Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Mecidi'nin Çizdiği Peygamber Portresi ve Tarihî Açıdan Değerlendirilmesi



Filmde Hz. Peygamber’in doğumundan boykota kadar olan süreye Benî Ümeyye - Benî Hâşim çekişmesi damga vurmuştur. Zorlama yorumlar ve kurgusal anlatımlarla, Benî Ümeyye mensuplarının Hz. Peygamber’e daha doğumundan itibaren olumsuz yaklaştıkları vurgusu yapılmakta, bu amaca hizmet etmek hedefiyle tarihî şahsiyetler ve olaylar çarpıtılmaktadır.

Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in Mekke’de başlattığı, hızla bütün dünyaya yayılan, insanlığı tevhid ortak paydası üzerinde buluşmaya, birleşmeye, yaratılışta bahşedilen tertemiz fıtrat haline geri dönmeye çağıran ilahi davetin üzerinden 14 asır geçti. Bu süre içerisinde doğuda ve batıda Rasûlullah’ın hayatı ile ilgili manzum ya da mensur sayısız eser telif edildi. Halen Müslüman ve gayrimüslim coğrafyada, Hz. Peygamber’le ilgili ilmî-edebî eser telifi hız kesmeden devam etmektedir. Bu çalışmaların büyük çoğunluğu İslâm’ı daha iyi anlamak ve yaşamak gayesiyle yapılmakta ve Rasûlullah’a duyulan sevgi ve muhabbetten kaynaklanmaktadır. Öte yandan gayrimüslim coğrafyada, Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği mesajın süratle yayılıp devamlı ve kalıcı olmasının sebeplerini ilmî bir sâikle araştıran yayınlar yapılmaktadır. Bir de Rasûlullah’ın hayatı üzerinden İslam’ı yıpratmaya çalışan maksatlı yayınlar bulunmaktadır ki tarihte reddiye edebiyatı kapsamında değerlendirilebilecek bu faaliyetlerin bugün gelinen noktada İslamofobi akımını güçlendirme amacına matuf olarak sürdürüldüğü dikkatleri çekmektedir. 

İranlı yönetmen Mecid Mecidi’nin 2015 yılında tamamlanan, İslam dünyasının bir bölümünde ciddi tartışmalara yol açan ve nihayet geçtiğimiz aylarda Türkiye’de gösterime giren “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” isimli filmi, Hz. Peygamber’i sinema diliyle anlatma çabasının Çağrı’dan sonra ikinci önemli ürünüdür. Hz. Peygamber hakkında yazılan her yazı, söylenen her söz, çok önemlidir. Yaşayan Kur’ân, yaşayan İslam olan Hz. Peygamber’i, söylediği söz ve yaptığı fiillere uygun olarak, ekleme-çıkarma yapmadan anlatma gayesi, mezhepler üstü bir kriter olup her Müslümanın olmazsa olmazıdır. Ona bilerek ve isteyerek yalan isnat etmenin meşru hiçbir mazereti olamayacağı açıktır. Herhangi bir tarihî hadiseyi dahi kendine has kuralları olan sinema diliyle anlatmanın zorlukları ortadayken, bunu bir de Hz. Peygamber için gerçekleştirmek başlı başına riskli bir iştir ve elbette sağlam bir irade ile eleştirilere göğüs gerecek cesaret ister. Ancak Rasûlullah’ın hayatı hakkında bir film çekmek için sağlam irade ve cesaretin ötesinde, hatta öncesinde kurgusal anlatımları en aza indirecek şekilde sağlam rivayetlere dayanmak gerekmektedir. Şurası bilinmelidir ki kaynaklarımızda yer alan ve ciddi bir senet-metin tenkidine tabi tutulmuş rivayetler gerek Mekke gerekse Medine dönemi için onlarca filmin senaryosuna zemin hazırlayacak zenginliktedir. Bu rivayetlerden yola çıkıldığında küçük boşluk doldurmalar dışında herhangi bir kurguya ihtiyaç duyulmayacağı da çok açıktır. Ne yazık ki Mecid Mecidi’nin filminde kaynaklardaki rivayetleri tenkide tabi tutarak sinema perdesine aktarma gayreti görülmemektedir. Filmde Hz. Peygamber’in hayatı ile ilgili tarihî gerçeklere uymayan pek çok unsur bulunmaktadır. Bunları şu şekilde maddelendirebiliriz:

 

1.              Filmde Hz. Peygamber’in doğumundan boykota kadar olan süreye Benî Ümeyye - Benî Hâşim çekişmesi damga vurmuştur. Zorlama yorumlar ve kurgusal anlatımlarla, Benî Ümeyye mensuplarının Hz. Peygamber’e daha doğumundan itibaren olumsuz yaklaştıkları vurgusu yapılmakta, bu amaca hizmet etmek hedefiyle tarihî şahsiyetler ve olaylar çarpıtılmaktadır.

2.              Boykot döneminde Mekke’nin liderliği ve sözcülüğü noktasında Ebû Cehil’in yerine Ebû Süfyan geçirilmiş ve kasıtlı olarak Hz. Peygamber’e karşı her diyalogda başrol ona verilmiştir. Kaynaklarımızda Hicret öncesi dönemde Ebû Süfyan’ın filmde yansıtıldığı şekilde ön planda olduğunu gösterecek bir veri bulunmamaktadır. Filmdeki Ebû Süfyan karakteri için yapılan seçim de oldukça anlamlıdır. Özellikle çirkin ve itici bir tip seçildiği açıkça dikkatleri çekmektedir.

3.              Filmde Ümmü Cemil ile ilgili verilen bilgiler oldukça problemlidir. Ümeyyeoğulları’na karşı duyulan kin nasıl Ebû Süfyan’ı tarihî gerçekliğin dışında son derece itici bir tip gibi göstermişse kız kardeşi Ümmü Cemil’i de Hz. Peygamber’in çocukluğu sürecinde öyle lanse etmiştir. Hz. Peygamber’i sütten mahrum bırakmış, Ebû Leheb’in doğuştan yeğenine kinlenmesine sebep olmuştur. Hatta daha da ileri giderek amcası Ebû Leheb’in henüz bir çocukken yeğenine suikast düzenlemesine, bunun için bir Yahudiye para vermesine vesile olmuştur. Bu, kurguyu da aşan bir husustur. Ebû Leheb’in Rasûlullah’ın İslam’a daveti sonrası ortaya çıkan müşriksel kinini asabiyete, üstelik de Ümeyyeoğulları’ndan olan karısının kıskançlığına, çekememezliğine bağlamak, sinema dili yahut kurguyla açıklanacak bir husus değildir. Burada açıkça mezhep taassubu ortaya çıkmaktadır. Oysaki Ümmü Cemil’in kaynaklarımızda olumsuz bir şekilde anılmasının sebebi Benî Ümeyye’den olması değil, Tebbet suresine konu olduğu üzere tebliğ faaliyetleri sırasında Hz. Peygamber’e ve ailesine yaptığı eziyetlerdir. Filmde ise Hz. Peygamber’in babası Abdullah’a duyduğu karşılıksız aşktan dolayı Âmine’ye karşı duyduğu nefret, Hz. Peygamber’i sütten yoksun bırakması gibi tarihî gerçeklikle uyuşmayan pek çok kurgusal unsur bulunmaktadır. Süveybe Hz. Peygamber’in sütannesidir ve kaynaklardaki bilgilere göre Halime’ye verilinceye kadar Hz. Peygamber’i emzirmiştir. Hatta Ebû Leheb’in yeğeninin doğumuna sevinip bunu müjdeleyen Süveybe’yi azat ettiği bilgisi dahi verilir.

Filmde  Ebû Talib, vefatından çok önce Müslüman olmuş ve İslam’ı müşriklere tebliğ eder bir konumda gösterilmektedir. Aynı durum annesi Âmine için de söz konusudur. Bu hususlar, kaynaklarımızda verilen bilgilerle açıkça ters düşmekte ve Şii bir yaklaşımla “Hz. Ali’nin babası nasıl olur da Müslüman olmaz.” düşüncesiyle hareket edildiği izlenimini vermektedir. 

4.              Rasûlullah’a Mekke’deki davetinin her aşamasında kol kanat germiş olan Ebû Talib’in Müslüman olup olmadığı meselesi İslam tarihi boyunca çokça tartışılmıştır. Ancak tartışmalar daha çok, ömrünün son evresinde, ruhunu teslim etmeden önce şehadet getirip getirmediği ile ilgili tartışmalardır. Filmde ise Ebû Talib, vefatından çok önce Müslüman olmuş ve İslam’ı müşriklere tebliğ eder bir konumda gösterilmektedir. Aynı durum annesi Âmine için de söz konusudur. Bu hususlar, kaynaklarımızda verilen bilgilerle açıkça ters düşmekte ve Şii bir yaklaşımla “Hz. Ali’nin babası nasıl olur da Müslüman olmaz.” düşüncesiyle hareket edildiği izlenimini vermektedir. Filmde Hz. Peygamber’in doğduğu andan itibaren her aşamada mucizeler göstererek adeta peygamberliğini çocukken ilan ettiği ifade edildiğinden, annesi Âmine’nin, dedesi Abdülmuttalib’in ve amcası Ebû Talib’in henüz çocukken ona tabi olmuş Müslümanlar gibi gösterilmeleri, filmin kurgusuyla örtüşse de tarihî gerçeklere ters düşmektedir.

5.              Boykot hadisesinde Ebü’l-Bahterî, Abdullah b. Cüd‘ân gibi Mekke’nin önde gelen müşrik isimlerinin Hâşimoğulları’na ve Muttaliboğulları’na yönelik baskı ve zulmü onaylamaması ile Mekke toplumunda ortaya çıkan ciddi bir rahatsızlık söz konusudur. Boykot hadisesinin arkasında sosyal, siyasi, iktisadi pek çok unsur bulunmaktadır. Filmde kolaycılığa kaçılmış ve hadisenin son bulması neredeyse tamamıyla sahifeleri böceğin yemesi şeklinde mucizeye dayandırılmıştır.

6.              Filmde bilinçli bir şekilde Yahudilere yergi Hıristiyanlara övgü sezilmektedir. Oysaki Hz. Peygamber’in Mekkeli müşriklerle mücadele ettiği bi’setin ilk 13 yılı için böyle bir vurgudan bahsetmek tarihî olarak mümkün değildir. Film başından sonuna Yahudi Samuel’in doğumundan itibaren adım adım Hz. Peygamber’i takip etmesi üzerine kurgulanmıştır. Olay tamamen bir kurgudan ibaret olmakla birlikte filmde kesin bir tarihî gerçeklik gibi sunulmuştur. Hz. Peygamber’in sütannesi Halime’nin yanından Mekke’ye dönüşü de tamamıyla Samuel’in takibine indirgenmiştir. Öyle ki Hz. Peygamber sürekli takip edildiğinden, zarar görecek endişesiyle sütannesinin yanından alınarak Mekke’ye gizlice getirilmiş, dedesi Abdülmuttalib onu Hira mağarasına kaçırmış, orada gizlemiş, sonra annesi Âmine ile buluşturup Medine’ye sırf bu sebeple göndermiştir. Takip Medine’de de devam etmiş, Ebû Talib gördüğü bir rüya üzerine Hz. Peygamber için endişelenip Medine’ye gitmiş, orada Samuel’in adamlarıyla çarpışıp Hz. Peygamber’i Mekke’ye geri getirmiştir. Hatta bu durum Yahudilerle Mekkeli müşrikler arasında bir krize dönüşmüş, Yahudilerin Mekke’de ticaret yapması yasaklanmıştır. Bu sahnelerin hiçbirisi kaynaklarımızdaki herhangi bir rivayete, bilgiye dayanmamaktadır. Şahıslar, onlara biçilen roller tamamen hayalidir ve kurgudan ibarettir.

Filmde bilinçli bir şekilde Yahudilere yergi Hıristiyanlara övgü sezilmektedir. Oysaki Hz. Peygamber’in Mekkeli müşriklerle mücadele ettiği bi’setin ilk 13 yılı için böyle bir vurgudan bahsetmek tarihî olarak mümkün değildir. 

7.              Filmde Hz. Peygamber’in doğumu sırasındaki mucizeler -ki sıhhatleri hususunda ciddi tartışmalar vardır- merkeze alınmış, Yahudilerin Hz. Peygamber’in peşine düşmeleri bu olaylara bağlanarak filmin ana konusu haline getirilmiştir. Ayrıca Hz. Peygamber’in çocukluğundan itibaren mucizeler gösteren bir kimse gibi takdim edilmesi kaynaklarımızda verilen bilgilerle uyuşmamaktadır. Filmde başından sonuna kadar Hz. Peygamber adeta bir “şifacı” gibi gösterilmiştir. Bu özelliğe küçük yaşlardan itibaren kavuşmuş, sütannesi Halime’yi mutlak bir ölümden kurtarmıştır. Bu durum dedikodulara sebep olmuş, komşuları ondan şifa ümit eder olmuşlardır. Oysaki Hz. Peygamber’in Mekke’de tebliğe başladığı yıllarda böyle bir meziyetle insanlar arasında iştihar etmediği bilinen bir husustur. Mekke gibi kehanet vb. gaybe dair unsurların revaçta olduğu, tıbbın rukye vb. hususlara dayandığı bir ortamda şehir halkının Hz. Peygamber’in şifacı karakterine bigâne kalması mümkün görülmemektedir. Oysaki Hz. Peygamber Mekke’de tebliğ faaliyetlerine başladığında insanların onunla ilgili söyledikleri tek şey “Muhammedü’l-emîn” olmasıdır. Şifacı yönü, olağanüstü yetenekleri ile ilgili hiçbir husus bulunmadığı gibi bu durum müşrikler tarafından yadırganmış, “Madem peygambersin, o zaman mucize göstersene!” şeklinde meydan okumalarla karşılaşmıştır. Mecid Mecidi’nin anlattığı Hz. Peygamber’in böyle bir taleple karşılaşması söz konusu değildir. Çünkü Mecid Mecidi’nin anlattığı peygamber, doğumundan itibaren her türlü olağanüstülüklerle bezenmiş, sürekli mucize gösteren bir peygamberdir.

8.              Ebû Talib’in yeğenine verdiği değer ve önem maksadını aşmış, o, adeta küçük yaşlardan itibaren yeğeninin peygamber olacağını bilen, iman ve mutlak itaat eden bir kimse gibi gösterilmiştir. Öyle ki Hz. Peygamber’in henüz çocuk yaşta iken katıldığı kervanı yönetirken Ebû Talib, konaklamak istediğinde Hz. Peygamber’e bakmakta, Rasûlullah’ın bir baş işareti “duruyoruz” emrini vermesine yetmektedir. Yine Hz. Peygamber, Bahira’nın daveti kendisine ulaştırıldığında amcasına “kabul et” diyerek emir vermekte ve Ebû Talib derhal kabul etmektedir. 

9.              Filmde Medine’nin fizikî yapısı tarihi gerçeklere uygun bir şekilde tasvir edilmemiştir. “Mekke kurak bir yerdir, Medine ise tarıma elverişli volkanik bir araziye sahiptir.” Bu bilinen bir husustur. Ancak filmde geniş arazilerde yapılan gül yetiştiriciliği, elma vb. meyve hasadı gibi tarihî gerçeklikle uyuşmayan hususlar eklenmek suretiyle hurma yetiştiriciliği de adeta ikinci planda bırakılarak Medine pınarların, nehirlerin aktığı, her yerin yemyeşil olduğu bir yermiş gibi gösterilmiştir.

Oysaki Hz. Peygamber Mekke’de tebliğ faaliyetlerine başladığında insanların onunla ilgili söyledikleri tek şey “Muhammedü’l-emîn” olmasıdır. Şifacı yönü, olağanüstü yetenekleri ile ilgili hiçbir husus bulunmadığı gibi bu durum müşrikler tarafından yadırganmış, “Madem peygambersin, o zaman mucize göstersene!” şeklinde meydan okumalarla karşılaşmıştır. 

10.           Filmde Hz. Peygamber’in annesi Âmine’nin O’nu sütanneye vermesinden dolayı yaşadığı hüzün Mekke’nin o dönemki adet ve gelenekleri açısından problemli gözükmektedir. Kaynaklardaki bilgiler, bugünkü şartlarda anlaşılması zor olan sütanne geleneğinin incelediğimiz dönemde Mekke’nin fizikî şartlarının elverişsizliğinin yanı sıra Arapçayı bedevilerin fasih dilinden öğrenme gibi dönemin toplumsal yapısı açısından son derece önemli bir gerekçeye dayandığını göstermektedir ki geleneğe dayalı bu ön kabullere evlenip çocuk sahibi olan her kadın sahip olmalıdır. Dolayısıyla Âmine’nin Hz. Peygamber’den ayrılmak istemeyişi ve yaşadığı hasrete dair abartılı sahneler tarihî gerçeklikle uyuşmamaktadır.

11.           Sıhhati hususunda çeşitli tartışmalar bulunan Bahira hadisesi de filmde rivayetlere uygun bir şekilde anlatılmamıştır. Bahira hadisesini aktaran kaynaklar, onu münzevi bir rahip olarak gösterirler ve yaşadığı küçük manastırdan bahsederler. Filmde Bahira, bu anlatımların aksine çok ihtişamlı bir şekilde tasvir edilmiştir. Ayrıca filmde Hıristiyanlığa yapılan olumlu vurgunun en önemli etkileri Bahira ile ilgili sahnelerde gözlenmektedir. Hatta, Bahira’nın Hz. Peygamber’le görüşmesi sırasında söylediği sözler, Hz. Peygamber’in İslamiyet’i rahip Bahira’dan öğrendiğini iddia eden reddiye edebiyatının ruhuna uygun hazırlanmış gözükmektedir. İlgili reddiyeye göre Hz. Peygamber rahip Bahira’ya Tanrı ile ilgili sorular sorup ondan bilgiler almıştır. Filmde de Bahira’nın Hz. Peygamber’e laf arasında adeta öğretir gibi “İlk olarak ne diyoruz?… Şöyle şöyle olan Allah’a inanıyoruz, öyle değil mi?” üslubuyla konuşması reddiye geleneği ile bir benzerliğe işaret etmektedir. Ayrıca Bahira Hz. Peygamber’i tasvir ederken “gelecekten haber verecek olan” demektedir ki bu, filmin tamamına hâkim olan yanlış peygamber algısının Bahira’nın sözlerinde vücut bulduğunu ortaya koymaktadır.

12.           Hz. Peygamber’in amcasıyla yaptığı Suriye seyahati sırasında konakladığı deniz kıyısı sahnesi ise filmin baştan sona taşıdığı tarihî gerçeklerle uyuşmayan hususların final yaptığı, adeta devleştiği bir sahne olmuştur. Filmde çocuk yaşta hastaları iyileştiren, mazlumları koruyan, putları yıkan, deniz dalgalarına karşı duran, bolluk bereket getiren, çevresindeki herkesin bu olağanüstülükleri görüp etkilendiği bir peygamber algısı oluşturulmaya çalışılmış, Hz. Muhammed (sav) birçok açıdan Hz. İsa’ya benzetilmek istenmiştir. Filmdeki Şii unsurların Mecid Mecidi’den kaynaklandığı açıktır. Rasûlullah’ı Hz. İsa’ya benzetme çabası da Holywood bağlantılarından kaynaklanmış olmalıdır.

Hıristiyanlığa yapılan olumlu vurgunun en önemli etkileri Bahira ile ilgili sahnelerde gözlenmektedir. Hatta, Bahira’nın Hz. Peygamber’le görüşmesi sırasında söylediği sözler, Hz. Peygamber’in İslamiyet’i rahip Bahira’dan öğrendiğini iddia eden reddiye edebiyatının ruhuna uygun hazırlanmış gözükmektedir.

Sonuç olarak Mecid Mecidi’nin “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filminin, sahih kaynaklara dayanmayan, tarihî gerçeklerle çelişen, kurgusal sahnelerle dolu bir film olduğu açıktır. Kurgusunu John Bloom’un gerçekleştirdiği Çağrı filminden 40 yıl sonra yapılan ilk denemede teknoloji kullanılmış, ama ne yazık ki bilgi, belge, tarihî gerçeklik ve inanç-samimiyet eksik kalmıştır. Son tahlilde ülkemizde Hz. Peygamber’le ilgili kitaplar henüz bir seviye kazanmamışken, bir de kısa sürede milyonlarca kimseye hitap edebilecek sinema sektöründe Müslüman bir yönetmenin böyle gerçeklikle ilgisi olmayan bir peygamber imajı oluşturmaya çalıştığını görmek oldukça üzücüdür. Bu tecrübeden gerekli dersler çıkarılmalıdır. İslam dünyası, mezhep ayrılıklarını bir tarafa bırakarak kurgusal anlatımlara değil tarihî gerçeklere dayalı, Hz. Peygamber’i yaptığı fiiller ve söylediği sözlerle anlatan yeni ve kaliteli filmler ortaya koymalıdır. Mecid Mecidi’nin filmi esasen sanatın her alanına ve dahi sinemaya hâkim, yetişmiş, kaliteli, samimi dindar Müslümanlara ne denli ihtiyaç duyulduğunun açık bir kanıtı olarak karşımızda durmaktadır.