Abdullah b. Ömer (ra)'in naklettiği bir hadiste Allah Rasûlu şöyle buyurdular: "Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır. Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan sorumlusunuz." (Buharî, Nikah, 91)
Çoban - sürü istiâre (benzetme)siyle sorumluluk bilincinin önemine vurgu yapılan bu hadiste, bir yandan akıllı ve ergen bütün bireylerin sorumluluğuna atıfta bulunulurken, diğer yandan idarecilik ve aile yönetimi gibi başkalarına karşı yükümlülük içeren görevleri üstlenenlerin daha ağır bir mesuliyet taşıdıklarına işaret edilmektedir. Yerlerin ve göklerin taşımayı kabul etmediği emaneti yüklenen insanoğlu(1) âyeti gereğince, herkes söz ve eylemlerinin, tutum ve davranışlarının hesabını büyük mahkemede Yüce Yaratıcıya verecektir. "Kendilerine elçi gönderilenleri sorgulayacağımız gibi, gönderilen elçileri de sorgulayacağız."(2)
Geçmişte, idarî görevlerin manevi mesuliyetini çok iyi bilen bazı İslâm büyükleri, talip olmak bir yana, kendilerine ısrarla teklif edilen görevleri kabul etmemişler, bu uğurda baskılara bile maruz kalmışlardır. Örneğin Hanefî Mezhebi'nin imamı Ebû Hanife, kendisine Bağdat kadılığını öneren Abbasi Halifesi Ebû Cafer el-Mansur'un teklifini, o işe ehil olmadığı gerekçesiyle reddetmiş, kendisine "Yalan söylüyorsun." diyen halifeye, "Yalan söylüyorsam, yalancı birisi zaten kadı olamaz. Doğru söylüyorsam bu işe ehil olmadığımı ifade ediyorum." diyerek hapse atılmayı göze almıştır. Ebû Hanife'nin yaptığı, görev ve sorumluluktan kaçmak değil, uygun olmayan şart ve ortamda böyle ağır bir görevin vebalini üstlenmekten kaçınmaktır.
Hadiste, ailesinin çobanı olduğu bildirilen baba, aile bireylerinin maddî - manevî ihtiyaçlarını karşılamak, onları her türlü tehlikeye karşı korumak, çocuklarının iyi yetişmesi için elinden gelen gayreti göstermekle yükümlü ve sorumludur. Her ne kadar bu görevler günümüzde, eşler arasında belli ölçülerde paylaşılmış olsa da, işin ağırlığı yine erkek üzerindedir. O yüzden, bu sorumluluğu yerine getirmeyen kimse için Allah Rasûlu (sav), "Bakmakla yükümlü olduğu kimseleri ihmal etmesi kişiye günah olarak yeter."(3) demiştir. Peygamber Efendimiz, kız çocuklarının hor görüldüğü bir toplumda, onları yetiştirme sorumluluğunu başarıyla yerine getiren ebeveynleri de övmüştür. Ailenin evdeki yükünü büyük ölçüde üzerinde taşıyan anne de, evine sahip çıkmak, çocuklarıyla yakından ilgilenmek, eşiyle beraber huzurlu ve mutlu bir aile ortamının oluşmasına katkı sağlamakla yükümlüdür.
Sorumluluk bilinci konusunda model alacağımız en güzel örnek şüphesiz Sevgili Peygamberimiz (sav)'dir. Ağlayan bir çocuğun annesine vereceği sıkıntıyı düşünerek uzun kıldırmak istediği namazı kısa kesen Allah Rasûlu (sav) (4) bu sorumluluk bilincini ashabına da aşılamak istemiş, ayrıca, bir yöneticinin nasıl olması gerektiğinin ipuçlarını vermiştir; "Biz hiç kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz..."(5).
Dini, akıl sahiplerine teklif eden bir yaratıcının, aklını kullanamayacak durumda olanları sorumlu tutması düşünülemez. Kullarına her zaman merhametli olan Yüce Allah, şu âyetiyle hem sorumluluğumuzun sınırlarını bize göstermekte hem de acze düştüğümüzde kendisine nasıl sığınmamız gerektiğini öğretmektedir: "Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Kişinin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. Ey Rabbimiz! Unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (6)
1) Müddessir, 38
2) Nesaî, Adâbu´l-kudât, 5
3) Müslim, Birr, 46
4) İbn Mâce, İkâmetü´s- Salât, 48
5) Ebû Davud, Hudûd, 17
6) Bakara, 286