Bir Dakika

03 Ocak 2025

Ashâb-ı kiramdan biri vefat etmişti. Arkadaşları ondan övgüyle bahsettiler ve ibadetinin çok olduğunu söylediler. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sessizce onları dinliyordu. Onlar sözlerini bitirince, Fahr-i Kâinât Efendimiz, “Bahsettiğiniz kimse ölümü çokça anar mıydı?” diye sordu. Onlar da “Hayır” dediler. “Peki, nefsinin lüzumsuz ve aşırı isteklerinden çoğu zaman vazgeçebiliyor muydu?” Ashâb-ı kirâm, “Hayır ya Rasûlullah!” diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Arkadaşınız bahsettiğiniz kadar değilmiş.” buyurdu. (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, X, 308-9)


Bir şeyi herkes övüyor, seviyor, yapıyor ya da tersine yeriyor, reddediyor, küçümsüyorsa, adına “bir dakika” dediğim bir hal gelir bana. “Bir dakika, burada neler oluyor?” der, bir adım geri çekilir, yerilende iyi bir taraf, sevilende bir çapak bulurum. Akıntıya kapılıp gitmekten o kadar ürkerim ki sevdiğim renk moda olsa, o renkten tiksinti duyarım. Fikirlere de böyle yaklaşırım. Sadece birini dinlerken ya da okurken değil, kendim konuşurken bile bir yandan, “Bu söylenenlere nasıl itiraz edilebilir?” diye düşünmeden edemem. Bir şeyi kıyasıya eleştirenlerin yanındaysam, o şeyin sağlam taraflarını görmeye ya da göstermeye çalışırım. Aşırı müdafilerin yanına düştüğümde ise aklıma ve dilime hep çürük tarafları gelir. Takdir edersiniz ki bu gidişatın sonu hiçbir yere tam anlamıyla ait olamamaktır. Olsun varsın. Bundan da rahatsızlık duymam.

Mesela, yetkinliği olsun olmasın önüne gelenin “şirk” etiketi yapıştırdığı rabıta konusunda gencecik yaşımdayken kendi kendime “Bir dakika!” demiş ve “Bu kadar basit bir yanlış bu kadar üst seviyede kabul görmüş olamaz; biz neyi kaçırıyoruz acaba?” diye sormuştum. Aradan yıllar geçti. “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” kitabını okurken “Sonunu Düşünerek İşe Başla” bölümünde yazarın, okura kendi cenaze törenini hayal ettirerek aslında ölüm rabıtasını tavsiye ettiğini fark ettim. Yine geçenlerde Stoacı felsefeyi anlatan bir konuşma dinlerken, bu kez doğrudan bir kişiliğe yapılan rabıtadan bahsedildiğini görüp bir kez daha şaşırdım. Aşağı yukarı şöyle diyor Stoacılar: “Dünyada tek başınaymışsın gibi yaşama; kıymet verdiğin birinin yanı başındaymışsın gibi yaşa!”

Sözün özü, komplekslerimiz yüzünden küçümsediğimiz kimi kültürel tecrübelerimizi, yine komplekslerimiz yüzünden gözümüzde büyüttüğümüz yabancı kültürler övünce, aralarındaki benzerliği -hatta aynılığı- göremiyoruz. İlkini şiddetle reddederken, ikincisini büyük bir keşif gibi sunmak, nasıl bir zihinsel beceriyi gerektiriyor acaba?

Tam olarak açıklayamayacağım bir nedenle isterim ki cenazemde kadınlar çoğunlukta olsun. Onların zor hayatlarına şahitlik etmiş, o yolu yürürken ellerinden tutmaya çalışmış bir kız kardeşleri olarak bu dünyaya onların dualarıyla veda etmek isterim. Orada, ayaküstü beylik laflarla yapılacak bir konuşma yerine o kız kardeşlerimin evlerine döndüklerinde çoluk çocuklarına hayırla yâd ederek anlatacakları kişi olmayı tercih ederim.

Lafı niye döndürüp dolaştırıyorum? Çünkü hocam bana “Kendi cenaze töreninde yapılacak konuşmada neler söylenmesini isterdin?” konulu bir yazı ödevi verdi. Sizin de gördüğünüz gibi bir türlü konuya giremiyorum. Sanırım bunun birkaç nedeni var.

İlki, cenazelerde konuşma yapmanın geleneğimizde olmayışı. Gerçi şimdilerde, aslında fazlasıyla Batılı olan bu uygulama, cenaze merasimlerimizin bir parçası olmaya başladı. Bizde imam cemaate “Nasıl bilirsiniz?” diye sorar ve helallik ister; bütün konuşma bundan ibarettir. Hadislerde ölülerin hayırla yâd edilmesi tavsiye edilse de ölünün başında uzun uzun hitabelerle övülme uygulaması bilinmez. Benim kendi cenazemde konuşma adına arzulayabileceğim tek şey, “Nasıl bilirdiniz?” sorusuna verilen “İyi biliriz” cevabının yürekten gelerek söylenmesidir. İnsanların iyiliğine gönülden şahitlik ettiği kişi Allah katında kötülerden bile olsa, Yüce Allah o kadar insanı yalancı çıkarmaz, diyor Peygamberimiz. İşte benim dileğim, bu şahitlikten ibarettir. O esnada “İyi biliriz” demek içlerinden gelmediği için kalabalığa karışıp geçiştirenlerin olmamasıdır. Aksine, meleklerin bile benim için bu şehadette bulunmasını arzu ederim.

Cenazemde bir konuşma yapılması konusuna giremeyişimin ikinci nedeni, hiçbir ortamda zorunlu övgü ifadelerinden hazzetmeyişimdir. Durum onu gerektirdiği için yapılan övgülerin normalleşmesi, hatta kibarlık gereği sayılması beni o kadar rahatsız eder ki birini övmek istediğimde bu övgünün gerçek olduğunu belirtme ihtiyacı duyarım. Gerçekliğinden kuşku duymadığım birkaç istisna dışında neredeyse hiçbir övgüyü de ciddiye almam. Samimiyetsiz övgünün en etkili manipülasyon silahlarından biri olduğunu bir yana bırakalım, cenazemde kendisine böyle bir konuşma yapma görevi verilen kişinin düşeceği sıkıntılı duruma sebebiyet vermek istemem. İşte bu nedenlerle cenazemde yapılacak konuşma hakkında bir yazı yazmak da bende artık neredeyse otomatikleşmiş olan “bir dakika” tepkisine yol açtı. “Bir dakika, neden bir konuşma yapılmak zorunda ki?” Sizce de öyle değil mi?

Cenazemle ilgili konu dışı bir dileğim daha var. Bu kadar yazmışken onu da söyleyeyim. Ancak zannedilmesin ki ben bu dilekleri okuyuculardan istiyorum. Haşa. Önce kendime mesajdır bu yazılanlar, sonra Rabbülâlemine dua ve niyaz kabilindendir. Tam olarak açıklayamayacağım bir nedenle isterim ki cenazemde kadınlar çoğunlukta olsun. Onların zor hayatlarına şahitlik etmiş, o yolu yürürken ellerinden tutmaya çalışmış bir kız kardeşleri olarak bu dünyaya onların dualarıyla veda etmek isterim. Orada, ayaküstü beylik laflarla yapılacak bir konuşma yerine o kız kardeşlerimin evlerine döndüklerinde çoluk çocuklarına hayırla yâd ederek anlatacakları kişi olmayı tercih ederim.

Ölüm rabıtası konusunda yaptığım denemelerde ölüm bana hep özgürlük gibi görünüyor. Kendimi ne kadar zorlasam da onu dehşetli bir veda olarak göremiyorum. Ruhumun, beden başta olmak üzere bu dünyanın kat kat zindanlarından özgürleşip cennet kuşlarının kursaklarında nehirlerin, bahçelerin üzerinde, cennet semalarında uçtuğunu hayal ediyorum. Kabirdeki sual bile ulu hocaların anlattığı gibi geçmiyor benim ölüm rabıtamda. Bütün güzelliğine karşın dünyanın bizi sıkboğaz etmeyi hiç bırakmadığındandır belki bu durum. İlerisinin hep daha güzel olacağını düşünerek yaşamaktan mı geliyor bu ölüm iyimserliği, bilmiyorum. Şairin şu sözünün bana hiç abartı gelmeyişi burada çok sıkıldığımızdandır ihtimal:

Ölmek ölene bayram, bayramda sevinmek var
Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var