Nöbet Değişimi

25 Aralık 2009
 
(Müslim, Birr 9,10)
 
Dünyayı keşfedip algılamamızda en zengin damar olan aile hayatı modern hayatın bizi savurduğu bencillik, çıkarcılık ve zevk peşinde koşma keşmekeşinden elbette nasibini aldı; bizler artık "başkasını kendine tercih etme"nin ne demek olduğunu anlayamıyoruz. "Kendin için istemediğin şeyi başkası için de istememe" ( Buhari, İman 7) prensibinin açtığı yoldan birbirimizi cennet vesilemiz olarak görmeye çalışarak ilerlemek bugünün insanına yeni bir açılım sağlayabilir belki.
 
Kendi varlıklarını damıtarak kişiliklerimizi yoğuran ellerdir ebeveynlerimiz. Anne karnındaki sakin ve güvenli ortamdan dünyaya fırlayıverdiğimiz günden itibaren sevginin, fedakârlığın, güvenin, koruyuculuğun sembolleri olarak hayata katılmamızda ne de büyük pay sahibidirler. Her biri kendi üslûbunca bizleri görünmez bir şekilde mühürlemişler, silinmez izler bırakmışlardır hayat yolumuza. Bir hayatın başka bir hayata nasıl adanıp akıtılabileceğini onlardan öğreniriz. Karşılık beklemeden gönüllü bir bağışın insanı nasıl da yüceltebileceğini onlarda görürüz. Bizlerle hayata tutunarak, bizlerin varlığından cesaret alarak üstlendikleri sorumluluğu ellerinden geldiğince yerine getirme çabasıdır belki de onları yücelten.
 
Yüce Rabbimiz Kur'an'da, çocukların hayat hakkının korunması (17/31), emzirme ve bakım işlerinin yerine getirilmesi (2/233), onlarla meşguliyetin Allah'ı anmaktan alıkoymaması (63/9), onların dünya hayatının süsü (18/46) ve insanın imtihanı olduğu (64/15) konularında sorumluluk eksenli sınırlar çizerken onlara iyi davranmakla ilgili bir uyarıda bulunmamıştır. Zira fıtratını bozmamış bir insanın kendi varlığından bir parça olan evladına sevgi ve merhametle muamelede bulunmasıdır doğal olan. Ana-baba, evladına harcadığı emeklerle ilmek ilmek örer sevgisini. Her yaptığı ile elinden geldiğince sevgisini ispat eder gibidir. Oysa evlat ana-babasının sevgisini elde etmek için hiçbir çaba sarfetmez. Mirasyediler gibi tüketiverir bazen merhametini. İşte tam da bu noktada yerini bulur Allah ve Rasûlünün ana-babaya iyilik emri. Ana-babanın evladına iyi davranabilmesi için ayrıca uyarıya ihtiyacı yokken evlat bu konuda uyarılır. İsra Sûresi'nde Allah'a iman ve ibadetten sonra ikinci emir olarak ana-babaya iyi davranışlarda bulunmak zikredilir. "Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ´of!´ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve:´Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de Sen onlara (öyle) rahmet et!´diyerek dua et."(İsra, 23-24) Buradaki ince vurguyu gözden kaçırmamak adına şunu da belirmek gerekir: Emredilen şey iyi davranmaktır, güzel muamelede bulunup yaşlılıklarında günlerini huzur içinde geçirebilmeleri için bakım, sağlık, iyi geçim vb. hususlarda (maddî-manevî) elden geleni yapabilmektir. Geçmişte ne tür sorunlar yaşanırsa yaşansın intikam, kin, nefret, merhametsizliğin esaretine düşmemektir. Birisine saygılı, hoşgörülü, sorumlu davranabilmek için "sevmek" zorunda değilizdir. Ancak insanî ilişkilerimizi sürdürebilmek için birbirimize iyi davranışlar sergilememiz gerekir. Birilerinin şu veya bu nedenle sorumluluğunu yerine getirmekte ihmalkâr davranmış olması bizim de aynı hataya düşmemize vesile olmamalıdır.
 
Bir rivayette vaktinde kılınan namazdan sonra Allah'ın en çok beğendiği amel olarak zikredilen ana-babaya güzel davranmak ( Buhari, Edeb 1) insanın kadirşinaslığı ile de doğrudan alakalıdır. Hayatta sahip olduğu şeyleri zaten hak ettiğini düşünen insan, hak etmediğine inandığı olaylarla karşılaştığında kolayca isyana düşebilir. Oysa Allah'ın rızasını ana-babanın rızasında gören bir öğretiye ( Tirmizi, Birr 3) iman edenlerin Peygamber'in bedduasına muhatap olmaktan da sakınmaları gerekir.
 
Hz. Peygamber'in örnek hayatına baktığımızda doğmadan önce babasını, küçük yaşta annesini kaybetmesinin, zaten naif olan ruhunu büsbütün hassaslaştırmış olduğunu görüyoruz. Bir vefa insanı olarak annesinin Ebva'daki kabrine uğradığında gözyaşı dökmüş, sütannelerine gereken saygı ve hürmeti göstermekten geri durmamıştır. Savaşa katılmak için izin isteyen sahabeye bakıma muhtaç olan annesinin yanında kalmasını emreden Hz. Peygamber (Buhari, Cihad 138), sorumluluklarımızı yerine getirirken en yakınlarımızdan başlamamızı işaret eder gibidir. Buradan anlıyoruz ki ana babaya hizmet ederek, gönüllerini kazanarak da bir çeşit cihad sevabı kazanılmış olur.
 
Geçmişe dönük değerlendirmelerimiz sonucunda bazen ana-babamızın kusurlu tutumlarıyla bazen ise evlat olarak kendi yanlışlarımızla karşılaşabiliriz. Bunlardan dolayı yargılama ya da suçluluk duyma içine düşmek bugünümüze bir yarar sağlamayacağı gibi yanlış tutumlarımızı değiştirme sorumluluğunu üstlenmemizi de engelleyebilir.
 
Ebeveyn olmak, amel defterinin kapanmayacağı bir vesile bulmak demektir. Evladının bütün varlığına ipotek koyarak sevgisiyle onu boğan, gelişip büyümesine, gerçek bir yetişkin olmasına fırsat vermeyen marazî merhamet sahibi olmak değildir. Ebeveynlik, evladını yetiştirirken onu kendi geleceğinin sigortası gibi görmek, gelecekle ilgili bütün ümit ve beklentilerinin kaynağı addetmek de olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki elden gelen gayret gösterildiğinde kendisine sığınılıp güvenilecek yegâne kapı Allah'ın kapısıdır.
 
Dünyayı keşfedip algılamamızda en zengin damar olan aile hayatı modern hayatın bizi savurduğu bencillik, çıkarcılık ve zevk peşinde koşma keşmekeşinden elbette nasibini aldı; bizler artık "başkasını kendine tercih etme"nin ne demek olduğunu anlayamıyoruz. "Kendin için istemediğin şeyi başkası için de istememe" ( Buhari, İman 7) prensibinin açtığı yoldan birbirimizi cennet vesilemiz olarak görmeye çalışarak ilerlemek bugünün insanına yeni bir açılım sağlayabilir belki.
 
Zamanında bizlerle hayata tutunan ebeveynlerimizle bir nöbet değişimi yapma vakti geldiğinde, bizi birbirimize emanet kılanın kalbimize nakşettiği sevgi ve merhametten güç alarak sabır ve kararlılıkla sarılmalıyız sorumluluklarımıza. Onların rızası olmadan cennetlik olmayı dilemenin ham hayal olarak kalacağını bilerek gözü yaşlı, kalbi kırık bırakmamalıyız onları.