Hadis literatürünün gelişimi şu aşamalarda gerçekleşmiştir:
a) Kitâbetü'l-hadîs, sahabe ve erken tabiîn döneminde hadislerin sahife ve cüz denen defterlere yazılması.
b) Tedvînu'l-hadîs, dağınık olarak kaydedilmiş malzemenin birinci asrın son çeyreği ve ikinci asrın ilk çeyreğinde bir araya getirilmesi.
c) Tasnîfu'l-hadîs, takribî olarak 125 senesinden sonra hadislerin muhtevaya göre düzenlenmiş bablarda tasnif edilmesi. H. II. asrın sonlarına doğru bu türün yanında, hadis tasnifinin sahabe ismine göre yapıldığı 'musned' denen diğer bir tasnif türü ortaya çıkmıştır.
H. III. asırdan önceki dönemde sistematik eserler ele alınmış, modern literatürde belki tam isabetli olmayarak fıkıh bablarına göre düzenlenmiş 'cami' diye isimlendirilen ve Goldziher'in "ilk sistematik tertiplenen hadis kitapları" olarak mütalaa ettiği derlemeler yazılmıştır.
Hadis literatürünün gelişimine dair sahip olduğumuz bu tasavvur, bu sahanın başlangıcına dair haberlere, o dönemden bize ulaşan yazılara ve müelliflerinin o dönemde eserlerini zahiren şifahi olarak rivayet etseler bile, birbirlerinden yazılı olarak almış olduklarını gösterebilen malzemenin gözden geçirilmesine dayanmaktadır.
Erken döneme ait malumat kısmen A. V. Kremer, Sperenger ve Goldziher'ce malum olup, bunların doğruluğundan şüphe edilmemişti. Müteakip gelişimi ele alan Goldizher tedvin ve tasnifin başlamasına dair malumatı çürütmeye çalışmıştır. Çalışması etraflıca ele alınıp esaslı bir tenkide tabi tutulduğunda, onun meseleyi inceden inceye tetkik ettiği intibaı elde edilmemektedir. Her şeyden önce o, hadisin tedvin ve tasnifi arasındaki farkı görmemiş ve böylece ilgili haberleri birbirleriyle karıştırmış görünmektedir.
Bazı Emevî hükümdarlarının hadislerin yazılmasına vesile oldukları malumdur. Bunlar arasında görünüşe göre Ömer b. Abdülaziz (101/720) bu hususta özel bir ihtimama sahip olup Ebû Bekr b. Muhammed b. Hazm'a (120/737) şu talimatı vermişti: "Bak, Peygamber'in hadisinden veya sünnetinden veya Amra ve benzerlerinin hadisinden ne bulunuyorsa onları yaz; zira ben ilmin yok olması ve ulemanın kaybolmasından endişe ediyorum." Malik'e göre halife, Ebû Bekr b. Hazm'ın çalışmasını göremeden vefat etmiştir. Ebû Bekr b. Hazm'ın oğlu Malik'e bu mecmuaların kaybolmuş olmasından yakınmaktadır. Ancak hadisleri ilk kez bir araya getiren kişi olmakla Ebû Bekr b. Muhammed b. Hazm değil, onun muasırı olan Zuhrî (125/742) övünmektedir. Farklı sahalardaki ilk yazılı malzemeler, isnadın gelişimi ve hadislerdeki isnad zincirlerinin incelenmesine dair haberler, bizleri, o dönemin böyle bir literatür faaliyeti için gerekli olgunluğa eriştiğine ve Zührî'nin hadislerin toplanmasında büyük bir rol oynamış olduğuna ikna etmektedir.
Tasnîfu'l-hadîs, yani hadislerin bablara göre düzenlenmesi Emevî dönemi monografi tarzının müteakip bir gelişimi olarak görülmelidir. Tasnîfu'l-hadîs İslami ilimlerde genel olarak camilerin ortaya çıktığı bir dönemde başlamıştır. Ebû Talib el-Mekkî (386/996) bu faaliyetin mümkün en eski tarihi olarak hicrî 120–130 yıllarını belirlemektedir. En eski musannıflardan olarak Mekke'de İbn Cüreyc (150/767), Yemen'de Ma'mer b. Raşid (153/770), Basra'da Hişâm b. Hassân (148/765) ve Said b. Ebî Arûbe, Kûfe'de Sufyân es-Sevrî zikredilebilir. Bu dönemin bize ulaşan en eski eserleri Ma'mer b. Râşid'in Câmi'i, Said b. Ebî Arûbe rivayetiyle Katâde'nin Kitâbu'l-menâsik'i, Rebî b. Habîb el-Basrî'nin (170/786) el-Câmi'idir.
Hadis edebiyatının kaynaklarıyla alakalı ilk ve belki de en mühim mesele, hemen hemen hadisler kadar eski olup, onların yazı ile tespit edilmesine cevaz veya ademi cevazın varid olup olmadığı yolunda açılan münakaşalar ve bunların neticelerine aittir.
Hadislerin yazıyla tespitini yasaklayan veya yazılmış hadislerin imhasını emreden buna mukabil, hafızasının zayıflığından şikayet edenlere "sağ elinden faydalanmasını" tavsiye eden hadislerin bazen bizzat Peygamber'den bazen de aynı sahabiden veya birçok sahabeden nakledilmesi keyfiyeti veya takyîdin (sınırlama) aleyhindeki rivayetlerin mevcudiyetine rağmen yazı ile tespit faaliyetinin zarureti henüz nisbeten erken bir devirden itibaren mezkur tezadı ortadan kaldırmayı hedefleyen tevilci bir faaliyetin ortaya çıkmasına amil olmuştur. İbn Kuteybe, tenakuzu ya sünnetin sünnet ile neshi veya yazıya vukufları yahut bilgi seviyeleri bakımından birbirinden farklı bulunan sahabenin bazısına bu hususta müsaade verildiği, bazısının ise bundan mahrum bırakıldığı şeklinde tevil eder. Bu meseleyi ciddi bir tenkide tabi tutup aşağı yukarı halleden ilk kimse el-Hatîb el-Bağdâdî (463) olmuştur. O, mezkur meselenin halline tahsis ettiği Takyîdu'l-ilm adındaki eserinde birbirine mütenakız malzemeyi sistemli bir şekilde toplamış, leh ve aleyhteki haberleri âdeta kronolojik bir tasnife tabi tutarak hadislerin yazı ile tespiti lehindeki tabiî tekamülün seyrini başarılı bir şekilde çizebilmiştir. O, meselenin halline dair düşüncelerini şöyle ifade ediyor:
"Demek ki, İslamiyet'in ilk devirlerinde, Kur'ân'dan gayrı şeylerin Kur'ân'a benzetilmesi ve Kur'ân bırakılıp da başka şeylerle uğraşılmaması için, yazıyı hoş görmüyorlardı."
Yazı ile tespitin lehinde istişhad (açıklama) eden birçok hadise mukabili aleyhteki rivayetlerin birkaç asır boyunca ileri sürülmesi, hatta bunların bizzat hadisleri yazanlar tarafından tekrarlanıp durması keyfiyeti bize kitabetten nehy işinin başka bir vechesini göstermektedir. İşaret edilen bu raviler herhalde elde ettikleri bilgiyi sadece kağıtta bulundurup asla hafızalarına yerleştirmeyen kimselere karşı bu kabil haberleri birer ihtar olarak ileri sürüyorlardı.
Yazıyla tesbite karşı mütereddit bir vaziyet takınan kimselerin yanında, kitabeti, hadisin daha çok kullanılan tabiriyle ilmin şartı addedenler de vardı. Daha tabiîn asrında yazılı olmayan ilmin ilim addedilemeyeceğini söyleyenlere rastlamak mümkündü. Tabiîn zamanında ve hatta daha sonraki devirlerde yazıyı ayıplayanların bulunduğunu da görmek mümkündü. Fakat onlar ehemmiyetsiz bir azınlık idiler.