Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Mevlânâ'nın Hz. Muhammed (sav)'e Sevgisi ve Bağlılığı

26 Haziran 2018 Salı Kültür Sanat / Tasavvuf


Mevlânâ Celâleddin Rûmî Hz. Peygambere candan bağlıdır. Mevlânâ’nın, Hz. Muhammed (sav)’e olan derin sevgi, saygı ve bağlılığı şu nedenlere dayanmaktadır:

  1. İsminin ve hatırının büyüklüğü.
  2. Üstün,  değerli, saygın ve etkileyici kişiliği.
  3. Güzel ahlâkı, ilâhî ihsan ve ikrama nail olması, taşıdığı büyük misyon ve mesajının evrenselliği. 

Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî (1207–1273), hayatını ilme, irfana, ahlâka kısacası Hakk’a ve halka adamış gönül ve hizmet eridir. Hz. Peygamber’in güzel ahlâkını kendisine örnek alan Mevlânâ, bütün eserlerinde insanlara fazilet ve meziyet yollarını öğretme çabası içindedir.

Mevlânâ, eserlerinde, peygamberlere, onların mücadelelerine ve ahlâkî güzelliklerine sıkça temasta bulunur. O, Kur’ân’da adı geçen hemen hemen her peygambere şu veya bu yolla değinir. O, Hz. Peygamber’i anlatırken ağırlıkla Kur’ân’a, hadislere, tarihî olaylara ve rivâyetlere dayanır. Rûmî, bu malzemeyi, derin aşkının şiirsel ifadelerini de katarak zengin bir anlatımla değerlendirir. Onun, eserlerinde, peygamberimizi en çok, sırasıyla Ahmed, Muhammed, Mustafa, Peygamber, Rasul, Ahmed-i Muhtâr, Nebî, Allah Elçisi, Peygamberler Ulusu, Sultan, Padişah ve Yâsîn adlarıyla andığını ve anlattığını görürüz.

Hz. Muhammed (sav)’in söz konusu edildiği yerlerde Mevlânâ’nın üslûbunun, ayrı bir saygı, incelik dolu olduğunu görürüz. O, yaşantısıyla olduğu gibi diliyle de Hz. Peygambere daima hürmet ve muhabbet dolu olmuştur. Hz. Muhammed (sav)’in adının geçtiği hemen hemen her yerde, İslâmî gelenekte olduğu gibi, “Allah’ın rahmeti ve esenlik O’na” şeklinde salât ve selâmda bulunarak, sevgi ve saygısını dile getirir.

HZ. MUHAMMED (SAV)’İ ANLAMA

Hz. Muhammed (sav)’i anlamak büyük bir şeydir. Hz. Peygamberi gerçek anlamda anlayana ve onun yolunu izleyene yardımlar ve bol bağışlar vardır. Bunlara rağmen Mevlânâ, onu herkesin hakkıyla anlayamadığından şikâyet eder ve Hz. Peygamberi doğru anlayabilmek için cehâleti, önyargıları, kibri, hırsı ve yanlış muhakemeyi terk etmeyi gerekli görür.

Ancak gönlü kötü olan, onun işlerini kendi bilgisizliğine, kendi hırsına göre mukayese eden kişi onun hakkında böyle (toprak zapt eden şeklinde) bir şüpheye düşer.

Sarı camdan bakarsan güneşin nurunu sapsarı görürsün.

O gök ve sarı camı kır da eri ve tozu gör!

MEVLÂNÂ’NIN HZ. MUHAMMED (SAV)’E SEVGİ, SAYGI VE ÖVGÜSÜ

Mevlânâ'nın birkaç yerde tekrar ettiği şu mısraları, ilk etapta sevgilisi Hz. Muhammed (sav) için söylediği anlaşılmaktadır. Bu mısralarda o, sevdiğine olan özlem duygularını, kavuşma isteğini ve bu husustaki çaresizliğini dile getirmektedir.

Yel beni size götürseydi, 

Yellerin eteklerine sarılırdım.

Sizi öylesine özledim ki, kuştan daha tez uçar-gelirim size;

Ama kanadı kesik kuş, nasıl uçabilir?

Hasret çekmeye alışmış olan Mevlânâ’nın Hz. Peygambere duyduğu özlemin, Şems-i Tebrizî’ye ve diğer sevdiklerine karşı duyduğu özlemden çok daha fazla olduğu anlaşılmaktadır. O, Peygamberimize duyulan hasreti, şu kısa anekdotu aktararak, şöyle dile getirmektedir:

Hannâne direği Peygamberin ayrılığı yüzünden akıl sahipleri gibi ağlayıp inliyordu.

Peygamber, “Ey direk ne istiyorsun? Dedi. O da “Canım ayrılığından kan kesildi.

Bana dayanıyordun, şimdi beni bıraktın, minberin üstüne çıktın” dedi...

Mustafa, gönlümüzü yol etmez, gönlümüzde olmaz, gönlümüze dayanmazsa, feryat etsek de, Hannâne direğine dönsek yeridir.

Peygamber, hutbe okurken bir hurma ağacı dalına dayanırdı. Mescitte onu dinleyenler çoğalınca, mübarek yüzünü göremedikleri gerekçesiyle bir minber yaptılar. O, minbere çıkınca, mescidin direklerinden biri olan o hurma direği Hz. Peygamberden uzağa düştüğü için inlemeye başladı. Nihayet Peygamber minberden inip inleyen anlamına gelen, bu “hannâne” direğine elini koyunca direk susmuştur. Mevlâna yukarıdaki ifadelerinde bu hâdiseye telmihte bulunmaktadır.

Mevlânâ, hasret acısı çektiği bu dünya zindanından kurtulup, bir an evvel Allah’ın sevgili dostu Hz. Muhammed (sav)’in yanına dönmeyi, ona kavuşmayı heyecanla bekler.

Hz. Muhammed (sav)’in söz konusu edildiği yerlerde Mevlânâ’nın üslûbunun, ayrı bir saygı, incelik dolu olduğunu görürüz. O, yaşantısıyla olduğu gibi diliyle de Hz. Peygambere daima hürmet ve muhabbet dolu olmuştur. Hz. Muhammed (sav)’in adının geçtiği hemen hemen her yerde, İslâmî gelenekte olduğu gibi, “Allah’ın rahmeti ve esenlik O’na” şeklinde salât ve selâmda bulunarak, sevgi ve saygısını dile getirir.

O, öyle bir kişiydi ki imtihan günü (yani Miraç’ta) yedi göğün hazinesine karşı hem gözünü yumdu, hem gönlünü kapadı.

Onu görmek için yedi kat gök uçtan uca hurilerle meleklerle dolmuştur.

Hepsi kendilerini, onun için bezemişti, fakat onda sevgiliye aşktan, sevgiliye meyil ve muhabbetten başka bir hevâ ve heves nerede ki?

O, Tanrı ululuğuyla, Tanrı celâliyle öyle dolmuştu ki bu dereceye, bu makama Tanrı ehli bile yol bulamaz.

“Bizim makamımıza ne bir şeriat sahibi bir peygamber erişebilir, ne melek, hatta ne de ruh” dedi, artık düşünün anlayın.

“Göz Tanrı’dan başka bir yere şaşmadı, meyletmedi” (Necm53/17) sırrına mazharız, karga değiliz, âlemi renk renk boyayan Tanrı sarhoşuyuz; bağın, bahçenin sarhoşu değil” buyurdu!

Nerde bir ağaç ve taş varsa Mustafa’yı görünce apaçık selâm verdi...

Ay, onun ay yüzünü görünce iki parça olmuştur.

O, iyi işlerde imam olan; keremlere, kerâmetlere düzen verendir.

Kısacası Hz. Muhammed (sav), devranın eşsiz eri, zamanının şaşılacak serveri, halkı yüce işlere çağıran, bütün halka Allah’dan bir rahmet olan, sırların en eşsizlerine mahrem bulunan hidayet ve takva imamı, Ulu Tanrı’nın sırrı, onun tertemiz mazharı; Hakk’ın, şeriatın ve dinin celâlidir.

Olgunluğuyla yüceliğe ulaştı,

Yüzünün güzelliğiyle karanlıkları aydınlattı.

Bütün huyları güzeldir

Rahmet ona ve soyuna!
 

Canım tenimde oldukça Kur’ân’ın kölesiyim ben, Tanrı’nın seçkin Peygamberi Muhammed’in yolunun toprağıyım. /  Her kim benden, bunun dışında bir söz naklederse hem o sözden şikayetçi olurum hem nakledenden.

MEVLÂNÂ’NIN HZ. MUHAMMED (SAV)’E BAĞLILIĞI

Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî, Allah’a ve O’nun gönderdiği son elçi olan Hz. Peygambere candan bağlı biridir. O, meşhur rubâisinde Allah’a ve Hz. Muhammed (sav)’e olan bağlılığını şöyle haykırır:

Canım tenimde oldukça Kur’ân’ın kölesiyim ben, Tanrı’nın seçkin Peygamberi Muhammed’in yolunun toprağıyım.

Her kim benden, bunun dışında bir söz naklederse hem o sözden şikayetçi olurum hem nakledenden.

Onu Onaylama Gereği

Mevlânâ Celâleddin, Hz. Muhammed (sav)’in daha çocukken bazı olağanüstü özellikler taşıdığını, Kâbe’deki büyük putların bile onun risâlete hazırlandığını bildiklerini, mucizevî bir şekilde bir bebeğin bile Hz. Peygamberi tanıdığını, bundan dolayı Hz. Muhammed (sav)’i onaylamada tereddüt gösterilmemesi gerektiğini, Mesnevî’de uzunca anlatmaktadır.

Müşriklerin, Hz. Muhammed (sav)’in sadeliği, güvenirliği, bildirdiklerinin hak ve doğruluğu, bunlara ilâve olarak da insanları bir benzerini ortaya koymakta âciz bırakan mucizelerine rağmen onu tasdik etmemeleri, haklı ve rasyonel nedene değil, duygusal nedenlere dayanmaktadır. Onlar âdeta dogmatik inançsızlık örneği sergiliyorlardı. Bununla ilgili olarak Mevlânâ bir çok örnek vermektedir. Ona göre inkârcılar, son nebi Hz. Muhammed (sav)’i çok iyi tanımalarına rağmen, kıskançlıkları yüzünden onu tasdik etmezler.

Onun Yolundan Gitme Gerekliliği

Hz. Muhammed (sav)’e uymak gerekir. Çünkü o, insanları şirkten, putlara tapmaktan, cehaletten, zulümden kurtarıp, bunların yerine tevhîd inancını, ilmi, hakkı ve adâleti tesis etmiştir. Bundan dolayı Mevlânâ, Hz. Muhammed (sav)’e tâbi olmanın hoşnutluğu içerisindedir.

Taze baht dostumuz, can vermek işimiz-gücümüz; kervanbaşımız da dünyanın övündüğü Mustafa bizim.

Erlik sanatını Tanrı’dan öğrendik; aşk pehlivanıyız, Ahmed’in dostuyuz biz.

A benim canım, kabul edilmeyen kişi usanır, sıkılır; bense Peygamber soyundanım (yılmam, görevimi yaparım) a benim canım, padişahın ardında koşup yelmedeyim.

Sizin Arap atlarınız olsun sayısız; Ahmed-i Muhtâr’ın Burâk’ı da bizim olsun.

Dünya tamamıyla bayram olsa, neşe dolsa sizin olsun dünya; sevgili, bizim olsun yeter bize.

Fakat Muhammed Mustafa (sav)’nın yolundan gitmek ve onun gibi yüceliklere ermek için aşk gereklidir. Mevlânâ, sadece dille veya şekilde kalarak Hz. Muhammed (sav)’i sevmenin kanıtlanamayacağını, bunun yanı sıra, onun yolunu takip etmenin önemli olduğunu ısrarla belirtir. "Salâvat verip duruyor ama Mustafa’nın temizliğinden ne var onda?" diye soran Mevlânâ, bir defasında da, kendisine nasihat vermesini isteyen Emîr Pervâne’ye şöyle çıkışmıştır: “Mademki, Allah ve O’nun elçisinin sözlerini okuduğun, gerektiği gibi bahsettiğin ve bildiğin halde o sözlerden nasihat alamıyorsun ve hiçbir âyet ve hadîsin gerektirdiği şekilde amel edemiyorsan, benim nasihatimi nasıl dinler ve ona nasıl uyarsın?”

Dünya tamamıyla bayram olsa, neşe dolsa sizin olsun dünya; sevgili, bizim olsun yeter bize... Muhammed Mustafa (sav)’nın yolundan gitmek ve onun gibi yüceliklere ermek için aşk gereklidir. Mevlânâ, sadece dille veya şekilde kalarak Hz. Muhammed (sav)’i sevmenin kanıtlanamayacağını, bunun yanı sıra, onun yolunu takip etmenin önemli olduğunu ısrarla belirtir.

HZ. MUHAMMED (SAV)’E DUYULAN SEVGİ, SAYGI VE BAĞLILIĞIN NEDENLERİ

Hz. Muhammed (sav)’e duyulan bu sevgi, saygı ve bağlılığın nedenlerini, Mevlânâ’dan bulduğumuz malzemeye dayalı olarak, şöyle sıralayabiliriz:

a. Hz. Muhammed (sav)’in İsminin Ve Hatırının Büyük Olması

Mevlânâ’ya göre, Hz. Muhammed (sav)’in adı mübarektir. Onun adını alaya veya hafife alan insan çarpılır, perişan ve pişman olur. Yine Mevlânâ’ya göre, dünya, Mustafa ile övünür. Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden o, son peygamber olmuştur.

Onun adı İncil’de Ahmed olarak geçmektedir. Bundan dolayı insaf ehli hıristiyanlar adı ve vasıfları kendi kitaplarında geçen son peygamber Hz. Muhammed (sav)’i tanımada zorlanmazlar. Hz. Muhammed (sav)’in adı sağlam bir kaledir, bundan dolayı ona sığınan korunur ve kurtulur.

Mevlânâ, yazılarında, özellikle Mektuplar’ında, Hz. Peygamberin adını kullanarak, onun yüzü suyu hürmetine bazı taleplerinin karşılanmasını istemektedir.

b. Önemli Ve Değerli Bir Kişi Olması

Mevlânâ’ya göre, Hz. Muhammed (sav), bütün insanlık için önem arz ettiği gibi, ümmeti için de ayrı bir önem ve değere sahiptir. Mevlânâ’ya göre, Hz. Muhammed (sav) zamanın eşsiz eri ve serveridir. O, Allah’ın insanlara gönderdiği bir rahmettir. Yine o, hidayet ve takva imamı olup, bütün peygamberlerin sonuncusu ve en gözdesidir. Bundan dolayı onun, hem Allah katında, hem de insanlar yanında ayrı bir değeri vardır.

Yine Mevlânâ’ya göre, Hz. Muhammed (sav), âlemlere rahmet olduğu, yoksullara yücelik bağışladığı; hak dostlarına, gönül erlerine birçok ince sırrı öğrettiği, vefayı ve güzel yüzlülüğü gösterdiği için, diğer insanlarla ve peygamberlerle mukayese edildiğinde, onun ayrı bir önemi ve değeri vardır. 

c. Güzel Ahlâkî Vasıflar Taşıması

Mevlânâ, eserlerinde, Hz. Muhammed (sav)'i şu ad ve vasıflarla anmaktadır ki, bunların bir kısmı isim ve övgü sözcükleri olsa da onların altında Hz. Peygamberin güzel ahlâkını vasfetme yatmaktadır.

Hazret-i Ahmet..., Şeriat sahibi Ahmet...; Mustafa,

... O lütuf sahibi Peygamber, ... o zarif kimse; ay yüzlü; şeker huylu Mustafa’...

Aşk mâdeni, O kerem denizi ...

... Özü-sözü doğru olan...

İyi işlerde imam olan; keremlere, kerâmetlere düzen veren Mustafa ...

Mi’râç padişahı...

O, “Vennecmi” padişahı, “Abese” sultanı...

..Şefaatçi dost, yüce bir ışık... şefaat kemerini beline bağlayan, o (âhiret) âlemin güneşi, Âdemoğullarının rahmeti ...

Mevlânâ, Hz. Muhammed (sav)’in buraya kadar sıraladığımız güzel isim ve vasıflarının yanı sıra, onun sahip olduğu güzellik ve güzel ahlâka da değinir. Onun belirtmesine göre, insanlar güzel ahlâkı ve arılığı Mustafa’dan öğrenmişlerdir.

Hz. Muhammed (sav), dünya malına-mülküne değer vermeyen bir insandı. O dünyayı değil, gönülleri fethe çalışırdı. Hz. Muhammed (sav)’in Mekke’yi ve diğer yerleri fethetmek istemesi, dünya mülkünü sevdiğinden değildi, Allah emriyleydi.

d. İlâhî İhsan Ve İkramlara Nâil Olması

Allah, seçerek belirli bir misyonla gönderdiği sevgili rahmet peygamberini elbette koruyacak ve onun dinini galip getirecektir. Mevlânâ’nın belirttiğine göre, Allah nuru ona yardım etmededir. Birisini koruyan Allah olursa ona kuş da gözcü, bekçi kesilir, balık da! Mevlânâ’ya göre Allah’ın Hz. Muhammed (sav)’e en büyük ihsanı, ona Kur’ân’ı öğretmesi, vahyi bildirmesi ve bâtına ait bilgi vermesidir.

Hz. Peygamber’in Mi’rac’a çıkartılması, Allah tarafından ona bahşedilen en büyük ihsan ve ikramlardan sayılır. Mevlânâ Mi’raç olayı üzerinde sıkça durur. Bu, Allah’ın, sevdiği kulu ve elçisine ihsan, ikram, müjde ve manevî hediyelerde bulunma; kendi katındaki değer ve derecesinin diğer peygamberlerden üstün olduğunu gösterme; ona güç ve cesaret verme, âhiret ahvâli hakkında ümmetine bilgi vermesi için bazı sahneleri ona gösterme gibi nedenlere dayandırılabilir.

Hz. Muhammed (sav), insanları cahiliyye ateşinden kurtarıp onlara hakkı, doğruyu, güzeli, iyiyi gösterme ve yaşatma misyonuyla gelmişti. O, bu misyonunu icra ederken, çok esirgeyici, koruyucu ve kollayıcı bir tavır sergilemiştir. O kerem denizi doğru buyurmuştu: "Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim. /  Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim...”

e. Büyük Bir Misyona Sahip Olması

“Allah, bilgisizlerin meydana çıktığı, kâfirlerin ve sapıklığın üstün olduğu bir sırada Hz. Muhammed (sav)’i gönderdi. Kalbine de nur gibi parıl parıl parlayan ve kalplere şifa olan bir kitap indirdi. “Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve gönüllerdeki dertlere şifa geldi.”(Yunus 10/57). Halk, aslı olmayan şeylere uymuşken onu doğrulukla ve doğru yolu göstermek için gönderdi. O da ümmetine, sözüyle, hareketleriyle öğüt verdi; onlara haram olan, helâl olan yolları açıkladı. Böylece o Rasûl, peygamberlik misyonunu tamamladı. Mevlânâ’nın ifadesiyle, Hz. Muhammed (sav)’in şerîatıyla evvelki şerîatların hükümleri kalkmış gitmiştir.

Hz. Peygamber, doğruluk timsali olup, doğruyu iletme misyonunu taşır: "... Ahmet neyi söylerse hakikatte o söz hakikat denizinindir. Onun sözleri denizin incileridir."

Mevlânâ’nın belirttiği gibi, bir peygamberin davet ile halkı uyandırması gerekir. Fakat bu görevin verildiği peygamberin, herkesi hidayete eriştirme gücü yoktur. O, sadece bu uğurda çaba gösterir. Çünkü hidayete erdirme sonuçta Allah'ın işidir. Hakk'ın iki sıfatı vardır: Kahır ve lütuf. Nebiler her ikisine de mazhar olmuşlardır; mü’minler Hakk’ın lütfuna, kâfirler ise kahrına mazhardırlar.

Kısacası Hz. Muhammed (sav), insanları cahiliyye ateşinden kurtarıp onlara hakkı, doğruyu, güzeli, iyiyi gösterme ve yaşatma misyonuyla gelmişti. O, bu misyonunu icra ederken, çok esirgeyici, koruyucu ve kollayıcı bir tavır sergilemiştir.

O kerem denizi doğru buyurmuştu: “Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim.

Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim...”

Onun kurtarma çabası sadece bu dünyaya has değil, âhirete de uzanır.

Câhiliyye karşı koyuşları ve onun dinini engellemeler, Hz. Muhammed (sav)’in (sav) etki ve gücü karşısında etkili olamayacaktır ve onun tebliğ ettiği din kıyamete kadar bâki kalacaktır. İnsana düşen, bu önemli misyonu taşıyan Hz. Resûlün risâletini onaylamak olacaktır. Hz. Muhammed (sav) dürüsttür (el-Emîn), sâdıktır ve kendi kafasından rasgele konuşmaz; o, Allah’ın kendisine bildirdiklerini insanlara iletir. Bu misyonu taşıyan kişi tasdik edilmelidir.

f. Üstünlüğü Ve Mesajının Evrenselliğinden Dolayı

Mevlânâ’ya göre topraktan nice insanlar halk edilmiştir, fakat bu yaratılanlar içinde en üstün olanı Hz. Muhammed (sav)’dir. Peygamberlerin sonuncusunun yolu/dini hürmetine âleme bereketler saçılır, Onun nefesiyle açılmamış kapılar açılır; duası, iki âlemde de müstecab olur. O, bu dünyada da şefaatçidir, o dünyada da; bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada da cennetlere. Toprağın nice şaşılacak çocukları vardır, fakat Ahmed, hepsinden üstündür!

Hz. Peygamber'in üstünlüklerinden dolayı Mevlânâ onu birçok güzel adlar ve ahlâkî vasıflarla anar. Bu üstün vasıflardan birkaçı şunlardır: Mustafa (sav), korkutucu ve müjdecidir. O, peygamberlerin en güzel, en açık ve yerinde söz söyleyenlerindendir. Hz. Muhammed (sav), eşi-örneği bulunmayandır. Peygamberlerin ulusu; gökyüzünün de, yeryüzünün de ışığıdır. İki âlemin elçisi, insanlara ve cinlere yol gösterendir. Hz. Muhammed (sav)’in bizzat kendisinin belirttiği gibi, ondan sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir; hiçbir peygamberin ümmeti de ondan üstün olmayacaktır.

Hz. Muhammed Mustafa (sav)’nın insanlığa sunduklarının evrenselliğine gelince, bu konuyla ilgili Mevlânâ’da bir hayli malzeme bulmaktayız. Mevlânâ’nın ifadesiyle, padişahların paraları değişir durur, fakat Ahmed’in parası, kıyamete dek sürer gider! Bunu mucize saymayan, güneş gibi apaydın olan ve adına “Ümmü’l-Kitap” denen yüz dilli Kur’ân’a ne diyebilecektir? Kimsenin ondan bir harfi çalmaya yahut sözüne bir söz katmaya ne haddi vardır, ne de kudreti.  “Tanrı, Muhammed dininin yücelmesini, meydana çıkmasını ve dünya kaldıkça kalmasını istediğinden, Kur’ân için kaç tane tefsir yazıldı? ...Bütün âlem onun zamanından bugüne kadar onun şerhinde cilt cilt kitaplar yazdılar ve hâlâ da yazıyorlar, fakat henüz o sözü kavramaktan ve anlamaktan acizdirler. Kur’ân’da da ifade edildiği gibi, Hz. Muhammed (sav) ölse de onun tebliğ ettiği din bâki kalacak (Âl-i İmrân3/144), Kur’ân ilâhî korunma altında bulunacaktır (Hicr 15/9)."

SONUÇ

Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî, eserlerinde peygamberlere, onların mücadelelerine ve ahlâkî güzelliklerine sıkça yer verir. Bu peygamberler içerisinde Mevlânâ’nın Hz. Muhammed (sav)’e beslediği sevginin, verdiği değer ve önemin hepsinin üstünde olduğu görülür.

Mevlânâ’ya göre Hz. Muhammed (sav), Allah katında ismi ve hatırı büyük olan bir peygamberdir. Hz. Peygamber, insanlara hakkı, doğruyu, güzeli ve iyiyi gösterme ve bunları onlara yaşatma misyonuyla gelmişti. Kısaca o, insanları cahiliyye ateşinden kurtarmak için görevlendirilmişti.

Kur’ân’da da ifade edildiği gibi, Hz. Muhammed (sav) ölse de onun tebliğ ettiği din bâki kalacaktır. Allah, seçerek belirli bir misyonla gönderdiği sevgili rahmet peygamberini elbette birçok ihsan ve ikrama nâil kılarak koruyacak ve onun dinini galip getirecektir. 

Mevlânâ, Hz. Muhammed (sav)’i sevmeyi ve onun yolundan gitmeyi gerekli görür. Kendisi de, Hz. Muhammed (sav)’e candan bağlı biridir. Bunu düşünce ve yaşayışıyla ortaya koymuştur. Onun ana dayanağı Kur’ân ve Hz. Peygamber’in hayatı, ana hedefi ise, Rubâiler’inde ve diğer eserlerinde açıkça söylediği gibi, bu iki kaynağa uygun bir hayat sürmektir. Onun ana kaynağı veya temel dayanakları olan Kur’ân’ı ve Hz. Muhammed (sav)’i tanımadan Mevlânâ’yı gerçek anlamda tanımak mümkün görünmemektedir.