İnsanın fıtratından getirdiği bazı ahlakî ilkeler aşağı yukarı her toplumda geçerli olmakla birlikte, bütün insan topluluklarının aynı ahlakî prensipleri sahiplendiklerini söylemek güçtür. Bir toplumun ahlakî bir ilke olarak benimsediği bir unsur, başka bir toplum için yeterince önemsenmeyebilir, hatta olumsuzlanabilir. Bu noktada ahlak konusunda hangi referansın alınması gerektiği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Hiç şüphe yok ki bir Müslüman için bu referans, “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” buyuran ve ahlak konusunda bir zirve teşkil eden Hz. Peygamber’dir. İşte Enbiya Yıldırım’ın Din-Ahlak Ekseninde Hz. Muhammed isimli kitabı da Hz. Peygamber’in yaşantısını, ahlak nokta-i nazarından ele alan bir çalışma olarak öne çıkmaktadır.
Din-Ahlak Ekseninde Hz. Muhammed üç bölümden oluşmakta ve birinci bölümde ahlaka dair çeşitli felsefî ve dinî referanslar göz önünde bulundurularak ahlakın ne olup olmadığı sorunsallaştırılmaktadır. Öncelikle ahlak kelimesini, tarihsel ve etimolojik perspektifte yorumlayan yazar, ahlakın teorik ve pratik olarak iki kısımda ele alınabileceğini düşünmektedir. Ayrıca yine bu başlık altında ahlakın, insanın fıtratında bulunan güzele, iyiye doğruya meyilli tarafının bir yansıması olduğu dillendirmekte ve buradan hareketle ahlakın, bir dine bağlı olma şartını gerektirmediği ifade edilmektedir. Diğer taraftan din ile ahlak arasındaki ilişki üzerine de yoğunlaşan yazarın tespiti, bir dini benimsemiş olan insanın, o dinin gerektirdiği ahlakî değerleri de içselleştirmesi gerektiği yönündedir. Bilim, din ve felsefenin ahlak üzerindeki genel görüşlerini de yansıtan yazar, ahlak felsefesindeki genel yaklaşımların da tanıtımını yapmakta ve İslam ahlakı bahsine geçmektedir. Enbiya Yıldırım, bu noktada İslam ahlakının ferdî ve toplumsal olmak üzere iki yönünün bulunduğuna dikkat çekmektedir. Ayrıca İslam dünyasındaki ahlak ekollerini de Kur’anî ahlak, tasavvufî ahlak ve felsefî ahlak olmak üzere üç alt başlıkta değerlendiren yazar, hem bu ekollerin ahlaka yaklaşımlarını hem de bu ekoller arasındaki farklılıkları okuyucuyla paylaşmaktadır.
Ahlak konusunda hangi referansın alınması gerektiği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Hiç şüphe yok ki bir Müslüman için bu referans, “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” buyuran ve ahlak konusunda bir zirve teşkil eden Hz. Peygamber’dir.
Enbiya Yıldırım’ın kitabının ikinci bölümü, “İman-Eylem Etkileşimi” başlığını taşımaktadır. Bu noktada yazarın İslam ahlakına dair tespitleri, bu bölümün anlaşılmasında önem arz etmektedir. Yazar, İslam’daki ahlakî ilkelerin, İslam’ın öngördüğü davranış kalıplarına uygun bir yaşam tarzını oluşturmada dinî bir kurallar bütünü olarak rol aldığını iddia etmektedir. Bu sebeple yazara göre İslam ahlakı, inancın eyleme dönüştürülmesidir. Buradan hareketle imanın ne olduğu, iman etmiş bir kimsenin hangi eylemleri yapıp hangilerini yapmamak noktasında referansının ne olacağı sorunları tartışmaya açılmaktadır. Diğer taraftan imanın, eyleme dönüşme talebini de beraberinde getiren bir kavram olduğunun altını çizen yazar, İslam’a göre eyleme de anlam katan unsurun niyet olduğunu, çeşitli bağlamlarda geniş bir şekilde incelemektedir. Yazarın bu bölümde tartışmaya açtığı önemli konulardan birisi de İslam’daki ahlak düşüncesinin, ahiret inancıyla olan sıkı bağlarıdır. Ayrıca yazar, toplumda dindarlık vasfıyla öne çıkmış kişilerin ahlakî değerler noktasındaki yanlış tavır ve hareketlerinin de tüm toplum üzerinde etkili olan bir hoşnutsuzluğu beraberinde getirdiğini de belirtmekte ve böylesi bir durumun eleştirisini yapmaktadır.
Yazar, toplumda dindarlık vasfıyla öne çıkmış kişilerin ahlakî değerler noktasındaki yanlış tavır ve hareketlerinin de tüm toplum üzerinde etkili olan bir hoşnutsuzluğu beraberinde getirdiğini de belirtmekte ve böylesi bir durumun eleştirisini yapmaktadır.
Kitabın üçüncü bölümünde ise Hz. Peygamber’in ahlakı, çeşitli yönleriyle ele alınmaktadır. Yazar, bu bölümde öncelikle Cahiliye dönemindeki ahlakî yozlaşmanın örneklerini ve bu dönemde bile etki alanını kaybetmeyen ahlakî ilkeleri sıralamaktadır. Ardından İslam’la birlikte gerçekleşen büyük dönüşümü konu edinen yazar, Hz. Peygamber’in yaşantısında görünür olan ahlakî ilkelerin kaynağının Kur’an-ı Kerim olduğunun da altını önemle çizmektedir. Bölümün sonunda ise Hz. Peygamber’in ahlakının çeşitli yönleri, çeşitli başlıklar altında ele alınmakta ve ahlak konusunda Hz. Peygamber’in nasıl bir modellik rolüne sahip olduğu gösterilmektedir.
Din-Ahlak Ekseninde Hz. Muhammed isimli bu önemli çalışmanın en dikkat çeken tarafı, yazarın yalnızca dinî referansları kullanmakla yetinmeyip seküler ve felsefî yaklaşımları da göz önünde bulundurmasıdır diyebiliriz. Enbiya Yıldırım, ahlak konusunda çok geniş bir arka plana yaslanan bilgi birikimini eserinde kullanmakta ve İslamî ahlak algısı ile seküler ve felsefî ahlak algıları arasındaki karşıtlıkları ve benzerlikleri de okuyucuya sunmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in ahlakının çeşitli yönlerine dair yapılan bilgilendirme, ahlak konusunda referans alınması gereken davranış örneklerinin okuyuculara gösterilmesi açısından önem taşımaktadır.
Din-Ahlak Ekseninde Hz. Muhammed isimli bu önemli çalışmanın en dikkat çeken tarafı, yazarın yalnızca dinî referansları kullanmakla yetinmeyip seküler ve felsefî yaklaşımları da göz önünde bulundurmasıdır diyebiliriz.
Eserini oldukça anlaşılır ve temiz bir dille kaleme alan Enbiya Yıldırım’ın diğer bir başarısı da oldukça felsefî ve zor anlaşılır meseleleri dahi ortalama bir okuyucunun rahatlıkla anlayabileceği tarzda dillendirebilmiş olmasıdır. Özellikle felsefî temelli yaklaşımları, felsefe literatürünün yoğun ve yabancı dilinden arındırarak okuyucuya sunması, bu yaklaşımların genel bir mahiyette anlaşılabilmesinin yolunu açmaktadır.
Özetle Din-Ahlak Ekseninde Hz. Muhammed’in, ahlak konusunu çok çeşitli argümanlarla irdeleyen ve Hz. Peygamber ahlakını bu çerçevede sağlam bir zemin üzerinde okuyucuya sunan başarılı bir yapıt olduğunun altını çizmek gerekmektedir.
Kitabın Künyesi
Adı: Din-Ahlak Ekseninde Hz. Muhammed
Yazar: Enbiya Yıldırım
Yayınevi: Rağbet Yayınları
Yayın Yılı: 2007
Sayfa: 256
-KİTAPTAN-
SEKÜLER AHLÂKIN İMKÂNI
İnsanın, herhangi bir dine dayanmadan kendi başına ahlâkî doğruyu bilip bilmeyeceği önemlidir. Ancak bu sorunun cevabının olumlu olduğunu baştan belirtmek gerekir. Nitekim insanlık tarihiyle birlikte ahlâkın da var olduğuna dair değerlendirmemiz bu hususta bizlere yeterli ipuçlarını verecek durumdadır. Çünkü ahlâk insanî bir olgudur ve dinden bağımsız olarak da bir mevcudiyete sahiptir, zorunlu olarak dine bağlı değildir. Çünkü sosyal ya da başka sebeplerle, herhangi bir dine ya da Tanrı’ya inanmayanların da ahlâk anlayışına sahip oldukları görülmektedir. Din ahlâkî bir yaşayışı hedeflemektedir ancak ahlâk zorunlu olarak bir dine bağlı kalmamaktır. Bu nedenle dindar kimselerle ahlâk arasında sıkı bir bağ kurulurken, dindar olmayanların ahlâktan yoksun olduklarını düşünmek, din yaşayışı dışında ahlâklılığın olamayacağını söylemek yerinde bir değerlendirme olmayacaktır. Zira din olayının temeli nasıl insanın varlığında bulunmaktaysa; nasıl insanı insan yapan özellikler, ona özgü nitelikler arasında bulunuyorsa; ahlâk da aynı gerçekliğe sahiptir. Çünkü insan dili, sanatı, hukuku, ürettiği gibi ahlâkî eylemleri üretmesiyle de öbür canlılardan ayrılır.
İnsandan kesinkes mevcut olan bu değerler birbirleriyle içten bağlıdırlar ve insanın varlığının çeşitli boyutlarını yansıtırlar. Bu boyutların tamamı insan varlığının bütünlüğünü ortaya koyar. Parçalardan meydana gelen bu bütünlük görülemezse, insan görünüşlerinden birine ya da ötekisine yabancılaşabilir. Ancak yabancılaşmak veya yok saymak, onların varlığını ortadan kaldırmaz. Aynı hata bizimle farklılık arz eden –örneğin dine inanmak veya inanmamak gibi- bir farklılığa aldanarak, insandaki varlık boyutlarından birini inkar etmektir. Halbuki bir dini benimsemeyen insanların, -dine karşı pek çok konuda olumsuz bakış açıları olsa da- ahlâkî değerlere sahiplikleri inkar edilemez bir gerçekliktir. Bu gerçeklikle, insanın aklını kullanarak ahlâkî doğruyu bilme imkanına sahip olduğunu ve onun gereği olan ahlâkî davranışı yerine getirebileceğini söylemek durumundayız.
Esasında bu konu (kelâmî problemlerden olan) insan aklının ahlâkî iyiyi bilme imkanıyla da ilintilidir. Mevzuyu bir de bu açıdan ele alacak olursak:
İnsanın acelecilik, mala düşkünlük, nankörlük, zulüm ve cehalet gibi eğilimlerini, dolayısıyla zayıf yanını dengeleyen ondaki akıl ve ahlâkî değer duygusudur. Kur’an’da akıl dediğimiz düşünme melekesinin karşılığı olarak “fuâd” ve “kalp” ifadeleri geçer. Akletme (akale) fiili ise ahlâkî anlamda kişinin kendini arzulara uymaktan engellemesi; epistemolojik anlamda ise ahmaklığın zıddı olarak doğru anlama, olayları temyiz etme gücüdür. Örneğin; Kur’an Hz. Peygamber’le ilişkilerinde gerekli hassasiyeti göstermeyen bedevîlerin görgüsüz tutumunu etik ve epistemolojik içeriğiyle “ahlâksızlık” olarak değerlendirir: “Sana odaların ötesinden seslenenlerin çoğu akletmeyen kimselerdir.” Kur’an’da akletme fiilinin geçtiği her yerde böylesi ahlâkî bir durum daima söz konusu olmaktadır. Şu örneklerde olduğu gibi: “Kitap’ı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz? Akletmez misiniz?” “Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlenceye alırlar. Bu, onların akletmeyen bir topluluk olmasındandır.”
Kur’an bu şekilde akıllarını kullanmayanları ahlâkî doğruyu bulmadıkları için kınarken, bir anlamda insanda bu kabiliyetin olduğunu da ortaya koymuş olmaktadır. Halbuki insana gerekli olan, üzerine düşen sorumluluğun idrakinde olarak gereken çabayı sarf etmesi ve arzularının peşinden koşmamasıdır. Kur’an buna “Nefsini temizleyen kurtulmuştur.” ayetiyle işaret etmektedir. Kur’an böyle bir aklı öz, arı ve temiz anlamında “lubb”, sahiplerini de ulu’l-elbâb/temiz akıl sahipleri diye tanımlar. Yine Kur’an’ın ifadesine göre, ahlâkî alanda doğru değerlendirmeyi sadece bu vasıftaki kişiler yapabilirler: “Sana Rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen köre benzer mi? Ancak akıl sahipleri ibret alırlar.”