Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Modern Zamanların Dervişi: Martin Lings

26 Eylül 2009 Cumartesi Kültür Sanat / Tasavvuf


Martin Lings olarak gelmişti dünyaya, ama Ebubekir Siraceddin olarak terk etmişti. 96 yaşındaydı. Yüzyılın sufisiydi.

12 Mayıs 2005'te kaybettik onu. Bir perşembe gecesiydi. Sufilerin zikir gecesiydi perşembe. O gecede Rabb'ine uyku halinde kavuştu. Martin Lings olarak gelmişti dünyaya, ama Ebubekir Siraceddin olarak terk etmişti. 96 yaşındaydı. Yüzyılın sufisiydi. Ölümünü duyan tüm dünya Müslümanları "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun!" (Allah'tan geldik, Allah'a döneceğiz!) mesajlarıyla teessürlerini bildirmişlerdi birbirlerine.

Bir İngiliz'di o. Batılı olarak dünyaya gelmişti, ama Doğulu olmuştu. Köyde doğmuş köyde ölmüştü, bir Doğulu gibi. Ömrünün belki son 20 yılını köyde geçirmiş, münzevi bir hayatı tercih etmişti. Ama iki köy arasında birçok durakta oyalanmıştı. Hem Doğu'ya hem Batı'ya uğrayan duraklardı bunlar. Hem yıldızları hem de şehrin gece ışıklarını seyretmişti bu duraklarda. 1909'da İngiltere'nin Burnage köyünde (Lancashire) Protestan olarak başlayan hayat, 2005 yılında Londra yakınlarında yine bir köyde Müslüman olarak son bulmuştu. Hem de herkesin kendisinden razı olduğu bir sufi olarak.

Saflığını kalbinin yüzüne yansımasından okumak mümkündü onun. Adını değil, kalbini ve yüzünü sufi yapmayı tercih etmişti. Tıpkı ikinci isim olarak aldığı "nur saçan" anlamına gelen Siraceddin gibi.

Melek yüzlü Batılı Müslüman bilge...

Türkler de çok sevdi onu. Hikmet arayışının modern insana bakan yüzünde köşe taşı olan kitapları Türk okurlarının başucu kitapları oldu. "Hz. Muhammed'in Hayatı" isimli eseri bunlardan sadece biriydi. Yirmiye yakın eser bıraktı geriye. Bilgeliğin mührünü taşıyordu hepsi de.

Eserlerinin en fazla çevrildiği dil Türkçeydi. Türkiye ziyaretlerinin en sonuncusunda, 1986 yılında, İstanbul Belediyesi'nin düzenlediği Doğu'dan Batı'dan konferanslarını ihya etmişti. Cemal Reşit Rey tarihî günlerinden birini yaşamıştı o gün. "Onbirinci Saatte Müslümanların Görevleri" başlıklı bir konuşma yapıyordu. "Melek yüzlü" bu bilge ihtiyarın sanki ötelerden gelmiş bir edayla yaptığı bu konuşmaya meftun olmuştu yüzlerce insan. Lisanını bilmeseler de lisan-ı halini çok iyi anlıyorlardı. 12 Mayıs 2005 günü, onun Şeb-i Arus gününde, Türk meftunları da "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun!" demişti onun için gönülden.

Gerçek İslam'ı tanımak isteyen Batılıların ilk adreslerinden birisiydi Martin Lings. Frithjof Schuon ve Rene Guenon gibi haleflerinin başlattığı "Tasavvufu Batılı entelektüellerle buluşturma eylemi"nin belki de günümüzdeki son temsilcisiydi. Ona göre İslam'ın güler yüzüydü tasavvuf.

Protestanlıktan sonraki durağı ateizmdi Martin Lings'in. Üniversiteyi Oxford'da İngiliz Edebiyatı bölümünde okumuştu. 1932 yılında mezun oldu. 1935'te Litvanya'ya gitti; Kaunas Üniversitesi'nde Anglo-Sakson ve Ortaçağ İngilizcesi dersi vermeye başladı. Ateistti, ama dünya dinlerine meraklıydı. Bu merakı onu 1938'de 29 yaşında Müslümanlığa taşıdı. Kuzey Afrikalı Müslümanlar vasıtasıyla dört yıl önce ölen Şeyh Ahmet el-Alevi eş-Şazelî'nin (ö. 1934) manevi öğretisiyle tanıştı. Onu kendisine rehber edindi. Ebubekir Siraceddin'di artık.

Ahmet el-Alevi, onun hayatını değiştiren adamdı. Yıllar sonra o da hayatını değiştiren adamı "Yirminci Yüzyılda Bir Veli" (1961) başlıklı bir kitapla ölümsüzleştirdi. Hemen akabinde, 1939'da, 14 yıl ikamet edeceği Mısır'a gitti. Kahire Üniversitesi'nde, Shakespeare üzerine dersler verdi. Shakespeare uzmanlığını daha sonra Shakespeare'in Kutsal Sanatı (1966) başlıklı bir kitapla eserleştirdi. Kasım 2004'te Londra'da verdiği "Sufi or not Sufi" başlıklı konferansta da Shakespeare'in yazılarında tasavvuftan izler taşıyan mistik unsurlar bulunduğunu savundu.

1948'de hanımıyla birlikte hacca gitti. 1952'de İngiltere'ye döndü. Yüksek eğitimini Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Araştırmaları Okulu'nda Arap Dili ve Edebiyatı okuyarak devam ettirdi. Daha sonra British Museum'da çalışmaya başladı ve müzede bulunan çoğunlukla da Arapça olan Doğu elyazmalarının kataloğunu hazırladı. Emekli oluncaya kadar da British Museum'da çalıştı. Kur'an yazmalarının bulunduğu bölümlerin anahtarları onun elindeydi. British Museum'daki görevi esnasında Londra Merkez Camii'nde sohbet halkaları düzenledi. Birçok İngiliz'in Müslüman olmasına neden oldu. Eserleri Türkçeye de çevrilen ve daha çok "İslam ve İnsanlığın Kaderi" kitabıyla tanınan meşhur İngiliz mühtedi Gai Eaton bunlardan birisiydi. Bu sohbet halkaları aynı zamanda Londra'da yaşayan Müslümanların ufuklarını açıcı dersler de içermekteydi.

Batılılara İslam'ın güleryüzünü anlatıyordu

Gerçek İslam'ı tanımak isteyen Batılıların ilk adreslerinden birisiydi Martin Lings. Frithjof Schuon ve Rene Guenon gibi haleflerinin başlattığı "Tasavvufu Batılı entelektüellerle buluşturma eylemi"nin belki de günümüzdeki son temsilcisiydi. Ona göre İslam'ın güler yüzüydü tasavvuf. "What is Sufism?"" (Tasavvuf Nedir?) başlıklı eseri bir elkitabı oldu ve birçok Batılının kütüphanesini süsledi yıllardır. Doğu'yu ve Batı'yı bilen irfanî bir bakışla modern dünya insanının muhtaç olduğu şeyin ne olduğunu göstermeye çalıştı kendi kültürünün insanlarına. Varlığı anlamak ve anlamlandırmak için yapılmış bir çağrıydı onunkisi: "Ey insanlar! Modern dünya size insanlığınızı, erdemlerinizi kaybettirmesin!" diye başlayan. "Semavî âlemler sizin içinizdedir, araştırın bulacaksınız, kapıyı vurun, o size açılacaktır" dedi ırkdaşlarına. Tabii kapının nasıl vurulacağını da gösterdi. Modern dönemde insanın Allah'la yakınlığını, dolayısıyla da varlığın sırrını kaybettiğini, ama bu sırra vâkıf olma kabiliyetini tekrar kazanabileceğini düşündü. Çünkü "her ne kadar biz Allah'tan çok uzak idiysek de, O bize çok yakındı."

"Onbirinci Saat" başlığını taşıyan eseri "modern dünyanın bunalımı"nı anlatıyordu. On ikiye ancak bir saat kalmıştı; zaman tükeniyordu. Bir âhir zaman tasviriydi "Onbirinci Saat". "Hiç vakit kaybetmeden on birinci saatin sorumluluklarını yerine getirmek zorundaydık. Zamanın sonunda yapılması gereken şey, ölümden sonraki hayatı düşünmek ve ona hazırlık yapmak olmalıydı." Ama hiçbir zaman felaket tellallığına soyunmadı. Modern çağın olumsuzluklarını bilgece eleştirilerle dile getirdi. Modern çağın manevi bir hayat imkanı taşıdığını da ikrar etti. Âhir zamanda, yani saat on birden on ikiye doğru yapılacak manevi cehdin fazlasıyla mükafatlandırılacağını düşündü. Hikmeti her yerde aradı. "Hikmet müminin yitiğidir, nerede bulursa alır!" prensibini düşüncesine, eserlerine taşıdı. Zaten "Onbirinci Saat" temsilini de İncil'deki bir darb-ı meselden almıştı.

Gelenekçi ekolün en önemli temsilcilerinden birisiydi. Ama ataların kendi birikimlerini bize aktarmaları değildi gelenekçilik ona göre. Sadece vahyin muhafaza edilerek gelecek nesillere aktarılmasıydı. Bu nedenle de gelenek, din demekti onun lügatinde. Onun için "Hakikati geleneksel ekolün öncülleriyle değil, dinin öncülleriyle açıklamak"tan hiçbir zaman çekinmedi. Gelenekçi ekolün bazı mensupları veya Batı'daki bazı sufiler gibi sufizmi başka dinlerin terminolojileriyle sunmaya çalışmadı.

Tasavvufun Kur'an'a ve Peygamber!e dayandığından son derece emindi. Hucvîrî'den naklettiği şu sözlere kalpten inanmıştı: "Peygamber döneminde tasavvufun adı yoktu, ama kendisi vardı. Şimdi ise adı var, kendi yok."

Ruhun şâd olsun Martin Lings... Şimdi Hakikat'le buluştun... Hakikat yolunda bizlere çok şey öğrettin... Öğrettiklerin için çok teşekkürler...