I-PEYGAMBERLİK
Tarih Boyunca Peygamberlik
İbadet biçimleri zamana ve toplumların sosyal şartlarına bağlı olarak değişiklik göstermekle birlikte, bütün dönemlerin insanları Allah'a itaatlerini, O'na karşı görevlerini yerine getirmeye çalışmışlardır. Bu yüce varlığın isimlendirilişi zaman ve mekân değiştikçe değişmiş ama öz olarak aşkın ve kutsal, her şeye gücü yeten bir yaratıcı tasavvuru değişmemiştir. |
Ulaşılabilen ilk dönemlerden itibaren en eski kalıntılara bakarak bir değerlendirme yapıldığında, insanın daima her şeyin rabbi ve yaratıcısı yüce bir varlık bulunduğunun bilincinde olduğu görülür. İbadet biçimleri zamana ve toplumların sosyal şartlarına bağlı olarak değişiklik göstermekle birlikte, bütün dönemlerin insanları Allah'a itaatlerini, O'na karşı görevlerini yerine getirmeye çalışmışlardır. Bu yüce varlığın isimlendirilişi zaman ve mekân değiştikçe değişmiş ama öz olarak aşkın ve kutsal, her şeye gücü yeten bir yaratıcı tasavvuru değişmemiştir.
Yine her dönemde insanları hakka tabi olmaya; çıkarlara ve atalarından tevarüs edilen yanlışlara göre hareket etmemeye davet edenler de eksik olmamıştır. Genellikle bu ıslahatçılar kendilerinin ilahî bir görevle geldiklerini ilan etmişlerdir. Onların halklarına vermiş oldukları Kutsal Kitaplar'a Rabb'imiz Allah tarafından vahyedilmiş, ilham edilmiş ilahî eserler olarak bakılmıştır. Fakat katliamlar, soykırımlar, kardeşler arası iç savaşlar, sürgünler bu ilahî mesajların neredeyse tamamının ortadan silinmesine sebep olmuştur.
Tarihi süreç içerisinde Allah'ın gönderdiği dinler insanoğlunun elinde şekilden şekle girmişti. Hazreti İsa'nın doğduğu tarihten sonraki 6. yüzyılın sonlarında dünyanın bilinen bölgelerindeki belli başlı inanış biçimlerini incelediğimizde başlıca üç ana guruba ayrıldıklarını görüyoruz:
İnsanlar Allah'ın kendisini anlattığı ilahî kaynaklardan uzaklaştıkça Allah'tan uzaklaşmış olmamışlar; aksine doğru bir Allah tasavvurundan uzaklaşmışlardır. İnsanlar Allah'a inanmadıklarında hiçbir şeye inanmaz hale gelmemişler, tersine her şeye inanır hale gelmişlerdir. Hatta zaman zaman peygamberler Allah ile kurdukları iletişim sebebiyle ilahî varlığın yeryüzünde bedenleşmesi olarak algılanmışlar ve insanlar kendi zihinlerinde yaratanla yaratılan arasındaki sınırı koruyamamışlardır.
İnsanlar Allah'ın kendisini anlattığı ilahî kaynaklardan uzaklaştıkça Allah'tan uzaklaşmış olmamışlar; aksine doğru bir Allah tasavvurundan uzaklaşmışlardır. İnsanlar Allah'a inanmadıklarında hiçbir şeye inanmaz hale gelmemişler, tersine her şeye inanır hale gelmişlerdir. |
Her metafizik düşünce sisteminin, her dinin kendi terimleri ve kendine özgü yorumları vardır. Bu terimlere ve yorumlara aşina olmadan o sistem hakkında bir kanaate varmak mümkün olmamakla beraber bazı yorum ve izahların akıl karşısında diğerlerinden daha iyi konumda ve mantıken de daha tutarlı bulunduklarını söylemek mümkün. Ayrıca bir dini değerlendirirken hitap ettiği insana hangi düşünce ve hayat biçimini önerdiğine de dikkat edilmeli. Hem yaşanabilirlik hem de ahlakilik açısından insan fıtratına uygunluk gözlemlenebilmelidir. Evrensel olma iddiasındaki bir din yeryüzündeki her insan tipine hitap edebilmeli, her düzeydeki insanın ihtiyaçlarını dikkate almalı ve her ahlak seviyesindeki insanı istenilen dürüst ve erdemli bir hayata muvaffak kılmanın asgari yollarını gösterebilmelidir. Bir dinin fevkalade başarısı zaten fevkalade bir ahlaki kapasitede olan insanlara yönelik düzenlemeleriyle değil, sıradan ve ortalama insana da erdemli olma yollarını gösterebilmesiyle mümkündür.
Son Peygamber'in getirdiği kitap daha onun sağlığındayken insan hafızası yanında yazıyla da kaydedilmiş ve üzerinde hiçbir ihtilaf olmaksızın bugüne kadar ulaşmıştır. İnsanlığın elinde bulunan kutsal metinler arasında peygamberinin yaşadığı dönemle tarihlenebilen başka hiçbir örnek yoktur. Allah'ın Son Peygamberi'yle yaptığı çağrı Kur'ân sayfaları arasında ilk günkü berraklığıyla bizlere seslenmektedir.
Peygamber Kavramı ve Peygamberlere İman
Allah'ın kulları arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği ‘elçi'ye peygamber denir.
Allah ile insan arasındaki ilişkileri düzenleyen din ne beş duyu verileriyle ne de akılla "kurulmaz". Din, Cenab-ı Hak tarafından konulur ve bir peygamber vasıtasıyla insanlara bildirilir. Peygamberler de bu makama, kendi gayretleriyle değil Cenab-ı Hak'kın takdir ve tayiniyle seçilmişlerdir. Dolayısıyla peygamberlere duyulan saygı ve gösterilen bağlılık Allah'ın seçimine duyulan saygının doğal bir sonucudur. |
Cenâb-ı Hak insanlara doğru yolu göstermek için din, dini tebliğ etmek için de peygamberler göndermiştir. Allah ile insan arasındaki ilişkileri düzenleyen din ne beş duyu verileriyle ne de akılla "kurulmaz". Din Cenâb-ı Hak tarafından konulur ve bir peygamber vasıtasıyla insanlara bildirilir. Peygamberler de bu makama, kendi gayretleriyle değil Cenâb-ı Hak'kın takdir ve tayiniyle seçilmişlerdir. Dolayısıyla peygamberlere duyulan saygı ve gösterilen bağlılık Allah'ın seçimine duyulan saygının doğal bir sonucudur.
Peygamberlik kurumu insanoğlunun iradesine bırakılmış bir konu değildir. Allah Teala peygamber gönderip göndermemeyi kullarının isteklerine bırakmadığı gibi, bu görevi kime vereceğini, bir peygamberi ne zaman görevlendirileceğini ve tebliğ konularının neler olacağını da ne peygamberlerin bizzat kendisine ne de gönderildikleri halkların talep ve arzularına göre düzenlemiştir. Peygamberlik kurumu bütün yönleriyle tamamen vehbidir; Allah vergisidir. Hiçbir peygamber kendisi planlayarak, çalışıp çabalayarak peygamber olmuş değildir.
İnsanlığın yeryüzünde var oluşuyla birlikte başlayan peygamberlik kurumu ile ilgili olarak İslam'ın temel yaklaşımı şöyledir: Kur'ân'a göre ilahî kitaplar belli sayıda peygambere vahyedilmiştir. Kendilerine kitap verilmemiş olan diğerleri ise kendilerinden öncekilerin vahyolunmuş kitaplarını takip ederler. İlahî mesajlar, Allah'ın birliği, kötülüğün yasaklanması, iyiliğin emredilmesi gibi temel hakikatler bakımından asla değişiklik göstermemiştir. Fakat bu mesajlar bir halkın ulaştığı sosyal gelişime uygun olarak soysal davranış kuralları konusunda farklılık taşıyabilir. Zaten peygamberlerin ardı ardına gönderilmiş olması, önceki direktiflerin kaldırıldığını ve yerine diğerlerinin konulduğunu gösterir. Hiç değilse bazı kurallar açısından bu böyledir, diğer bazı kurallar ise zımnen veya açıkça oldukları gibi bırakılmışlardır. Bazı peygamberler, tek bir ev'in (kabile veya klanın), tek bir ırkın, tek bir dinin üyelerini eğitme yönünde ilahî görev almışlardır. Diğerleri ise bütün insanlığı kucaklayan ve ebediyen sürecek olan görevlerle gelmişlerdir. Bu sonuncu görev elbette son peygamberin niteliğidir.
Bir dinin fevkalade başarısı zaten fevkalade bir ahlaki kapasitede olan insanlara yönelik düzenlemeleriyle değil, sıradan ve ortalama insana da erdemli olma yollarını gösterebilmesiyle mümkündür |
İslam dininde peygamberlere iman, imanın altı esasından biridir. Yüce Allah her Müslümana, aralarında herhangi bir ayırım yapmadan bütün peygamberlere inanmayı farz kılmıştır. Peygamberlerin bir kısmına inanıp bir kısmını reddetmek küfür (dinden çıkma) sayılmıştır. "Allah'ı ve peygamberleri inkâr edenler ve Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip, bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu, işte gerçek kâfirler bunlardır." (Nisa 4/150-151)
Her konuda olduğu gibi peygamberlik konusunda da orta yolu gözeten İslam, onları ilah mertebesine çıkartmamış; Allah'ın elçisi ve kulu saymıştır. İnsanlığa örnek olmak üzere gönderilen peygamberlerin bu görevlerinin gerçekleşmesi de onların tam anlamıyla "insan" ve "kul" olmalarıyla mümkündür. Peygamberler vahiyle şereflendirilmiş ve diğer insanlarda bulunmayan niteliklere sahip seçkin kişilerdir. Fakat onların hiç birisinde tanrılık özelliği yoktur. Allah'ın müsaadesi dışında fayda sağlama ve zararı giderme güçleri bulunmaz. Allah'ın bildirdikleri dışında gaybı bilmezler (Mâide 5/72-73,75; Araf 7/188; Tevbe 9/30).
Peygamberler sadece dini tebliğ ile görevlendirilmemişler, dinî esasları açıklamak, ümmetlerine öğretmek ve örnek olmakla da yükümlü tutulmuşlar, onları eğitip kötülüklerden arındırmışlardır. Bunun gerçekleşmesi için de onların dinî nitelik taşıyan söz ve davranışları bağlayıcı sayılmış, peygamberlerin yol göstericiliği ümmetlerinin tercihine bırakılmamıştır.
Peygamberler her konuda Allah'ın yönlendirmesiyle hareket etmekle yükümlüdürler, onlar peygamberlik görevleri konusunda Allah'ın muradı dışında kendi iradeleriyle hareket edemezler. İşte tam da bu nedenle onların bize kadar sağlam senetlerle ulaşan davranış ve sözleri her konuda yol göstericidir. Peygamberlerin vahiyle gelen dini prensipleri anlama ve uygulamada tuttukları yol onlar dışındaki tüm insanların din konusundaki yorumlarından daha sağlamdır.
Kur'ân-ı Kerîm'de bildirildiği üzere peygamberlik Hz. Muhammed (sav) ile son bulmuştur (Ahzab 33/40). Artık ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Onun getirdiği mesaj kıyamete kadar sürecektir.
Din, sadece okunan vahiyden ibaret değildir. Vahiyle gelen ilahî bilginin hayattaki görünüşünü yani tatbikini de içerir. Eğer böyle olmasaydı peygamberlere ihtiyaç olmazdı; Yüce Allah insanlara, onların ulaşabileceği formda, kitaplarını gönderir ve onların bu kitapları okuyarak iman etmesini isteyebilirdi. |
Peygamberlere Duyulan İhtiyaç
Allah Teala mükemmel işleyen bir evren var etti. Bu evren içindeki dünyamız O'nun dilemesiyle var oldu ve yine O'nun iradesiyle yok olacak şekilde planlandı. Eğer dünyadaki varlığımız hiç yok olmayacak, sonsuza kadar devam edecek ve bir diğer hayata geçip orada bugünümüze göre hesaba çekilecek olmasaydık belki de tamamen kendi halimize bırakılabilirdik. Ama bu durum Yaratıcı için var ettiğini önemsememek olurdu ki bunu düşünmek bile muhaldir.
İnsan yaratılırken akıl, bilinç, idrak, seçme imkânı gibi yeteneklerle donatılmışsa da bu güçleri kullanarak sonsuzluğun gerçeğine ulaşabilmesi için elinden tutulması ve yolunun aydınlatılması gerekmektedir. İşte yarattığı insanın bu yönünü en iyi bilen yüce Allah hikmetinin, lütuf ve yardımının bir sonucu olarak insanlara peygamberler göndermiştir. Kur'ân-ı Kerim'de bildirildiğine göre kendilerine peygamber gelmemiş hiçbir topluluk ve ümmet bulunmamaktadır (Nahl 16/63, Yunus 10/47). Bu da insanoğlunun sorumlu bir varlık olmasının gereğidir. Çünkü kurallar belirlenmeden ve bildirilmeden yükümlülük ve hesap olmaz. Evrende özgür iradeye sahip tek varlık olan insan, bu niteliği sebebiyle hem kendi varoluşunu nasıl gerçekleştirdiğinden sorulacak hem de akıl sahibi tek yaratık olduğundan diğer yaratılmışlara nasıl davrandığından, onları nasıl kullandığından hesaba çekilecektir. İşte peygamberler insana bu sorumluğunun sınırlarını ve sonuçlarını önceden bildirmek üzere insan varlığının ilk gününden itibaren rehberlik etmekle görevlendirilmişlerdir. İlk insanın aynı zamanda ilk peygamber olması yeryüzündeki varlığımızın hiçbir ânının bir peygamberin yol göstericiliği/irşadı olmaksızın geçmediğini gösterir. Bu nedenle de insanlığın ürettiği bütün değerlerin kaynağında mutlaka peygamberlerin rehberliğinin izleri vardır.
Özellikle evrensel ahlaki değerlerin kaynağının zannedildiği gibi insan tabiatı veya aklı olmadığının bilincinde olmalıyız. İnsanlık, tarihinin hiçbir döneminde bir peygamberin tebliğinden tamamen azade olmadığından, temelde ilahî vahye dayanmayan hiçbir değer söz konusu değildir. |
Özünde Allah Teala'nın peygamber göndermesi kullarına büyük bir ikramdır. Çünkü onlar bizim gözlem ve deney sahamız dışında kalan, ama ruhen varlığını bildiğimiz alemle nasıl ilişki içinde olabileceğimizi bize doğrudan o alemden gelen bilgilerle aktarmışlardır. Bu sayede biz insanlar bilgi edinme yollarımızın dışında kalan fakat sonuçta oraya varacağımız için de mutlaka önceden hazırlanmamız gereken alem hakkında yanılmaz bilgiyle donatılmış oluruz. Ayrıca insanlar kendi akıllarıyla Allah'ın varlığını, birliğini anlayabilirlerse de, bunun ötesinde O'na ait bir takım yüce sıfatları tamamen anlayamazlar. Allah'a nasıl ibadet edileceğini, âhiretle ilgili durumları dosdoğru bilemezler. İşte insanın belli işlerle sorumlu ve yükümlü tutulabilmesi ve bundan dolayı sevap ve ceza verilebilmesi için bilgilendirilmesine, bunun için de peygamber gönderilmesine ihtiyaç vardır (Nisa 4/165).
Peygamberlerin getirdiği ilahî bilgi insanın yapısında var olan hakikat arayışını dünyevi koşullarla bulanmamış, tertemiz ve çağlar üstü bir kaynaktan karşılar. Peygamberlerin hakka davet sürecinde bizzat kendi yaşadıkları tecrübe de bizler için hakka varan yolun önden giden seçilmiş örneklerini oluşturur. Böylece bizler hem içimizdeki hak arayışı ihtiyacını en sağlam kaynaktan karşılamış, hem de ulaştığımız hakikat bilgisinin yaşamlarımıza nasıl aktarılacağı konusunda yanılmaz örneklerle desteklenmiş oluruz. Bu insan için büyük bir lütuftur. Çünkü etrafını gözlemleyen insanın gidişatta bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmesi, ama doğrunun ne olduğunu bilememesi büyük bir acıdır. Vahiy bize doğrunun ne olduğunu, peygamberler de bu doğrunun hayatlarımızda nasıl gerçekleştirilebileceğini gösterir.
Din, sadece okunan vahiyden ibaret değildir. Vahiyle gelen ilahî bilginin hayattaki görünüşünü yani tatbikini de içerir. Eğer böyle olmasaydı peygamberlere ihtiyaç olmazdı; Yüce Allah insanlara, onların ulaşabileceği formda, kitaplarını gönderir ve onların bu kitapları okuyarak iman etmesini isteyebilirdi. Hâlbuki öyle olmamış; Yüce Allah gönderdiği her dini bir peygamber vasıtasıyla indirerek onun hayata nasıl tatbik edileceğini insanlara göstermiştir. Böylece insanların, kıyamet gününde, insani ve ahlaki erdemlerden hesaba çekilirken hiçbir mazeretleri kalmayacak, nazarî ilkelerin hayata nasıl uygulanacağını bilememek gibi bir mazerete sığınamayacaklardır.
Eğer peygamber gönderilmemiş olsa insanlar, gerçeği, iyi ve doğru olanı bulmada; faydalı ve zararlıyı ayırt etmede zorlanacaklar ve bunun için çok zaman harcayacaklardı. Üstelik çoğu zaman da bu konuda duygularının, geleneklerinin, geçici arzu ve isteklerinin baskısı altında kalacaklar, gerçek doğru ile pratik yararı birbirine karıştıracaklar, isabetli karar veremeyeceklerdi. Burada özellikle evrensel ahlaki değerlerin kaynağının zannedildiği gibi insan tabiatı veya aklı olmadığının bilincinde olmalıyız. İnsanlık, tarihinin hiçbir döneminde bir peygamberin tebliğinden tamamen azade olmadığından, temelde ilahî vahye dayanmayan hiçbir değer söz konusu değildir. Çünkü Allah, bir hadiste sayıları yüz binin üzerinde olduğu söylenen peygamberleri göndererek dünyayı hiçbir zaman bir peygamberin çağrısından mahrum bırakmamıştır. Bu aynı zamanda O'nun "Rabbu'l-âlemîn" (âlemleri koruyup kollayan, terbiye eden Rabb) oluşunun da zorunlu bir sonucudur. Peygamberler sanat, ticaret, ziraat ve çeşitli meslekleri topluma öğretmek suretiyle medeniyete, kültüre ve toplumsal gelişmeye de katkıda bulunmuşlardır. Dünya tarihinde insanların ortaya koyduğu ve medeniyet olarak isimlendirilen oluşumların esası hep bir dine dayanmaktadır. Bu manada bütün medeniyetlerin esası nübüvvettir.
Gelecek hafta "Peygamberlerde Ortak Olan Özellikler", "Peygamberlik ve Vahiy", "Mucize Kur'an'da Adı Geçen Peygamberler" başıklı bölümleriyle yazının devamını sitenizde bulabilirsiniz.