Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Komutan Peygamber

26 Eylül 2009 Cumartesi Sonpeygamber.info / Yazarlar

"Düşmanla karşılaşmayı, savaşı temenni etmeyiniz ve Allah'tan âfiyet dileyiniz. Ama düşmanla/savaşla karşı karşıya kaldığınızda ayağınızı sağlam tutup sebat ediniz ve Allah'ı çokça zikrediniz. Eğer düşmanlar bağıra çağıra naralar atarlarsa siz vakarınızı koruyunuz, sekinet üzere olunuz."

"Hatırla o zamanı ki sabah erkenden evinden/ailenden mü'minleri savaşacakları yerlere/mevzilerine yerleştirmek üzere çıkmıştın. Allah Semî'dir, Alîm'dir." (Alu İmrân, âyet: 121)

Hz. Muhammed (sav)'in hemen bütün vasıflarını, sîretinin en önemli ayrıntılarını; O'nun insanlığa en mükemmel nümûne-i imtisal ahlâkını Kur'ân-ı Kerîm'de bulmamız mümkündür. O, kendisine Rabbı tarafından indirilen bu mukaddes kitabı, Kur'ân'ı insanlığa tebliğ etmekle/ulaştırmakla yetinmemiş, yine Rabbının emri ve izniyle onu hayatına ilk tatbik eden mü'min olmuş, hayatını Kur'ân'a göre tanzim etmiş; diğer bir deyişle O'nun hayatı Kur'ân'ın tefsiri olmuştur.

Bize Hz. Peygamber'i anlatan âyet-i kerimelerden birisi de bu âyettir ve bize O'nun en önemli vasıflarından birisini haber vermektedir ki o da, Efendimiz'in beşer bir Rasûl olarak kendisini bir çok peygamberden ayıran komutanlık vasfıdır.

Bu âyet-i kerime, Uhud gazvesi hakkında inen âyetler cümlesindendir. Bilindiği üzere Uhud gazvesi müslümanların ağır bir imtihan/sarsıntı geçirdikleri önemli/belli başlı gazvelerdendir ve Kur'ân-ı Kerim, muharebenin bir çok ayrıntısını özellikle bildirmektedir. İşte biz, bu ayrıntılar içinde Hz. Peygamber'in bazı önemli niteliklerini öğrenmekteyiz.

Rasûlullah (sav)'ın bizzat katıldığı savaşlara biz, özel bir tabir olarak "gazve" deriz. O'nun katıldığı, fiilen savaştığı savaşlar çok değildir. Bunların ilki ve hiç şüphesiz en önemlisi "Hak ile bâtıl'ın birbirinden ayrıldığı Furkan günü" olan Bedr gazvesidir. Onu Uhud gazvesi, onu da Hendek gazvesi takip eder ki bunların üçünde de Efendimiz bir ordu komutanı olarak savaşı sevk ve idare etmesi yanında fiilen savaşmış ve bunlardan özellikle Uhud'da ok atmış ve yaraladığı kâfir daha sonra bu yaradan ölmüştür. Efendimizin attığı okun kendisine isabet etmesiyle tarihlerin ifadesiyle "Öküz gibi böğürmeye" ve katıla katıla ağlamaya başlamış. "Yahu amma da büyütüyorsun küçük bir yara!" diyenlere "Hayır, yara küçük olabilir ama beni öldürür. Çünkü ben Muhammed'e: "Muhakkak ben seni öldüreceğim." demiştim. O da: "Hayır, tam tersine inşaallah ben seni öldüreceğim." demişti. Bu ok O'nun attığı oktur, madem ki bana isabet etti elbette beni öldürür." demiş ve gerçekten o yaradan ölmüştür.

"Düşmanla karşılaşmayı, savaşı temenni etmeyiniz ve Allah'tan âfiyet dileyiniz. Ama düşmanla/savaşla karşı karşıya kaldığınızda ayağınızı sağlam tutup sebat ediniz ve Allah'ı çokça zikrediniz. Eğer düşmanlar bağıra çağıra naralar atarlarsa siz vakarınızı koruyunuz, sekinet üzere olunuz."

Efendimiz'in bu gazvede okçuları son derece stratejik bir mevkiye yerleştirmesi, arkasını Uhud'a vermesi, sağ ve sol kanatların başına ehil komutanları bizzat seçerek tayini gibi ayrıntılardan O'nun dirayetli bir komutan olduğunu anlıyoruz. O, genel olarak elbette Allah'ın koruması, gözetimi altında olmakla birlikte zaman zaman kendi ictihadı ile de hareket etmiş ve bu durumda çoğunlukla ashabının "meşverete ehil" olanları ile istişare ederek karar vermiştir. Bu Uhud gazvesinde de öyle olmuş; kendi düşüncesi -gördüğü rü'yayı tabirine dayanarak- Medine-i münevvere'de kalıp savunma savaşı yapmak olduğu halde istişare sonunda genel temayül şehir dışına çıkarak düşmana saldırmak şeklinde belirince istişare neticesine uyarak ordusunu hazırlayıp çıkmış ve Uhud'a yürümüştü.

"Düşmanla karşılaşmayı, savaşı temenni etmeyiniz ve Allah'tan âfiyet dileyiniz. Ama düşmanla/savaşla karşı karşıya kaldığınızda ayağınızı sağlam tutup sebat ediniz ve Allah'ı çokça zikrediniz. Eğer düşmanlar bağıra çağıra naralar atarlarsa siz vakarınızı koruyunuz, sekinet üzere olunuz."

Gerçi daha sonra çıkmakta ısrar edenler bu ısrarlarından pişman olup "Rasûlullah'ı, istemediği bir savaşa sürükledik, ne kötü ettik" demiş ve "Ey Allah'ın Rasûlü, biz ısrarımızdan vazgeçtik, sen nasıl istiyorsan biz elbette ona uyarız." demişlerse de O: "Zırhını giyip silahını kuşandıktan sonra geri dönmesi bir peygambere yaraşmaz." diyerek istişare sonunda alınan kararı uygulamıştı. Öyle ya bir komutana, bir karar verdiği zaman o kararının ardında durmak yaraşır. Savaşta bir anlık kararsızlık dahi koca bir ordunun yok olmasına sebep olabilir. Kaldı ki münafıklar ve bazı yeni müslümanlarca bu gazve bir yenilgi gibi takdim edilmişse de aslında mü'minler ordusu bu gazvede yenilmemiş; küfür imana galebe çalmamış ve istişare sonucuna göre hareket eden Efendimiz'in bu davranışının isabetli olduğu daha sonra anlaşılmıştır.

Biz bu münasebetle Efendimiz'in dirayetli bir komutan olarak savaştığını söylerken O'nun "Eline kılıcını aldığı gibi küffara hücuma geçen, dinini kılıçla yayan zorba bir peygamber" olduğunu söylemek istemiyoruz. Elbette İslâm düşmanlarının bu yöndeki iddia ve hücumları temelsiz, asılsız iddialardır. Zira "Düşmanla karşılaşmayı, savaşı temenni etmeyiniz ve Allah'tan âfiyet dileyiniz. Ama düşmanla/savaşla karşı karşıya kaldığınızda ayağınızı sağlam tutup sebat ediniz ve Allah'ı çokça zikrediniz. Eğer düşmanlar bağıra çağıra naralar atarlarsa siz vakarınızı koruyunuz, sekinet üzere olunuz." buyuran O'dur (Dârimî, Siyer, 6)

Bu âyet-i kerimeden çıkarımlarımıza gelince:

1.Hz. Peygamber, kurulmakta olan müslüman devletin devlet başkanı olarak aynı zamanda bu devletin ordusunun komutanıdır. O, bir ordu komutanı olarak elbette savaş stratejisini de bilmekte ve "ordusunun neferlerini savaşacakları yerlere birer birer bizzat kendisi yerleştirmektedir."

2. Bir ordu komutanı olarak sabah, ordunun neferlerinden bile erken kalkmış, savaş tabiyesini hazırlamış ve bu tabiyeye göre ordusunu yerleştirip savaşa hazırlanmıştır.

3. Savaş plânı yaparken belki de en önemli husus karşısındaki düşmanın nasıl davranacağını kestirmektir. Bu âyet-i kerimede "mü'minleri savaşacakları yerlere yerleştirmek" ile birinci derecede Rasûl-i Ekrem'in, okçuları yerlerine yerleştirmesi olarak anlarsak, Rasûlullah'ın, okçuları o mevkiye yerleştirmekte ne kadar isabetli davrandığı görülür. Nitekim, Kureyş ordusu atlılarının komutanı olan Halid ibn Velîd, okçuların çoğunluğunun ganimet toplamak üzere mevzilerini terkettiğini görür görmez hemen hücuma geçip kalan 10 kadar okçuyu öldürüp müslümanlara arkadan saldırmış ve bu saldırıyı beklemeyen müslümanlar dağılıp açılmışlardı. Yani Halid ibn Velîd, aynen Hz. Peygamber'in düşündüğü gibi davranmıştır. Bu, Hz. Peygamber'in, arapların savaş şekillerini, plânlarını çok iyi bildiğini veya en azından vahy ile bu konuda uyarıldığını söyleyebiliriz.

4. Hz. Peygamber, elbette Rabbinin koruması altındadır ve O, bunun şuurundadır. Ama bu gazvede O, adeti olmadığı halde üst üste iki zırh giymişti ki savaşın nasıl cereyan edeceğini en azından tahmin etmiş ve "elinden gelen bütün tedbiri aldıktan sonra neticeyi Allah'a havale ile O'na tevekkül etmiştir. Mü'minleri, savaşacakları yerlere yerleştirmesinde de aynı duyguyu; körü körüne tevekkülü değil de her tedbiri aldıktan sonra tevekkülü görürüz. O'nun aldığı bütün tedbirlere rağmen yinede de müslümanlardan yetmiş kişi şehid olmuş; giydiği miğferin bir parçası kırılıp mübarek yüzüne batarak kanatmış, bir dişi kırılmış, yani fiilen katıldığı bu savaşta fiilen yaralanmıştır ki bundan başka bir gazvede Efendimiz'in yaralandığını görmüyoruz.

5. O, bir rahmet peygamberi, "Bütün insanlara bir rahmet olmak üzere gönderilmiş" (Enbiyâ Suresi, 107) olmakla birlikte durum ve şartlar gerektirdiğinde fiilen savaşmakta hiç tereddüt etmemiş ve savaşmış; "Ben rahmet peygamberiyim, Ben savaş peygamberiyim." (Taberani, el-Mu'cemu'l-Kebir, XX, 168, 180) buyurmuştur. Başka bir rivayette "Ben kılıçla gönderildim." buyurduğu da nakledilir (İbnu'l-Esîr, en-Nihâye fî Ğarîbi'l-Hadîs, IV, 240).

6. Savaş, insanlığın bir gerçeği olduğu için zaten O'nun bunu inkâr etmesi beklenemezdi. Nitekim bu gerçeği en veciz şekilde "Elbette cihad kıyamete kadar devam edecektir." diyerek (Ebu Davud, Cihad, 33) ifade etmiş; iman-küfür mücadelesinin farklı şekiller altında da olsa kıyamete kadar kesilmeden süreceğini haber vermiştir.

7. Savaş, belki de insanın hayatta yaptığı en zor iştir. En değerli varlığı olan canını ortaya koyduğu, öldürmek kadar ölmenin de tabii olduğu bir vakıa. Bu bakımdan insanın, rahat, huzurlu ve barış içinde olduğu zamanlarda, savaşta karşı karşıya kaldığı riskleri, tehlikeleri ve zorlukları unutmaması ve başına gelecek başka bir savaşta muzaffer olabilmesi için barış zamanlarında savaşa hazırlıklı olması gerekir ki Enfâl, 60 âyeti de buna işaret etmektedir. Başında "iz=hatırla o zamanı ki...; hani bir zamanlar..." edatı bulunduğuna göre bu âyet-i kerime demek ki Uhud gazvesinden sonra nazil olmuştur; Hz. Peygamber ve mü'minlere o gazvede başlarına gelenler hatırlatılmakta ve gelecek bir savaşta aynı zorluklarla karşılaşmamaları için öncelikle Hz. Peygamber'in görüşüne muhalefet etmemeleri, O'nu istemediği bir davranışa zorlamamaları ve hepsinden daha önemlisi devamlı savaşa hazır olmaları hatırlatılmaktadır. Atalarımız ne güzel söylemişler: "Hazır ol cenge ister isen sulh u salâh"

8. Yine âyet-i kerimenin başındaki o hatırlatma edatından anlıyoruz ki Allah Tealâ, Rasûlü'ne ve mü'minlere bu gazvede bahşettiği nimetleri hatırlatmakta ve bunlara şükretmelerini istemektedir.

9. Nihayet âyet-i kerime "Allah Semî'dir, Alîm'dir." İfadesiyle sonlandırılarak Rasûl-i Ekrem (sav)'in, o gazvede yaptığı hazırlıklardan Allah Tealâ'nın hakkıyla haberdar olduğu vurgulanıp Efendimiz'in yaptıklarının ilâhî murakabe altında yapıldığı hatırlatılmaktadır ki Allah Tealâ, elbette Rasûlü'nü ve kendine inananları yalnız, yardımsız bırakacak değildir. Binaenaleyh her kimin ki yardımcısı Allah'tır, elbette galip gelecek olan odur. Bu haliyle âyet-i kerime, Uhud gazvesinde yaralanan, geçici de olsa bir mağlûbiyet tadan Rasûll-i Ekrem ve ashabını teselli etmekte bize de savaşta, Allah yolunda cihadda herhangi bir mağlubiyet halinde nasıl davranacağımızı bildirmektedir. Öyle ya herhangi bir yenilgi, musibet, felâket ve sıkıntı halinde sığınılacak ve yardımına müracaat edilecek tek mercî "Semî' ve Alîm olan Allah Tealâ" dır.

Bu âyet-i kerimenin bize hatırlattıklarından bazıları bunlar. Yine de en doğrusunu Allah bilir.