Nefsin tüm direnişlerinin inancın sağlam savunmasıyla püskürtüldüğü günlerdeyiz. İbadetlerden kasıt mü’mini kulluk bilincine yükseltmekse eğer bu bilinci dorukta yaşayabileceğimiz günlerdeyiz demektir. Gecemizin ve gündüzümüzün ibadetle harmanlandığı, gündüz uykumuzun bile ibadetten sayıldığı (kenzu’l ummal), ağız kokumuzun Allah katında misk kokusundan fazla değer taşıdığı (Buharî) günlerde… Hayır işleme potansiyelimize kendimizin bile şaşabileceğimiz günlerde…
İnsana verilen her yeni fırsat, geçmişini gözden geçirip doğruyla yanlışı birbirinden ayırabilmesi ve istikamet çizgisine doğru bir değişim rüzgârını yakalayabilmesi için değil mi? Ramazan ayı, evvelinin rahmet, sonunun cehennemden kurtuluş olması müjdesiyle bu fırsatlar içinde en bulunmazı… Ümitle bezediğimiz azıklarla yola düşme, yolumuzu ve yönümüzü seçme ayı.
Seçim her zaman olduğu gibi kula ait. Bu rüzgâra sırtını verip yaratanın rızasına daha hızlı ulaşmak da mümkün, yüzünü dönüp yönünü kaybetmek de… Değişmekle dönüşmenin ayırdına varamayıp ifrat ya da tefrit uçlarına sürüklenmek de…
Kula, iradesini Allah’ın iradesine ram etmenin, O’nunla gösterişsiz biçimde tenhada buluşmanın hazzını yaşatan bir ibadet olarak orucun olgunlaştırdığı bilinç ve vicdanlar ancak harekete geçirebilir insanda değişim rüzgârını. Kişi oruç tuttuğu gibi oruç da kişiyi tuttuğunda cimrilik cömertliğe, öfke sabra, intikam hoşgörüye, duyarsızlık merhamete dönüşebilir.
Bunun kuru bir temenniden öte dini bir sorumluluk olduğunu anlatan bir uyarı var Allah Rasûlü’nden: “Yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi terk etmeyenin aç susuz kalmasına Allahın ihtiyacı yoktur.” (Tirmizi-Ebu Davud) Bu hadis bize, bedenlerimize tutturduğumuz oruçların vicdanımızda, ahlakımızda bir dönüşümü tetiklemiyorlarsa bir yerlerde tutukluk problemi taşıdığı mesajını vermiyor mu? Gücünü her tür çeldirici karşısında “Ben oruçluyum” (Buhari-Müslim) söyleminden alan bir ahlaki duruş çözebilir ancak bu problemi. “Ben oruçluyum, kanmam öyle her iğvaya… Ben her anımda ibadet halindeyim. Ben oruçluyum, gezerken ayaklarım yerde, gönlümden çıkarmaya çalıştığım masiva mı beni alıkoyacak semada yankılanan davetten? Bilincimi bu cümleyle besleyecek ve değişimin bir basamağını daha adımlayacağım güvenle. Ben oruçluyum: ilkelerim var benim. Her sataşana muhatap olmam, her atılan oltaya takılmam, her kandırıcının peşine düşmem. Önceden bildiğiniz ben değilim ki… Ben oruçluyum… Ben Rabbimleyim…”
Bu derin kavrayışla yakalayabiliriz belki Ramazan ayının kutlu rüzgârını. Bedenî orucu ahlakî oruca, bu ikisini de kalbî oruca (gönülde Allah’tan başkasına yer vermemek, ondan başkasının rızasına göz dikmemek, kalpten günah olanı geçirmemek) doğru tekâmül ettirebilmemiz belki ancak bu kavrayışla mümkün olur. Bu kavrayışa erme emeli süsler dualarımızı, kim bilir… “Ya muhavvilel havli vel ahvali havvil halena ila ahsenil hal.” Darıyla inciyi değiştiren horozun ferasetini aratır cinsten akıllar, değişim rüzgârına karşı konumunu nasıl belirler sizce? İstikamet için önce feraset…
Ramazan ayı ve orucun, -izin verirse muhteşem(!) benliklerimiz- sabır, tevekkül, teslimiyet, mahviyet ve rıza gibi aktif imanî yansımalarla, bulunduğumuz yerle bulunmamız gereken yer arasındaki mesafeyi ölçmemize de katkısı olacaktır. Zira orucun dikkat ve rikkatimizi inceltmesi umulur. Dolu midelerin rehavetinden boş midelerin hassasiyetine geçişte zorlansa da dünyevileşmiş müzmin bedenlerimiz, bu böyledir. Bu incelikle belki ilgimizi dıştan içe çevirebilir, tasfiye ve tezkiyeye nereden başlayabileceğimizi tespit çabasına girişebiliriz.
İbadetlerde şekil önemli... Şekille uğraşmak, ona gereken hassasiyeti göstermek kadar Özü de koruyup göz etmek gerek. Orucu bozan şeylere gösterdiğimiz hassasiyet kadar orucun oluşturmaya çalıştığı Müslüman kişiliğini bozan zaaflara, argümanlara karşı da hassas olmamız gerek.
İbadetleri kulluğun zirvesini yakalama fırsatı olarak görebilenlere ne mutlu.
Değişmesini istediği yanlışlıklara kendi nefsinden başlama cesaretini gösterebilenlere ne mutlu.
Ramazana girdiği şeklin bir adım ötesinde Ramazandan çıkmayı becerebilenlere ne mutlu.