En Başarılı Reklam Kampanyası Cennette Şeytanın Yürüttüğü Kampanyaydı

26 Eylül 2009

-Ramazan ve bayramlar gibi özel günlere ilişkin tüketim alışkanlıklarında son yıllarda meydana gelen değişikliğin sebepleri nelerdir?

-Kapitalizm insanların varolma ihtiyacını değil, sermayenin büyüme ihtiyacını önceleyen bir sosyal sisteme verdiğimiz addır. Elbette gelmiş geçmiş bütün sistemlerde üretim, ticaret ve tüketim olmuştur. Siyasal ve kültürel "girişimcilerin" (hükümdarlar, peygamberler, bilgin ve filozoflar...) yanı sıra, ekonomik girişimciler de hiç eksik olmamıştır. (Son Peygamber'in aynı zamanda iyi bir tüccar ve devlet adamı olduğunu hatırlayalım!)

Fakat kapitalizmden önceki hiçbir sistemin mantığı sermaye sahiplerini güçlendirmeyi öncelikli mesele haline getirmemiştir. Hemen bütün toplum sistemleri ticareti önemsemiş, tüccarı koruyup kollamış, fakat onları sürekli gözetim altında tutmuşlardır. Adam Smith bile 18. yüzyıl sonlarında "iş adamlarının zaman zaman bir araya gelip yiyip içtiklerini, fakat bu buluşmaların çoğunlukla toplum aleyhine bir komplo ile neticelendiğini" söylüyordu. Kapitalizm öncesi toplum sistemlerinde siyasetin ana amaçlarından biri, çoğunluğu ekonomik girişimcilerin komplolarına karşı korumaktı. Kapitalizm ise kesintisiz sermaye birikimi peşinde koşmaktır. Sermaye kâr ile büyür: Üretecek, alacak satacaksınız ki kâr oluşsun. Üretim için talep lazım. Talebin bir kısmı "doğal" ihtiyaçtır, varolmak için gerekli olan yeme, içme, giyinme, barınma gibi. Fakat amaç sermayenin sınırsız büyümesi ise, hiçbir doğal ihtiyaç yeterli değildir. Yapay yahut uyarılmış ihtiyaca ihtiyaç vardır!

Reklamcılığın misyonu, insanın psikolojisini biyolojisinin yerine ikame etmektir. Yani arzuları, istekleri, şehvetleri ihtiyaçmış gibi benimsetmektir. İnsana farklı bir gerçeklik sunmak, değer sistemini değiştirmek, böylece Yaratıcısına asi bir varlık haline getirmektir. En başarılı reklam kampanyası, Cennette Şeytan'ın düzenlediği kampanya idi!


Kişisel olarak her zamankinden daha fazla yiyip içtiğimizi sanmıyorum. Sadece Ramazan vesilesiyle "ne kadar obur olduğumuzu" daha derinden hissetmeye başlayıp biraz utanıyoruz.

İNSANLAR TOPLUCA ALDANIŞA BAYILIR

-Nasıl yani?

-Cennet sonsuz bolluk mekânıydı. İnsanoğlunun arzu edebileceği her şey vardı. O sonsuz nimet deryası içinde, bir tek ağaçtan uzak durmaları istendi (Genelde bunun bir elma ağacı olduğu söylenir; ben ayva olduğu kanaatindeyim. Ayvayı yediğimiz andan itibaren belimizi doğrultamadık!)

Fakat Şeytan o ağacı süsledi, gerçekliğini tahrif ederek onun ölümsüzlük (veya tanrılaşma) aracı olduğunu söyledi. İnsan prototipine (Adem ile Havva) başka bir gerçeklik sundu ve onların değer sistemlerini bozdu, söz dinlemez oldular. Bundan dolayı da dünya hayatına "hüküm giydiler". Dünya bir sürgün yeridir ve bu sürgün yerinde "nefsine gem vurmadıkça" hiçbir mal miktarı insanı doyuramaz. Din bir bakıma insan için bir öz-denetim vasıtasıdır. Reklam ise insanı kontrolden çıkarma, ona belki hayal bile edemeyeceği şeyleri benimsetip talep ettirme sistemidir. İnsana, "o şeye" sahip olmadan var olamayacağı tarzında bir çaresizlik duygusu aşılar.

-İnsanoğlu akıllı, rasyonel bir varlık değil midir? Nasıl bu kadar kolay kandırılabiliyor?

-İnsanlar tek tek akıllı, hesaplı varlıklar olsalar bile, topluca aldanışa bayılırlar!

-Ramazan harcamalarına geri dönsek...

-Ramazanda özellikle gıda piyasasının biraz canlandığı açıktır. Fakat bu daha ziyade yardım amaçlı harcamaların arttığını gösterir. Kişisel olarak her zamankinden daha fazla yiyip içtiğimizi sanmıyorum. Sadece Ramazan vesilesiyle "ne kadar obur olduğumuzu" daha derinden hissetmeye başlayıp biraz utanıyoruz.


Hz. Muhammed (sav), "din öğüttür" buyuruyordu. İlk öğüdü tutmadığı için anayurt Cennet'ten atılan insan, sonraki öğütlere kulak verdiği ölçüde yurduna dönebilecekti. Şimdi ise modern iktisatçı ona, "kulağını dinin çağrısına tıka" diyor.

ORUÇ İMANIN DÖRTTE BİRİDİR

Ramazanı israftan uzaklaşmak için bir fırsata nasıl dönüştürebiliriz?

-Oruç, imanın dörtte biridir! (Bu hesabı iki hadis-i şerife dayandırıyorum: 1. Sabır imanın yarısıdır. 2. Oruç sabrın yarısıdır.) Bizim muharref kabul ettiklerimiz de dahil bütün dinler insanoğluna bir "harcama bilinci" kazandırmaya çalışıyordu. Çağdaş iktisat antropologu Marshall Sahlins ilkel denen toplumun bir bolluk toplumu olduğunu söylüyor. İhtiyaçlar o kadar az ki, nimetler sonsuz gözüküyor. Kıtlık bir gerçek değil, modern insanın vehmidir. Kapitalist sistemde neredeyse sonsuz üretim yapıldığı halde, insanoğluna yetmiyor. Çünkü "sözde" ihtiyaçlar artmış ve çeşitlenmiş. Her şeyin az olduğu ilkel toplum bir bolluk toplumu, her şeyin çok olduğu modern toplum ise bir kıtlık (enderlik) toplumudur.

-İktisat dersinden şöyle bir tanım hatırlıyorum: İktisat sınırlı kaynakları, sınırsız insan ihtiyaçlarına en iyi tahsis etmenin bilimidir.

-Mesele kaynaklarda değil, ihtiyaçlarda. İhtiyaçlar niçin sınırsız olsun? Bir sistem olarak kapitalizm ve bir ilmî disiplin olarak iktisat, insanoğluna dünyada bir cennet vaat ediyor: Eğer her şey Piyasa'nın görünmeyen eline bırakılacak olursa, bu cennet hayali gerçekleşecektir! Onlara göre insanların tek tek bencil veya ahlâksız olması problem değildir. Hatta bu, tercihe şayandır. İlerleme, insanoğlunun meziyetlerinin değil, şerrinin eseridir. Hırs, açgözlük, kıskançlık gibi kötülükler, ilerlemenin motorudur.

Dinler binyıllar boyu bu şerleri kınamış ve bastırmışlardı. Hz. Muhammed (sav), "din öğüttür" buyuruyordu. İlk öğüdü tutmadığı için anayurt Cennet'ten atılan insan, sonraki öğütlere kulak verdiği ölçüde yurduna dönebilecekti. Şimdi ise modern iktisatçı ona, "kulağını dinin çağrısına tıka" diyor. "Bireysel kötülükler, toplumun çıkarınadır!" diyor. "Cennet ilahî bir lütuf değil, insan çabasının bu dünyadaki doğal ödülüdür" diyor. Bu çabanın ahlakî boyutu konu dışıdır.

Bir arabaya daha sağlam, hatta daha rahat olduğu için binen insana kim ne diyebilir? Fakat araba aynı zamanda bir prestij nesnesi olarak görülüyor. Prestij, yani itibar. Müminin itibarı takvasında, efendiliğinde, dostluğunda değil arabasının marka veya modelinde aranıyor.

BEREKET ÇOKTA DEĞİL AZDADIR

-Zekât, sadaka ve fitre gibi ibadetlerin İslam'ın öngördüğü toplum yapısı açısından yüklendikleri fonksiyonlar nelerdir? Bu ibadetler İslam'ın sunduğu toplum öngörüsü dışında, modern zaman/toplum ve birey için nasıl bir imkân sunar?

-İslam özgeci (ötekini kollayan), kapitalizm ise benci insanı yüceltir. Malî ibadetler inanan insanı arındırır, tıpkı israf etmemenin, tüketimde aşırıya kaçmamanın vücudu rahatlattığı gibi. Ömrümüzün yarısında çalışıp çabalayıp para kazanıyor, bu parayla vücudumuza yağ pompalıyoruz; ikinci yarısında kazandıklarımızı ise bu yağı vücudumuzdan atmak için harcıyoruz. Verici vücut nasıl arınıp rahatlarsa, cömert kese (yahut kasa) da öylesine bereketlenir. Bereket azdadır, çokta değildir.

MÜMİNİN "PRESTİJ"İ TAKVASINDADIR

-Tüketim ahlakı ve İslamî yaşam kültürü arasında şu günlerde bir uzlaşmanın sağlanmaya çalışıldığı gözlemlenmekte. Mümin "her şeyin iyisine layık" derken bu "iyi"nin bir standardı var mıdır? Ne olmalıdır Müslüman ahlakı açısından?

-Zenginleşen insanın daha iyi elbiseler giymesi veya daha sağlam bir arabaya binmesi tartışılabilir bir durum değildir. Kapitalizm daha iyi giysi veya daha sağlam otomobil demek olsaydı, hiçbir problem olmazdı. Marka bir arabaya daha sağlam, hatta daha rahat olduğu için binen insana kim ne diyebilir? Fakat araba aynı zamanda bir prestij nesnesi olarak görülüyor. Prestij, yani itibar. Müminin itibarı takvasında, efendiliğinde, dostluğunda değil arabasının marka veya modelinde aranıyor. Marka gömlek veya kravat bir statü simgesi oluyor. Vahim olan budur. Eşyayı bu şekilde tabulaştırma, ilkel insana uzak modern bir ilkelliktir. Müminin inancını zedelediği gibi, inansın inanmasın, aklı başında bir varlık olarak insanın şerefini ayaklar altına almaktadır.