İnsanı doğum ve ölüm çizgileriyle kuşatan "zaman"ı en anlamlı bir şekilde değerlendirebileceği bilincin zirvesine davet ediyor bu hadis-i şerif. Sahibi olup da kadir ve kıymetini bilemeden hodbince kullandığımız iki önemli nimete dikkatimizi çekiyor: Sağlık ve boş vakit. İnsanın elinden akıp da gidiveren onca nimet arasından bu ikisinin öne çıkarılması manidar değil mi? Biri maddi diğeri manevi tekamülümüz için sıçrama tahtası olabilecek iki önemli değerden söz ediyoruz. Sağlık olmadan birçok ibadeti eda edemiyoruz, sosyal hayatta bazı zorluklarla karşılaşıyoruz. Kendimizle baş başa kalabileceğimiz boş vaktimiz olmadan ise içsel bir yolculuğa adım atamıyoruz.
Yaşadığımız çağ, içinde bulunulan "ân"ı idrak etmemize fırsat tanımıyor. Geleceğe endekslenmiş hayatlar yaşıyoruz. Düşünme ve nefis muhasebesi için ayıracak zamanımız yok. Belki de bunlardan kaçarak gereksiz meşguliyetlere sığınıyoruz. Varlığımızın anlamına ilişkin sorularla karşılaşma korkusu, bize nereden gelip nereye gittiğimizi, kim ve ne olduğumuzu hatırlatacak herkes ve her şeyle aramıza mesafe koyuyor. Böylece zengin olan fakirden, sağlıklı olan olmayandan, genç olan yaşlı olandan uzaklaşıyor. Bizi tefekkürün eşsiz derinliğine, insan olmanın yüceliklerine ulaştırabilecek vakitlerimizi de, Allah Teâlâ'nın üzerine yemin ettiği (Asr Sûresi) kudsiyetinden koparıp, "boş" sıfatı aldıklarında "öldürülecek" ucubeler olarak algılıyoruz.
Zaman merkezli bir medeniyet kuran İslam'ın bu konudaki tavrı daha çok ibadet anlayışında ortaya çıkar. İslam, günlük (beş vakit namaz), haftalık (Cuma namazı), yıllık (oruç) ve ömürlük (hac) periyotlarda ifa edilmesi gereken ibadetler koyarak, insanı daima zamanın bilincinde olmaya davet eder. (Ali Murat Daryal, Dinî Hayatın Psiko-Sosyal Temelleri). Hatta mümin kardeşinin ölümünde kılacağı cenaze namazı gibi insanı rutin planlamalarının dışına da çıkarabilir. Bu bilinç, "O halde önemli bir işi bitirince hemen diğerine koyul; ve yalnız Rabbine yönel (isteyeceğini O'ndan iste)." (İnşirah, 7-8) kelamıyla zirve yapar. İbadet, dua, tebliğ ve irşad gibi dinî faaliyetler kadar çalışma, üretme, öğrenme-öğretme, yardımlaşma ve dayanışma gibi dünyevi faaliyetler de âyetin kapsamına dahil edildiğinde İslam'ın, hayatın her iki cephesini (dünya-ahiret) nasıl dengelediği daha açık görülecektir.
Sürdürdüğü ömrün her ânının hesabını vereceğini bilen insan için boşa geçirilecek zaman yoktur. Ömür, ancak en kıymetli sermaye olarak değerlendirildiğinde arkada "hoş bir seda" bırakılabilir ve boş vakitler, arınma ve yeniden dirilme fırsatı olarak görülebilir.
Ataullah İskenderî'ye atfolunan şu söz, bu konuda yolumuzu aydınlatıcı olacaktır: "Allah katındaki değer ve kıymetini öğrenmek isteyen, hangi işle meşgul olduğuna baksın."