Yol Ayrımı ve Kararlılık

30 Kasım 2015

Ebû Süfyân, Hudeybiye Antlaşması’nın uzatılmasını temin için Medine’ye gelmişti. Görüşme teklifi Rasûl-i Ekrem (sav) tarafından kabul edilmeyince ashabın büyüklerinden Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile görüşmek istedi. Onlardan da yüz bulamayınca ricacı olması için kızı ve Hz. Peygamber’in hanımı olan Ümmü Habîbe’nin yanına gitti. Eve girdiğinde yerdeki döşeğe oturmaya yeltendi, fakat Ümmü Habîbe onun Hz. Peygamber’in döşeği olduğunu ve bir müşriğin ona asla oturamayacağını belirterek hızla yatağı kaldırdı. Bunun üzerine Ebu Süfyan “Kızım, yatağı mı benden esirgedin, yoksa beni mi yataktan?” diye sitem etti ve “Kızım, benden sonra sana hiç de iyi olmayan haller olmuş, sana şer bulaşmış” diyerek evi terk etti. (İbn Sa‘d, VIII, 99-100)


Yol ayrımları vardır hayatta, birine girince diğerinden ayrılırsınız. Bir de size “hayır” dedirten evetleriniz. “Evet”lerinizle bağınız ne kadar güçlüyse “hayır”larınızın kefareti o kadar taşınası gelir. Varolan düşünce ve duygu sisteminizi yeniden kurgular, katmanları pürüzsüz hale getirirsiniz. Kendinize iman ekseninden dayanak noktası edinmişseniz dışarıdan ve içeriden gelecek her itiraz, kararlılığınızın sert duvarına çarparak sendeleyip düşer ayaklarınızın dibine. Onların üzerinde yükselir kulluk çıtanız. Allah ve Râsulü (sav)’ne karşı muhabbetinizden örülü evet ya da hayırlarınızla onurlanır kişiliğiniz.

Sevdiğinizi başka türlü sever, sevmediklerinizden başka nedenlerle uzaklaşırsınız. An gelir kimilerine göre delice tercihler yapar, uğruna her şeyin verilebileceği nice tekliflere “hayır” der, ayla güneşi iteleyiverirsiniz bir çırpıda. Gölgesi olmadan yaşayamayacağınızı zannettiklerinizi bırakıverirsiniz ardınızda, “evet” dediklerinizin peşinden koşarken. Buna da hiç üzülmez, gizli gizli ağlaşmaz, vesveseyle eğleşmez işinize bakarsınız vakurca. Siz böyle kararlı olmaya devam ettikçe en büyük hasmınız bile perişan olur, Bedir ashabı gibi ayaklarınız zafere sabitlenir, kalbinize itminan yerleşir. (Enfal, 11) Meleklerle desteklendiğinizi bilirsiniz de utandığınızdan dillendiremezsiniz. Size, doğru tercih yaptıran karşısında hep müteşekkir, hep minnettar…

İnsan evet ya da hayırlarından ördüğü çemberin içinde dolanır hayat boyu. Zoraki evetler “hayır” anlamını içkin olduklarından sahiplerinde bir aks’ül-amel (tersi bir davranış) oluşturmaz. Yanar döner kişiliğin zeminini burada aramak gerekir. İçten gelmeyen tebessüm gibi donuk, etkisiz… Sürekli bir şüphe ve tereddüdün getirdiği iki ileri bir geri yol alma çabası… Ne yorucu ve nasipsiz bir yol…

“Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy sopları olsalar bile, Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir…” (Mücadele, 22)

Hz. Ümmü Habibe’nin babasına gösterdiği o kararlı ve hatta sert tutumla birlikte okunduğunda bu ayet fazla yoruma ihtiyaç gerektirmiyor. Şeytani bir düşünceyle “kendimizi ifade etme” ya da “kişiliğimizi koruma” gibi indî (kişisel kanaate dayalı) argümanlarla enaniyetimizi korumak için gösterdiğimiz hassasiyeti, bizi biz yapan değerleri korumak ve yüce kılmak için göstermediğimizde neye evet neye hayır demiş oluyoruz?

Daimi duamız:

Ya mukallibel kulub, sebbit kalbî alâ dînik.

(Ey kalpleri çeviren Allah’ım, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl!)