Eller yukarı demenin kahramanlık, elleri yukarı kaldırmanın tedbir sanıldığı dünyamız savaş alanı gibi. Her tarafta bombalar patlıyor. Küçücük çocuklar vücutlarına sardıkları patlayıcıların pimlerini hipnotik reflekslerle çekerken, maksadını şaşırmış milisler gözlerini kırpmadan din kardeşlerine kurşun yağdırıyor. Çünkü silah tacirleri daha çok kazanmalı, kapitalist düzen bozulmamalı!
Hayat insanoğluna kutsal bir emanettir. Dinimiz öncelikle canı korumayı emreder. “Şerefli ve üstün olan insan” Allah tarafından “ey insanlar” hitabına layık görülmüş ve bu üstün yaratılışlı varlık yaratanına karşı kulluk vazifesini yerine getirebilmek için önce canını korumakla yükümlü tutulmuştur. Bunun için de akıl, irade ve güçle donatılmıştır. Bu yetilerle yaratılmış insanoğlu kendini korumak adına çağlar boyu çeşitli yollar keşfedip, en ilkelinden en teknolojik olanına kadar silahlar icat etmiştir.
Yaşamını idame ettirmek ve zarara uğramamak içindir her şey. Tabii ki insan kendini korumalı ama bireyselciliğe kafasını gömmüş, sözde insan haklarının en savunucusu batı, önce ve –sadece- kendini koru diyor. Sadece kendini! Peki ya hesaba katmadığı bumerang etkisi. Öteki ile kendinin aynı gemide olduğunu ne zaman hatırlayacak?
“Yanında ok varken mescitlerimize veya çarşı-pazarımıza uğrayan kimse, Müslümanlardan herhangi birine onlardan bir zarar gelmemesi için, okunun ucunun demirlerini eliyle tutsun.” diyen Peygamberimiz Cahiliye ve Asr-ı Saadet Dönemleri gelenekleriyle silah taşıma alışkanlığında olan ümmetine sesleniyor. Ve onları Müslüman kardeşine “iyi niyetle de olsa” zarar verme ihtimaline karşı tedbirli, temkinli, merhametli olmaya çağırıyor. Çağlar, düzenler değişiyor. Sivil silah taşıma hakları kanunlarla sınırlandırılıyor. Dolayısıyla günümüzde çoğu Müslüman askerlik vazifeleri dışında ateşli silahlardan uzak hayatlar yaşıyor. Acaba onlar ‘silahım da, kimsenin canına kast etmişliğim de yok’ diyerek bu hitaptan muaf kalabilir mi? Ya da soruyu şöyle soralım; birine zarar vermek için sadece silah mı gerekli?
Tabii ki değil. Mesela dilimiz yerine göre nice silahlardan daha keskin olabilir. Hatta masum duygularımız diğeri üzerinde tahakküm oluşturuyorsa zarar verici olabilir. Yaşadığımız mekânlarda istemeden de olsa gürültümüzle, dikkatsiz tasarruflarımızla komşularımızı rahatsız edebiliriz. Bunlar özlerinde iyi olsalar da günümüz ifadesiyle empatiden yoksun yaklaşımlardır. Bir de iyi niyet taşımadığı halde faydalılık-zorunluluk kisvesine bürünmüş, insanların kendilerini ikna ettiği zararlar vardır ki bunlar hayatın her alanına dağılmıştır. Araba kullanan kişi trafik kurallarını ihlal ederek, otobüse en önce binmek isteyen kişi, bekleyenlerin hakkını yiyerek din kardeşine zarar verebilir. Sınavda kopya çeken öğrenci, sattığı sütü sulandıran sütçü, tartısına hile karıştıran tüccar hep zarar veren taraftadır. Çoğu eline hayat boyu hiç silah almamış ve almayacaktır.
Hadis-i şerifte hitap iyi niyetlilere. Ancak bugün kavramlarımız anlamını koruyamadığı için iyiliğin tarifi de değişti. Günlük hayattaki karmaşa, geçim derdi ve maneviyattan uzaklaşılmasıyla deforme olan ahlaki değerlerimiz iyilik kavramını yeniden kodladı. Devlet işini bitirince mumunu değiştiren Hz. Ömer’in emanet aldığı ümmet, daha sonra, “ben yemesem zaten yiyecekler” diyen zihniyete nasıl dönüştü? Bu gün Kur-ân’ın övdüğü iyiler (“Allah iyilik edenleri sever” Al-i İmran 134.) ne acıdır ki saflık, aptallıkla eş tutuldu.
Hadis-i şerif Müslüman’ı tedbire iten sorumluluk duygusuna da dikkatimizi çekiyor. Düğünlerde, bayramlarda, spor karşılaşmalarında serseri kurşunlarını sağa sola sıkanların kararttığı hayatları düşünün. “Ey iman edenler, tedbirinizi alın.” Buyuruluyor Nisa Suresi 71. ayette.
“Deveni ne yaptın?” diye soran Hz Peygamber’e, “Allah’a tevekkül edip kendi haline bıraktım.” diyen köylü, “Deveni sıkı bağla ve sonra tevekkül et” (İbn-i Asaki) nasihatini alınca tedbir - tevekkül- sorumluluk bağlamında ümmet olarak ne yapması gerektiğinin idrakine varmalıdır. Çünkü tedbir ve temkin, o işi yapmak kadar önemlidir. Kardeşine zarar vermemek için silahının ucunu tutan kişiye, tedbiri öngörecek kadar düşünceli, kardeşine zarar vermeyi istemeyecek kadar da merhametli olması tavsiye edilmektedir. Çünkü Hz Peygamber’e layık ümmet olma şerefi kendi için istediğini başkası için de istemekle kazanılır. Hadis nettir: “Sizden biriniz kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe kâmil manada iman etmiş olmaz.” Ümmetinin tek vücut gibi olduğunu söyleyen Rasûlullah Efendimiz “Müminler kardeştir” diyen ayet-i kerimenin ışığında bütün insanlığa eşit mesafede ve yüce merhamet duygusuyla tebliğ vazifesini yerine getirmiştir.
Bu gün merhamet duygusu çıkarların gerisinde kalınca, doğal beslenme, hormonsuz gıdalar ve genetiği bozulmamış tohumların önemi kanıtlansa da çocuklarımızı reklamlardaki iştah kabartıcı gofretlerden koruyamıyoruz. Fast food çılgınlığını dünyanın başına saran batı, obeziteyle savaşacak yeni yöntemlerden kazanacağı paranın hesabıyla mutlu olurken, yepyeni diyet listeleri yüksek fiyatlarla satışa çıkıyor. Kanser grip gibi yayılıyor. Adını duymadığımız hormonal hastalıklarla tanışıyoruz. Bütün bunlara bağlı eksik doğumlar, düşükler veya suni döllenmelere mahkûm bırakılan nesillerimiz tehdit altında.
Hukuk sistemleri çeşitli kanunlarla sivil silah edinimine sınırlar getirmişken dünyanın büyük gücü Amerika çoğu eyaletinde bunu kişinin hak ve özgürlükleri kapsamına dâhil ederek pek çok psikolojik sorunlu tetikçiye dolaylı olarak fırsat tanıyor. Mağdurlar tedbirsizliğin faturasını öderken, silah tüccarları gizli anlaşmalarla teröristleri silahlandırıp yeni mağdurlar yaratıyorlar. Sonra sonu bitmez savaşlar, değişen haritalar, kazandıkça kazanan troller.
Tedbirimizi alamadık. Çocuklarımızın eline eskilerin şeytan doldurur dediği oyuncak silahları verdik. Şimdi şeytanlar sadece o silahların sahte mermilerinde değil, sübyanlarımızın ellerindeki akıllı telefonlarda, sübliminal mesajlar yüklenen çizgi filmlerde, Heman, Harry Potter denen süper kahramanların yüzlerinde gülümsüyor. Oyuncak silahları tartışanların torunları Angry Bird oyunlarıyla küçücük ekranlara müptela edildi. Karıncayı bile incitemeyen annelerin çocukları ekranlarda yüzlerce simülasyon düşmanı öldürerek puan kazanıyor. Nasılsa hiç birinin eline kan bulaşmıyor. Ama içten içe bir müminde olması gereken merhamet duygusu farkında olunmadan o masum kalpleri terk ediyor. “Kim bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur.” (Mâide, 32) diyen Allah-u Teâla’nın kalplere yerleştirdiği merhamet duygusunu kaybetmemenin tedbirini almak zorundayız.