Daha Yaşanır Bir Dünya İçin

25 Aralık 2009

 

Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, İman, 74, 75.
İnsanın olduğu her yerde sevgi, sabır, adalet, hoşgörü, merhametin olması beklenir. Bu değerlerden arıtılmış ilişkiler ağı, hayatı kısa zamanda kaosa sürükler, dünyada cehennemi yaşatır. Bu durumda çevremizi daha yaşanılır kılmaya başlayacağımız nokta da bellidir: İman etmek ve bu imanın doğal sonucu olarak iyi geçimli insan olmaya komşularımızdan başlamak. 

İman gönülden bağlılık ve teslimiyettir

Müminin, imanını taklitten tahkik seviyesine yükseltme görevi vardır. Çaresiz bir boyun eğiş de imanı tanımlamaz. İmanda iyi ve güzel işler yapmaya motive eden bir taraf mutlaka bulunmalıdır. İnsanı bulunduğu yerden alıp daha yüksek seviyelere yönlendirmesi gerekir; en azından bunu gerçekleştirme formüllerini sunabilmelidir müntesiplerine. Yoksa, yürekte sıkışıp kalan bir inanış kişiye yük olmaya başlar; insana inandığı ilkelerin ne işe yaradığını izah edemeyen bir yük.

Gerçek iman, birey ve topluma düşünce-duygu ve davranış etkileşiminde fıtrata uygun önermeler sunarak dünya-ahiret dengesini sağlamaya çalışır. İhtiyaca en uygun olan formüller de yine gerçek dinin kurucusu ve elçisinden gelir.

İnsanın yeryüzüne adım attığı ilk dönemde yalnızlığın ona uygun olmadığını bilen Allahu Teâlâ, kendi cinsinden eşler yaratıp, tanışıp kaynaşabilsinler diye ademoğlunu çeşitli kabilelere ayırırken (Hucurat / 13), mayasını bozacak tek başınalıktan da korumuş oluyordu. Tek başına yaşamaktan korunan insan, toplum içinde de başına buyruk yaşamayacak, uyulması beklenen kurallara asgari düzeyde de olsa uyacaktı. Yukarıya aldığımız hadis-i şerif, bu kurallardan bir demet sunmakta bizlere; komşularla iyi geçinme, misafire ikram ve diline sahip olma.

İyi Geçinmeye Komşudan Başlamalı

Modern hayatın bizi sıkıştırdığı pencereden, inançlarımız ile sosyal ilişkilerimiz arasındaki kopmaz bağı yeterince net göremiyoruz. Dini sadece maneviyatımız için gerekli bir fenomen olarak algıladığımızda, Hz. Peygamber'in bu ve benzeri hadisleri bizi şaşırtıyor. İyi Müslüman olmanın, inandığı değerlere sahip biri olmanın komşuluk gibi, misafirlik gibi konuşma adabı gibi biraz da kültürel dokuyu yansıtan insani ilişkilerle bağlantısını görmek, bugünün zihni bölünmüş Müslümanına şaşırtıcı gelebiliyor. Zihni bölünmüş diyoruz, çünkü çalışma saati, ibadet saati, ibadet yeri vb. ayrışmalar Müslümanın hayata bakışını doğru bir şekilde yansıtmaz. Müslüman için hayatın dinî olan ve olmayan diye iki ayrı cephesi yoktur. Din sizin Allah'a kulluk borcunuzu nasıl yerine getireceğinizi tanzim ederken komşunuza karşı davranışınızda sizi kendi halinize bırakmaz. Komşusu açken tok yatanı kendinden saymayan Peygamber'in (Hakim 4/167) mesajını doğru okuduğumuzda manevi âlemdeki tatmin vasıtalarımızın neredeyse tamamen maddi yaşantımızdan beslendiğini görürüz. Bunun sonucu olarak da öncelikle sosyal çevremize karşı duyarlı olmamız gerektiğini anlayabiliriz. Yakın çevremizin kimlerden oluştuğunu bilmemek, hastalıklardan, yaşanılan maddi manevi sıkıntılardan, kayıplardan, sevinçlerden haberdar olmamak, pişirilen çorbayı dahi komşuyla paylaşabilmek için suyunu çok koymayı öğütleyen Hz. Peygamber'in (Müslim, Birr 142) hassasiyetinden bizi koparacaktır.

İnsanın olduğu her yerde sevgi, sabır, adalet, hoşgörü, merhametin olması beklenir. Bu değerlerden arıtılmış ilişkiler ağı, hayatı kısa zamanda kaosa sürükler, dünyada cehennemi yaşatır. Bu durumda çevremizi daha yaşanılır kılmaya başlayacağımız nokta da bellidir: İman etmek ve bu imanın doğal sonucu olarak iyi geçimli insan olmaya komşularımızdan başlamak. Hz. Peygamber, Cebrail (as)'in getirdiği uyarı mesajlarıyla komşunun komşuya neredeyse mirasçı kılınacağını sandığını söylerken (Buharî, Edeb 28) bizi, çevremizi iyilik ateşiyle aydınlatmaya ve çevremizde kimlerin yaşadığına, maddi manevi ihtiyaçları konusunda duyarlı olmaya da davet etmektedir denebilir. Zira sosyal hayatın aileden sonraki halkasını komşular oluşturmaktadır.

İnsanların birbirlerine güvenlerinin giderek azaldığı günümüzde, mesken anlayışımızda önemli değişimler yaşanmakta. Evlerimizin tefrişatında misafire ayrılan alan işlerliğini kaybediyor. Modern hayatın getirdiği yoğun meşguliyetlerin de  etkisiyle komşuluk ilişkileri büyük yara aldı. Kendimize yeter olmayı komplekse varma noktasında yanlış yorumladığımızı da buna eklersek komşu komşunun külüne değil yüzüne muhtaç oldu dediğimizde yanlış söylemiş olmayız.

Misafir Evin Bereketidir

İnsanların birbirlerine güvenlerinin giderek azaldığı günümüzde, mesken anlayışımızda önemli değişimler yaşanmakta. Evlerimizin tefrişatında misafire ayrılan alan işlerliğini kaybediyor. Modern hayatın getirdiği yoğun meşguliyetlerin de  etkisiyle komşuluk ilişkileri büyük yara aldı. Kendimize yeter olmayı komplekse varma noktasında yanlış yorumladığımızı da buna eklersek komşu komşunun külüne değil yüzüne muhtaç oldu dediğimizde yanlış söylemiş olmayız.

Bizler, misafiri evin bereketi sayan medeniyetin çocuklarıyız. Bugünün dünyasında ise insan unsurunu bertaraf eden sanal ilişkiler merkeze alındıkça kalabalıklar içinde yalnız olanlar kervanı büyümeye mahkum olacak gibi görünüyor. Hayata bakışımız sadece kendini önceleyen tutumlara neden oldukça, misafir kavramımıza "tanrı misafiri" anlamı yüklenemez oluyor. Haber vermeden "uğrayıvermek" artık kabalık olarak algılanıyor. Aslında insana hizmet için var olması gereken evlerimiz misafir kabul edemeyecek kadar daraldı; bizler de misafirimizi dışarıda ağırlayarak bu ağır yük(!)ten kurtulabildik. Misafire kendi evinde kendi eli ve gülen yüzüyle ikramda bulunmanın verdiği tatmin duygusunu da en gösterişli ve en kusursuz organizasyonlarda arar olduk. Oysa büyüklerimizden aldığımız mirasa göre misafir bereketiyle gelirdi; zengin fakir ayrımı yapılmaz, yorgunluk vb. kişisel zaaflar belli edilmez, duası alınmaya çalışılırdı. Misafire yapılacak en önemli ikram da güler yüz ve neşe olurdu. Günün yorgunluğu artık gelecek ya da gidilecek misafirliklerle atılamıyor. Evde ebeveynlerin özellikle annelerin, misafir geleceğini duyduğunda estirdiği gerginlik rüzgârı en çok da çocukları etkiliyor. Annesini bu kadar geren misafiri huzur getiren değil, baştan savılması gereken biri olarak gören yarının büyükleri giderek misafirden bir "hoş geldiniz"i dahi esirgiyor. Bir ses çıkarsa anlıyoruz çocuğun/gencin evde olduğunu. Kültürel mirasın taşıyıcıları olarak modern hayatın ve teknolojinin ilişkilerimizde meydana getireceği tahribatı en aza indirecek formülleri bulmak zorundayız. Yaratılmış olmak itibariyle eşitlenen kullar olduğumuz gerçeğini göz ardı etmeden insana değer vermeyi bilmeli, bunu da lütufta bulunmak için değil, Allah'ın lütfuna mazhar olabilmek için yapabilmeliyiz.

"Ya Hayır Konuş veya Sus"

İslam'ın gerek ibadetlerle ilgili gerekse imani ve ahlaki konularla ilgili tekliflerinde en önemli hususlardan birisi de insanın bilinçli davranmasıdır. Gerekli gereksiz her şeyi şakaya, espriye boğmak, davranışlarında baştan savma bir tavır sergilemek dinen hoş karşılanmadığı gibi yaptığı işi, söylediği sözü dikkatsizce sarf etmek de Müslümana pahalıya mal olur. İhmalinizden kaynaklanan bir yanlışlık ibadetinizin bozulmasına, yanlışlıkla söyleyiverdiğiniz bir söz nikahınızın düşmesine sebep olabilir. Bu yüzden akli yeterliliği olmayan dinen sorumlu sayılmamış, Kur'ân-ı Kerim de sık sık insanı şuurlu davranmaya davet etmiştir. Dilin kullanımında da hareket noktası olarak söylenecek sözün hayır mı değil mi bilincine davet edilen Müslüman, öncelikle hayrın ne ve nerede olduğunu tespit edecek olgunluğa ulaşmak zorundadır. Teennî ile, sakin ve dikkatlice atılan adımlar insana büyük pişmanlıklar yaşatmaz. Ağzımızdan çıkmadan esirimiz olan sözlerin, ağızdan çıktığında esiri olmak istemiyorsak daima hayrı söylemeye gayret etmek gerekir.