Tablolarına Mühr-ü Şerif Damgası Vuran Ressam: Uğur Mine Tamay

13 Nisan 2012

“Sergiye gelenlerin yüzde doksanı Mühr-ü Şerif’in anlamını bilmiyordu.”

 

Sergide Mühr-ü Şerif’i tanıtan bir yazı asmayacaktık aslında. Fakat galeri sahibi,  “Mine Hanım, bunu bilen de var bilmeyen de. Ne olduğunu da soruyorlar. Biz bunun anlamını da asalım” dedi. Ben çok memnun oldum buna. Çok saygılı bir insan kendisi; hemen araştırdı, buldu; gitti, baskısını yaptırıp getirdi ve astı.

Sergiye gelenlerin yüzde doksanı Mühr-ü Şerif’in anlamını bilmiyordu. Dini yaşayanlar içinde de bunun anlamını bilmeyenler olduğunu görünce çok üzüldüm doğrusu. O zaman anladım ki çok önemli bir iş yapıyorum.

Mühr-ü Şerif’i bilmeyenlerin bunu estetik bir sunumla öğrenmesi de çok önemli galiba…

Evet. Öyle veriyorum çünkü. Daha önceki resimlerimde insanların soyut resmi sevmeleri için çaba gösteriyordum. Soyut mekânda gerçek vardı resimlerimde. Soyut resmin içinde herhangi bir figür olmadığı için “ben anlamıyorum, o yüzden soyut resmi sevmiyorum” tepkisini veriyor insanlar. Fakat benim resimlerimde objeler, gerçek olan şeyler var. İzleyici resimde birkaç zaman ve birkaç mekânı bir arada görüyor. İstanbul’u ve Osmanlı’yı anlatan resimlerim vardır benim. İstanbul’un erguvanlı zamanlarından manzaralar, Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı, Topkapı Müzesi’nde sergilenen ve üzerinde Fetih Suresi’nden ayetler yazılı olan bir miğfer parçası, bir çini kabın içinde meyveler... “Bizden” olan şeyler bir aradaydı ve sunum da özgündü; güzel bir sentez ortaya çıktı orada. Böyle bir sunum insanlara çekici geliyor şüphesiz.

Aynı şekilde izleyici, resimdeki kubbeyi bir kubbe olarak değil form olarak görüyor. Ve kubbe; izleyiciye farklı şeyler düşündürüyor, insanı ilahi olana götürüyor. Bunu sağlayan şey estetik aslında.

“Mühr-ü Şerif’in manasını öğrendikten sonra izleyici başka başka hisler taşımaya başlıyor.”

 

Soyut, modern bir resim; sezgi ve bilinçle, akademik bakış açısıyla kurgulanıp doğru bir kompozisyonla sunulduğunda insanlar resme “ne kadar güzel” diye yaklaşıp daha sonra soyut resmi sevme aşamasına geçiyor. Mühr-ü Şerif resimlerine de izleyici sanat adına bakıyor, doğru bir yerleşim görüyor. Ama orada dinsel bir şey de var. O, daha sonra kavranıyor. Ben oraya Ravza’yı koydum aslında, o ruhu vermeye çalıştım ve Mühr-ü Şerif’i koydum. Mühr-ü Şerif; bilmeyen için hat sanatı olarak var orada. Ama manasını öğrendikten sonra izleyici başka başka hisler taşımaya başlıyor.


İzleyen, resmi güzel görüyor ama orada başka şeyler olduğunun da farkında. O yeşil kubbeyi, Ravza’yı bilmeyenler var; onu gösteriyorsunuz ve öğretiyorsunuz orada.

İnsanlar Mühr-ü Şerif tablolarına bakınca hiçbir şekilde bir yadırgama durumu ortaya çıkmadı. Sergiyi izleyenler, sanatımda son noktayı koyduğumu ifade ettiler. Bu, sanatım açısından mükemmel bir şey çünkü sanattan gerçekten anlayanlar yaptılar bu yorumu. Tabii ben de ne yaptığımın farkındayım çok şükür. Mütevazı olmak ayrı ama farkındalık durumu da önemli.

Sanatçının tevazu gösterme hakkı var mı böyle bir durumda?

İnsani yönde mütevazılık olur ama yaptığınız işe rağmen, “yok efendim, büyütmeyin” diyemezsiniz çünkü ortada olan bir eser var. Zaten o eseri ben yaptım gibi gelmiyor, “ben” yok burada. Eser ortaya çıktıktan sonra şaşırıp “ben ne yapmışım” diye soruyorsunuz kendi kendinize. Sezgi ve bilinç bunları bir araya getiriyor.