Rasûlullah (sav) “Her Müslümanın sadaka vermesi gerekir” buyurdu. Kendisine “Ya bulamayan olursa” diye soruldu. “Eliyle çalışır, hem şahsı için harcar, hem de tasadduk eder” cevabını verdi. “Ya çalışacak gücü yoksa” diye soruldu. “Bu durumda, sıkışmış bir ihtiyaç sahibine yardım eder” dedi. “Buna da gücü yetmezse” dendi. “Ma’rufu veya hayrı emreder” dedi. “Bunu da yapmazsa” diye tekrar sorulunca: “Kendini başkasına kötülük yapmaktan alıkoyar. Zira bu da bir sadakadır” buyurdu. (Buhârî, Zekât, 30; Müslim, Zekât, 55)
Bu hadisi her okuyuşumda, verilen cevapla yetinmeyip tekrar tekrar soran kişiye, Efendimiz’in bıkkınlık ve tazir ifade etmeyen cevap verme hassasiyeti dikkatimi çeker. Her okuyuşta yeniden şaşırır, hayran kalırım.
Sorular, olası insanlık halleriyle ilgili. İlk soru belli ki sadakayı parasal ya da maddî değerlendirişi ima ediyor. Soru soran, aldığı cevap karşısında bir bakış öğreniyor sadaka hakkında. Alınan cevap öncelikli adımın, çalışmak olması gerektiği bilincini kuşandırıyor.
Üstelik kendine de sadaka verebilirmiş insan. Emek sarf etmesi kendine sadaka, yani iyilik.
Her amelin, insanın kendini unutturmayan hali var. Bu, bencillik değil. Sonuçları düşünülerek dokunan niyet, bencillik olabilir mi. Efendimiz’in verdiği her cevap, davranışın başlama ve bitiş noktasındaki kıvamı belirleyenin niyetlerimiz olduğunu hatırlatıyor biraz da.
Başkasına yapılan her iyilik esasen kendine. Yani, desene hepsi bize kaldı misali. Demek ki başkasını düşünmeden bahar gelmiyor bu hayata.
Her cevap, çözümsüz bir ânın içinde hissedilse de yapılabileceklerin çeşnisini sunuyor. İnananın “şimdi ne yapabilirim?” sorusu etrafında oluşacak düşünme eylemi, çaresiz bırakmayacak kapıları aralamasına sebep.
Her Müslüman diye başlaması yaş, cinsiyet, ekonomik durum, eğitim durumu, dünya görüşü ayrımı yapılmadığını gösteriyor. Sadaka verebilmenin yaşı yokmuş. Zengin fakir olmakla da ilgisi yok. Okuryazar ya da kadın-erkek olmakla da.
Tek bir vurgu: Her Müslüman.
Sadakanın sunulacağı şahıslar yönüyle düşünülürse kendi fikrine, yaşam tarzına yakın olan diye de ayrım yapmıyor. Doğrusu Müslümanın yardım yapacağı kategorilerde ayrımcılık yapmaktan ziyade Müslüman vasfının toparlayıcılığı hâkim.
Düşmüşse kaldırma, yorulduysa etkili olanı bulup ona göre davranma, dinleyebilme, birine zararı dokunacağı sırada önleyici-etkili olan her ne ise onu bulabilme... Meğer hepsi sadaka oluyor. Bir de gerekli vurgusu var. Yani sorumlu, her Müslüman.
Hadisin genel mesajında Efendimiz’in, eylemlerimizin öncesi ve sonrasındaki süreçleri düşündürme hassasiyeti ve çabası var. Her Müslümanın hangi çağda yaşarsa yaşasın sadakaların içeriğini nasıl doldurabileceğiyle ilgili, kısa ve özlü açıklamalarıyla düşünce ufkumuzu açıyor. Müslüman, kendi zamanının şartlarını anlayan ve öngörebilen, niyetinden eylemine varana kadarki kısımları kaçırmadan, tefekkür eden güzel insan olacak demek ki.
Sözün başı da sonu da “denge”ye çıkıyor. Denge kimine vermek, kiminin yükünü hafifletip kalkmasını sağlayabilmek, kendine özeleştiri getirebilmektir. Zarar veren her davranış ise, dengeyi bozuyor.
Efendimiz’in kısa özlü cevapları, Müslümanın inandıklarından sorumlu olduğunu pekiştiriyor. İnanan insanın değerler dünyasının, kendini ve hayatı tıkanık bırakmayacağını hatırlatıyor. Çünkü es geçilecek küçük şey yok.
Günümüz dünyasında, sıkışmış bir ihtiyaç sahibine yardım etmek neler olabilir peki? Yanında yapılmış bir gafı, ismi cismiyle ifşa etmemek, sırrı ne yeniden sahibine ne de başkalarına söylemek… Elleri dolu biri bizden sonra asansöre binecekse bile çekip gitmeyip asansör kapısını tutmak gibi… Bu cümlenin içerisine nelerin sığabileceği ise bize kalıyor. Efendimiz, düşünme kapısı aralıyor Müslüman bilincinde.
Bir insanın ihtiyaç sahibi olmasını bırakalım, darda kalmışlığını anlayabilecek ferasete sahip olacakmış Müslüman. Nasıl anlaşılır bu? Onun yerine kendini koyarak. Aynıyla yaşanmaz belki her şey. Kimsenin muradı aynıyla yaşanması değil ki yalnızca biraz olsun anlaşılabilmesi.
Derdin büyüğü sırf kendindeymişçesine yaşamayacakmış da Müslüman. Bu bakış köreltir ve körleştirir insanı.
Bir de marufu ya da hayır olanı söylemeyi hatırlatıyor Efendimiz. Maruf, günah olmadığı gibi o gelenekte beğenilen bir söz, davranış da olabilir. Böylece, “davet ettiğimde gelmedi, ben de onun davetine gitmiyorum” diyen arkadaşa iyi olanı seçmesine yardımcı olacak dinleme ve konuşma üslûbunun sadaka olduğu zihinlerimizde belirginleşiyor.
Ve illa ki birini yapmaya gücü yetermiş Müslümanın. Biri olmazsa diğerine. En nihayeti kendini kötülük yapmaktan alıkoymak kadar olsa da. İlla şunu yapmak demiyor Rasûlullah (sav).
Kesinliğe varacak denli doğruluğu ispatlanmayan zan ya da düşüncelerin, kırıcı ses tonuyla savunuluşuna şahit olmuşsunuzdur. Doğruluğundan emin olunmayan, karşısındakine saldırırcasına hararetle savunulan sözler de zarar verir oysa. Böylesi bir hale düşmekten, yani kırıcı tavır takınmaktan kendini alıkoymayı, otokontrolü tavsiye ediyor Efendimiz.
Düşününce; ne çok niyet, söz, davranış sadaka olabiliyormuş.
Aklıma bu soruları soran sahâbî efendimizin de asırlara sunduğu sadakalar geliyor. Öyleyse soru sormak da sadaka. Hayrı pek çok insana dokunduğuna göre.
Efendimiz sadaka sunabilmek için kapı aralıyor. Kapıdan içeri girme ve kapıyı açık tutabilme becerisi Müslüman duyarlılığına göre kıvam bulacak.