekleştiğini sadece onu yaşayan peygamber bilir. Ancak vahyin geliş şekilleri ve peygamberde meydana getirdiği etkiler o sırada bu olaya şahit olanlar tarafından gözlemlenebilmiştir.
Allah'ın gönderdiği peygamberlerin getirdiği mesajlar her peygamberin kendi halkının dilinde olmuştur. Bir insana düşüncelerimizi açıklamak için bunları onun bildiği lisanla anlatmanın dışında bir yöntem henüz mevcut değildir. Bunun için de her peygamber gönderildiği toplumun içinden seçilmiş, onların yakından tanıdığı -dolayısıyla karakterini, güvenilirliğini bildikleri- biri olmuş ve onların diliyle konuşmuştur. Hatta peygamberlerin getirdiği mucizeler dahi yaşadıkları toplumda revaç bulan konularla ilgili olmuştur. Bu gerçek, dini anlamaya çalışırken o dinin doğduğu coğrafyayı ve toplum yapısını göz ardı etmememiz gerektiğini gösterir. Fakat yeryüzünde bir başlangıç yapabilmek için bir başlama noktasının gerekli olması o inancın ve kültürün o coğrafyayla sınırlanmasını ve yerelliğini zorunlu kılmaz. Diller, mekânlar, sınırlar bizim var oluşumuzun zorunlu unsurlarıdır. Bu kayıtlarla sınırlı olmayan bir makamdan gelen ilahî bilgi, muhatabının taşıdığı zorunluluklar nedeniyle bir coğrafyayı ve bir kültürü kendisine başlangıç noktası olarak seçme durumundadır. Anlatacağımız sözün, muhatabımızın zorunlu kapasitesinin ve sınırlarının çerçevesi içinde kalmaya mahkum oluşu da bundandır.
Vahiy ile kalpte beliren bilgi demek olan ilham arasında fark vardır. Vahiy peygambere gelir, Allah tarafından korunur ve gözetim altında peygambere ulaşır. İlham ise korunmuş değildir, yanılma payı vardır.
Mucize
Mucize, "Yüce Allah'ın, peygamberlerini doğrulamak ve desteklemek için yarattığı, insanların benzerini getirmekten aciz kaldığı olağanüstü olay"dır. Bir peygamberin peygamberliğini ispat, ancak hiç şüphe taşımayan kesin bir delille mümkün olabilir. Bu kesin delil de, ya onun gösterdiği mucizeyi görmek veya kesin bilgi ifade eden mütevatir bir haberle o mucizeden haberdar olmaktır.
Tabiat kanunlarının geçerliliğini ve etkilerini kısa ve geçici bir süre için durduran mucizenin mahiyeti, pozitif bilimlerle açıklanamaz. Ancak, bu evreni yaratan ve onun işleyiş kurallarını belirleyen, her şeyin sahibi, Kadîr-i Mutlak (gücü herhangi bir şeyle sınırlanamayan) Allah'ın dilediği zaman, dilediği kişi için kendisinin koymuş olduğu bu kuralların dışına çıkmasının mümkün olabileceğine iman eden bir akıl mucizeyi kabul edebilir.
Kur'ân-ı Kerîm'de pek çok peygamberin mucizesinden bahsedilir. Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğini ispat eden mucizeler ise üç başlık altında incelenir. Bunlardan birincisi Peygamberimizin en büyük mucizesi olarak kabul edilen ve akıllara hitap eden Kur'ân mucizesidir. Kur'ân her çağın akıl sahiplerine hitap eden, akıllara durgunluk verecek derecede büyük ve edebî, kıyamete kadar devam edecek bir mucizedir. Kur'ân-ı Kerîm, hem söz hem de anlam yönünden mucizevîdir. O, Arap edebiyatının zirvede olduğu bir dönemde inmiş, Araplara kendisinin bir benzerini getirmeleri için meydan okumuş, üslûbu, şaşırtıcı nazmı, fesahat ve belagatiyle onları aciz bırakmıştır. Devrin en ünlü şairleri Kur'ân'dan sonra onu aşacak bir söz söylenemez diyerek şiiri bırakmış, ona iman etmeyenler dahi üslûbunun mucizevî etkisinden kurtulamamışlar ve onunla söz yarışına girmeyi terk etmişlerdir. Ümmî bir peygamber olan Hz. Muhammed (sav)'in Allah'tan aldığı vahiy ile getirdiği Kur'ân ilmî açıdan da en yüksek gerçekleri kapsamaktadır. Bilim ve tekniğin çok sonra ulaştığı gerçekleri Kur'ân asırlar önceden haber vermiş, hiçbir buluş ve bilimsel gelişme, onun içeriği ile ters düşmemiştir. İkinci olarak Hz. Peygamber'in yaşadığı dönemdeki insanlara gösterdiği, duyu organlarıyla algılanabilen olağanüstü olaylar hissî mucizeler olarak kabul edilir. Bu konuda kaynaklarda pek çok rivayet vardır. Son olarak da Hz. Muhammed (sav)'in her hangi bir eğitim ve öğretimden geçmediği halde geçmiş ve geleceğe dair vermiş olduğu haberler de O'nun mucizelerinden sayılmaktadır.
İlk peygamber Hz. Âdem'den son peygamber Hz. Muhammed'e kadar gönderilen peygamberlerin sayısı hakkında Kur'ân'da kesin bir bilgi bulunmamaktadır. (Mü'min 40/78) Hz. Muhammed'in bir hadisinde peygamberlerin sayısı 124.000 olarak bildirilmiştir. |
Kur'ân'da Adı Geçen Peygamberler
İlk peygamber Hz. Âdem'den son peygamber Hz. Muhammed'e kadar gönderilen peygamberlerin sayısı hakkında Kur'ân'da kesin bir bilgi bulunmamaktadır. (Mü'min 40/78) Hz. Muhammed'in bir hadisinde peygamberlerin sayısı 124.000 olarak bildirilmiştir. Müslümanlar peygamberlerin sayısı ile ilgili bir rakam belirlemeksizin Hz. Âdem'den Hz. Muhammed'e kadar gönderilmiş bütün peygamberlere iman ederler.
Kur'ân'da adı geçen peygamberler şunlardır: Adem, İdris, Nuh, Hûd, Salih, Lut, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub, Yusuf, Şuayb, Harun, Musa, Davud, Süleyman, Eyyub, Zülkifl, Yunus, İlyas, Elyesa', Zekeriya, Yahya, İsa, Muhammed.
Bu peygamberlerden beş tanesi Kur'ân-ı Kerîm'de ulu'l-azm (azim sahibi) peygamberler olarak nitelendirilirler (Şura 42/13, Ahzab 33/7). Hz. Muhammed, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsa'ya ait bir vasıf olarak zikredilen ulu'l-azm ifadesi, aldıkları ağır görev ve yüklendikleri sorumluluk karşısında herhangi bir yılgınlık göstermeden, dini insanlara tebliğ görevini yerine getiren, bütün zorluklara göğüs germede azim ve sebat gösteren peygamberler demektir.