Sahabi Kimdir?
Arapça bir kelime olan sahabi, lügat anlamı itibarıyla dost ve arkadaş demektir. Terim olarak ise “Hz. Peygamber’i gören, O'na iman edip kendisiyle birlikte hareket eden ve bu inancını koruyarak vefat eden kimse” manasında kullanılır. Çoğulu “sahabe” ve “ashab” şeklinde gelmektedir.
Buna göre, Hz. Peygamber’e ilk vahyin geliş tarihi olan miladi 6 Ağustos 610 tarihi ile vefat yılı olan hicri 12 Rebiu’l-evvel 11 (miladi 7 Haziran 632) tarihleri arasında geçen yaklaşık 23 senelik peygamberlik süresi içerisinde hayatta bulunmuş, O'nu görmüş, kendisine inanmış ve Müslüman olarak vefat etmiş olan kimse sahabîdir.
Bu tarihler arasında hayatta bulunmamış, hayatta bulunsa bile Hz. Peygamber’e gelip görüşmek suretiyle iman etmemiş veya iman ettiği halde sonradan dinden çıkmış kimseler sahabi değildirler. Hz. Peygamber’i rüyada görmekle de sahabi olunmaz.
Sahabiler yüksek bir makama ve eşsiz bir şerefe sahiptirler. Ancak hemen belirtelim ki, onların sahip olduğu bu makam ve şeref kendilerine bir lütuf olarak verilmiş değildir. Ashab, İslam’ı din olarak seçtikleri ilk andan itibaren Hz. Peygamber’e sonsuz bir inançla bağlanmışlar, kabul ettikleri yeni dinin gereklerini tam bir teslimiyetle yerine getirmişlerdir. Farklı zamanlarda iman etmiş olsalar dahi onlar hayatlarının büyük bir kısmını Allah Rasûlü’nün yanında geçirmişler, aldığı kararlarda O'nunla birlikte hareket etmişler, İslam’ın yücelmesi ve bütün insanlara ulaşması uğruna büyük fedakarlıklarda bulunmuşlardır. Onları bu yeni dine girmeye zorlayan ve onu yaşamaya sevk eden her hangi bir korku, bir tehdit veya bir baskı da yoktu. Aksine görevlerini seve seve ifa ederlerken İslam’ın karşısında yer alan çevreler tarafından tehdit edilenler, işkenceye maruz kalanlar, ölümle karşılaşanlar, evlerini, mallarını ve yurtlarını terk edip başka yerlere göç etmek zorunda kalanlar, bundan da ötesi şehid edilenler olmuş, ancak inancından ve Allah ile Rasûlü'ne olan bağlılığından vaz geçen olmamıştır. Bütün bunlar gösterir ki ashab, sahip oldukları üstün meziyeti ve ayrıcalığı, gösterdikleri teslimiyet, yaptıkları fedakarlıklar ve sergiledikleri örnek davranışları sayesinde elde etmişlerdir.
Bu fedakarlıkları ve örnek davranışları sebebiyle Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’in bir çok âyetinde sahabeden övgü ile bahsetmektedir. Özetle söylemek gerekirse, Kur’an ashabın her konuda örnek bir topluluk olduklarını haber vermiş, Allah ve Rasûlü'ne iman edip tam teslimiyet gösterdiklerini ve büyük ecir kazandıklarını bildirmiş, Allah’ın kendilerinden, kendilerinin de Allah’tan razı olduklarını ve kendileri için ebedî olarak kalacakları cennetler hazırlandığını söylemiştir. Kendilerine af, mağfiret ve büyük mükafat vad edilen bu seçkin neslin Allah ve Rasûlü'ne yardım eden sadık müminler olduklarını, ihtiyaç içinde bulunmalarına rağmen Müslüman kardeşlerini kendilerine tercih ettiklerini ve kurtuluşu hak ettiklerini, afvedildiklerini, ayrıca gerçek müminler olmaları sebebiyle bağışlanacaklarını haber vermekte, böylece sahip oldukları üstün değere işaret etmektedir.
Hz. Peygamber de ömrünü birlikte geçirdiği bu fedakar insanlardan bahsederken kendilerini insanlık tarihinin en hayırlı nesli, ümmetin en iyileri, cehennem ateşinin yakmayacağı kimseler ve cennetlikler olarak tanıtmış, ayrıca Müslümanların onlara güzel muamelede bulunmalarını, iyi davranmalarını, haklarında ileri geri konuşmamalarını ve kendilerine karşı saygısızca davranışlarda bulunmaktan uzak durmalarını istemiştir.
Sahabilik herkese nasip olmayacak şerefli bir makamdır ve ancak Hz. Peygamber zamanında yaşamış belli sayıdaki insanlara nasip olmuştur. Böyle olmasına rağmen, Hz. Peygamber'le görüşmedikleri halde zaman zaman sahabi olduğunu söyleyen bazı kimselerin ortaya çıktığı görülmektedir. İşte sahabi olmadıkları halde böyle bir iddiada bulunanları tespit etmek ve sahabiliğin suistimal edilmesini önlemek için İslam alimleri bu konu üzerinde titizlikle durmuşlar ve sahabileri tanımaya yönelik belli yollar tespit etmişlerdir. Bir kişinin sahabi olduğu şu yollarla bilinir:
a. Tevatür yolu: Yalan söylemek üzere bir araya gelmeleri mümkün olmayan kalabalık bir topluluğun bir kişinin sahabi olduğuna şahitlik etmeleri. Hz. Ebû Bekir (ö. 13/634), Ömer (ö. 23/643), Osman (ö. 35/655), Ali (ö. 40/660) ve Aşere-i Mübeşşere’nin diğer altı ferdinin sahabi oldukları bu yolla bilinmektedir.
b. Şöhret yolu: Başlarından geçen ilginç bir takım olaylardan dolayı sahabe arasında şöhrete ulaşmakla. İlk Müslümanlardan Yasir, eşi Sümeyye ve oğulları Ammar (ö. 37/657) buna örnek olarak zikredilebilir. Ammar ailesi, işkence gören ilk Müslümanlardan olduğu için meşhur olmuştur.
c. Şehadet yolu: Bir sahabinin veya güvenilir bir tabiînin bir kimse hakkında onun sahabeden olduğuna dair şahitlikte bulunması. Humeme b. Ebî Humeme ed-Devsî’nin sahabi olduğunu, ashabın önemli simalarından Ebû Musa el-Eşarî haber vermiştir.
d. İkrar yolu: Müslüman olan ve toplum arasında sözüne güvenilir kabul edilen bir kimsenin, kendisinin sahabi olduğunu söylemesi. Ancak böyle bir sözün geçerli olması için, söyleyen kişinin en geç hicri 110 (miladi 728) tarihinde vefat etmiş olması gerekir. Çünkü hicri 11 (miladi 632) yılında vefat eden Hz. Peygamber, vefatından çok az bir zaman önce “Yüz sene sonra bugün hayatta olanlardan kimse sağ kalmayacaktır.” (Müslim, “Fezâilü’s-sahabe”, 53) buyurmuş ve sahabe asrının hicri 110 (miladi 728) yılında sona ereceğini haber vermiştir. Bundan dolayı, bu tarihten sonra sahabi olduğunu iddia ederek ortaya çıkan kimseler sahabi olarak kabul edilmemiş, yalancı ilan edilmişlerdir.
Bunlar dışında, bir kişinin sahabi olup olmadığını tespit etmekte yardımcı olan başka hususlar da bulunmaktadır. Hz. Peygamber devrinde bir ordunun başına kumandan olarak görevlendirilmek, Hulefa-i Raşidin döneminde yapılan savaşlarda ve fetih ordularında üst seviyede görevlere getirilmiş olmak, Hz. Peygamber devrinde Medine’de doğmuş olmak ve Veda haccında bulunmuş olmak bu hususlardan bir kaçıdır.
Özet olarak söylemek gerekirse, sahabi olduğunu iddia eden veya sahabeden olduğu söylenen kimselerden birinin durumu bu yollardan biriyle kanıtlanmadıkça o kimse sahabi olarak kabul edilemez. Bilinen sahabilerin hepsi bu yollardan biriyle tanınarak sahabi olduklarına hükmedilmiştir.
Hz. Peygamber’in 23 senelik peygamberlik hayatı süresince kendisini görüp iman etmekle şereflenen sahabilerin sayısı hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bu konuda Hz. Peygamber zamanı ile sahabe devrinden bize ulaşmış net bir rakam mevcut değildir. Aslında buna imkan da yoktur. Zira sahabiler bugünkü manada sınırları belli olan ve çeşitli aralıklarla nüfus sayımı yapılan bir ülkede yaşamamış, aksine değişik beldelere ve köylere dağılmış, bir kısmı yerleşik bir kısmı da göçebe hayatı yaşayan topluluklardan meydana gelmişti. Ayrıca Yahudi, Hıristiyan ve diğer din mensupları ile iç içe yaşadıkları için net olarak tespit edilip sayılmaları imkansızdı. Ancak yine de kaynaklarda değişik zamanlarda 60 bin ve 70 bin olduklarına dair rivayetler bulunmakta, Hz. Peygamber’in vefatından az önce gerçekleştirdiği son haccı olan Veda haccında bulunan sahabilerin ise 100 bin’in üzerinde oldukları nakledilmektedir.
Tahmine dayalı bu kadar yüksek rakamlar nakledilmekle birlikte isimleri kaynaklara yansımış ve hayatları hakkında bilgi sahibi olduğumuz sahabe sayısı oldukça azdır. Bu konuda yazılan eserlerin en muhtevalısı ve hacimlisi olan İbn Hacer el-Askalanî’nin (ö. 852/1448) el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe isimli eserinde 11 bin civarında sahabinin biyografisi yer almaktadır. Ancak bunlar arasında mükerrerlerin ve sahabi olmadıkları kanıtlanmak için zikredilenlerin bulunduğu göz önüne alınır da bunlar çıkarılırsa rakam bir miktar düşecektir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, ismi ve hayat hikayesi bilinen toplam sahabi sayısı 10 bin civarındadır.
Ümmet arasında ayrı bir nesil kabul edilen sahabe, İslam’a girişteki öncelikleri esas alınarak çeşitli tabakalara ayrılmıştır. Bunlar arasında en yaygın olanı, 12 tabakadan oluşan şu ayrımdır:
Ashab, Hz. Peygamber’in vefatına kadar O'nun emrinde hareket ederek ve Arap Yarımadası sınırları dahilinde yaşayarak İslamiyet’i yaymaya çalıştılar. Ancak Rasûlullah’ın vefatından sonra insiyatifin artık onların eline geçmesiyle büyük bir gayret göstererek fevkalade işler başardılar ve adına “Sahabe Asrı” denen bir döneme damgalarını vurdular. “Sahabe Asrı” Hz. Peygamber’in vefat yılı olan hicri 11 (632) tarihinde başlar ve en son vefat eden sahabi olarak bilinen Ebu’t-Tufeyl Amir b. Vâsile İbnü’l-Eskâ’nın hicri 110 (728) yılında vefatıyla sona erer. Buna göre “Sahabe Asrı” tam bir yüz yıl devam etmiştir. “Sahabe Asrı”nın hemen başından itibaren ashab Arap Yarımadası’nın dışına taşmaya başlamış ve 10-15 senelik bir zaman dilimi içerisinde İran Sasanî İmparatorluğu’nu ortadan kaldırmış, İslamiyet Hindistan, Orta Asya ve Kafkaslar’a kadar ulaşmış, Bizans İmparatorluğu Doğu Anadolu, Suriye, Filistin, Mısır ve Kuzey Afrika’dan çıkarılmış, Akdeniz’deki belli başlı adalar ele geçirilmiştir. Sahabiler, feth edilen bu topraklardaki belli başlı merkezlerden Kufe, Basra, Cezire, Hımıs, Şam ve Mısır gibi yerlere yerleşmişler ve buralarda bir yandan ilmî faaliyetlerde bulunurlarken, diğer taraftan da cephelere gidip cihada katılmak suretiyle İslamiyet’i yaymışlardır.