Her Hz. Peygamber’i anlatma girişimi, O’na olan aşkın sergüzeşti gibi… Her yazar, ister ilim adamı olsun ister gönül adamı, kendi kelimeleriyle insanlara bu varlık kandilinin ışığını gösterebilmeyi umar. Fatih Okumuş da bize kendi serüveninden bahsediyor Hz. Muhammed (sav)’in Yaşam Öyküsü kitabında. Okumuş, genç okuyucusunu da içine dahil ettiği bir yolculuğa çıkıyor; Rasûlullah (sav)’ı anlama ve anlatma yolculuğuna.
Yazar “Sözbaşı”nda çalışmasının geçirdiği merhalelerde kendisine destek olanlara tek tek teşekkür ediyor. Henüz buradan çalışmanın ne kadar içselleştirildiğine tanık olmak mümkün. Ardından “Tanışma” faslı geliyor ki burada yazar, okuyucusuyla sohbet ediyor adeta. Samimiyetini ve bunu yansıtma çabasını görüyoruz.
Nihayet kitap “Şeybe” bahsiyle açılıyor, Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’in asıl isminin “kır saçlı” Şeybe olduğunu hatırlatıyor okura. “Gümüş saçlı” Şeybe’nin alnındaki nurdan, nurlar zuhur ediyor; ardından bu nurlara vesile olan Muhammed Mustafa (sav) dünyayı şereflendiriyor. Annesine ve babasına lütuf olan o kutlu çocuğun hikâyesinin evveli de dahil ediliyor kitaba. Bahisler ve rivayetlerle ilerlerken yazar, bir yandan da genç okuyucuyu bazı terimler ve tarihî olaylar hakkında bilgilendiriyor.
Okumuş, Hz. Peygamber’in yaşayışındaki bazı unsurları güncelle bağdaştırıp okuyucunun zihninde bir şekil oturtmasına yardımcı oluyor. Örneğin Hilfu’l-fudûl topluluğunu, günümüzdeki derneklere benzetiyor. Hz. Peygamber’in, henüz çok gençken “faziletliler ittifakı/ erdemliler anlaşması” anlamına gelen bu oluşumun içinde bulunduğuna dikkat çekiyor.
Yazar, kitabı üç bölüme ayırmış; ilk bölümde Hz. Peygamber’in dedesi bahsinden ilk vahye kadarki hayatı işleniyor. İkinci bölüm, ilk emir “Oku!” ile başlıyor ve “İlk Cuma Namazı” başlığına kadar devam ediyor. Son bölüm ise ilk mescidin yapılışı ile başlayıp Rasûlullah (sav)’ın dünyadan nurlu nazarını çekmesiyle sona eriyor. Kitabın sonunda bir “ölüm gazeli” yer alıyor. Yazar, başladığı gibi, şiirle nihayete erdiriyor kitabını.
Kitabın bütününde kronolojik sıralamaya uyulmuş, konular örnekler üzerinden sade ve anlaşılır bir dille kaleme alınmış. Genç okurlar için ısındırma niteliğinde sayılabilecek kitapta didaktik veyahut herhangi bir kapalı anlatım mevcut değil. Bu da Fatih Okumuş’un samimiyetinin okuyucuya geçmesini sağlıyor.
Yazarın çalışmasına, Prof. Dr. Hayreddin Karaman’ın, kitabın takdim yazısındaki sözleri ile nokta koyalım: “Kullukta ve sevgide eşsiz örneği tanımadan, bilmeden O'nu izlemek mümkün olmaz. Tanımanın yolu, O’nu anlatan bütün bilgi araçlarından yararlanmaktır; bunların başında da kitaplar gelir.”
Kitaptan:
Doğuştan ak saçlı olduğundan ona “Şeybe” adını vermişlerdi. Şeybe, “kır saçlı” demektir. Babası Hâşim, Yesrib’te yaşayan iki önemli kabileden biri Hazreç’in en etkili kadınlarından, güzelliği ve zenginliği dillere destan Selma ile evlenmişti. Selma, evlilikten sonra kendi servetinin yönetimi kendisinde olmak ve eğer bir erkek çocuğu olursa 14 yaşına gelinceye kadar onu Yesrib’te büyütmek şartıyla bu evlilik teklifine “Evet” dedi. Şeybe bu evlilikten doğdu.
Yesrib bazen öldürücü olabilen vaha humması bir yana bırakılacak olursa yaşanacak bir yurttu. Yeşillik, hurma bahçeleri içinde, suyu ve havası güzel bir yerdi. Hâşim, oğlunun burada, annesinin yanında ve dayılarının himayesinde büyümesinden rahatsız değildi. Üstelik kendisi sık sık ticarî yolculuklara çıkıyordu. Yesrib de Mekke’nin kuzeyinde “misk yolu” diy adlandırılan ticaret yolunun üstündeydi. Hem sefere çıkarken, hem dönerken kendisi de Yesrib’te uzun süre kalıyordu. Hatta bu yüzden Kâbe’ye gelen hacılara yemek ve su vermek, bu iş için “rifâde” vergisini toplamak görevini kardeşi Muttalib’e bırakmıştı.
Hâşim, oğlu Şeybe’nin 14 yaşına geldiğini göremeden Filistin’in Gazze şehrinde vefat etti. Rivayete göre, Hâşim’in alnında bir nur; yüzünde, bakana saygı ve hayranlık uyandıracak bir parlaklık vardı. O nur, artık Şeybe’nin alnında parlıyordu.
Şeybe on üç on dört yaşlarına ulaştığı sırada, bir gün Yesrib’teki diğer delikanlılarla birlikte ok atma yarışına katılmıştı. Attığı ok hedefin kalbini bulmuş, yarışı Şeybe kazanmıştı. Bunu kutlarken Şeybe şöyle diyordu:
—Ben Hâşim’in oğluyum, elbette attığım ok hedefini bulur.
Yarışmayı seyredenler arasında, bu çocuğa uzaktan akraba da olan biri, onun yanına yaklaşarak iki soru sordu. Çocuğun çok akıllı ve yüksek karakterli olduğu sonucuna vardı.
Bu kişi Mekke’ye döndüğünde, artık Hâşim’in yerini almış ve ailenin lideri konumuna gelmiş olan Muttalib’e gördüklerini, duyduklarını anlatarak; o çocuğu Mekke’ye getirmesini tavsiye etti.
Muttalib Yesrib’e giderek Selma ve Şeybe ile görüştü. Kendisi de yiğenini çok sevmiş, ondan çok etkilenmişti. Annesi de gitmesine razı olunca amca yeğen birlikte Mekke’ye döndüler. Yolda Muttalib’in terkisinde yakışıklı, alımlı delikanlıyı görenler hayran kalarak “bu kim, bu kim?” diye sormaktan kendilerini alamıyorlardı.
Onların Mekke’ye girişlerini zihninde canlandırabiliyor musun? O, uzun boylu, gösterişli bir çocuktu. Meraklı bakışlardan rahatsız olan Muttalib, çocuğun kim olduğunu soranlara “Kölemdir” diyiverdi. Ona nazar değmesinden korkuyordu. Artık her sorana aynı sözü söylüyordu: “O mu, kölem canım!”
Hatta eve geldiğinde karısı Hatice’ye bile aynı cevabı vermişti.
Ertesi gün yeni elbiseleriyle Mekke sokaklarında dolaşınca yine herkesin gözü onun üstündeydi. Herkes onu göstererek kim olduğunu soruyor, bilenler(!) “Haa o mu, Abdulmuttalib” diyorlardı. Abdülmuttalib, “Muttalib’in kölesi” demektir. Sonradan iş anlaşıldı; ama annesinin verdiği Şeybe adı unutulmuştu. Onu ömrünün sonuna kadar Abdulmuttalib diye çağırdılar. Bugün biz de onu hep bu adıyla tanıyoruz.
Künye:
Kitabın adı: Hz. Muhammed’ (sav)’in Yaşam Öyküsü
Yazarı: Fatih Okumuş
Yayınevi: Timaş
Yayın yılı: Mayıs 2012
Sayfa: 336