Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Oruç ve Ekonomi

12 Mayıs 2018 Cumartesi Dosyalar / Ramazan ve Bayram


Oruç ile ekonominin manevî bağlantısını kavramak, hiç kuşkusuz bizim için çok daha önemlidir. İmam Gazali, İhya adlı ünlü eserinde, iki hadisi şerife dayanarak etkileyici bir hesap yapar: "Sabır, imanın yarısıdır. Oruç, sabrın yarısıdır. Öyleyse, oruç imanın dörtte biridir."

Çoğumuz için oruç ile ekonomi arasındaki tek bağ, Ramazan yaklaşınca özellikle gıda piyasalarında meydana gelen canlanmadır. Mü'min insanlar, muhtaçları doyurmak için adeta 11 ay fırsat kollamış gibi, kolları sıvıyor ve tabiatıyla piyasaları da canlandırıyorlar. Tıpkı her sonbaharda okulların açılışı sırasında kırtasiye ve giyim piyasalarının canlanması gibi.

Oruç ile ekonominin manevî bağlantısını kavramak, hiç kuşkusuz bizim için çok daha önemlidir. İmam Gazali, İhya adlı ünlü eserinde, iki hadisi şerife dayanarak etkileyici bir hesap yapar: "Sabır, imanın yarısıdır. Oruç, sabrın yarısıdır. Öyleyse, oruç imanın dörtte biridir." Ne güzel hesap! Bir ibadet düşünün ki, onunla imanınızın çeyreğini ikmal ediyorsunuz. Geriye ne kalır ki?

Oruç, arınmaya açılan kapıdır. Muhasebesiz, arınma olmaz. Muhasebelerin özü ise devlet veya şirket muhasebesi değil, nefs muhasebesidir. Kişinin kendi nefsini, hesaba çekilmeden hesaba çekmesi. (Tıpkı kamuda ve şirketlerdeki ‘İç Denetim' gibi.) Mü'minin kendi nefsinin muhtesibi olması; kendi nefsiyle beraber, diğer inananları da uyarma sorumluluğu taşıması ve onların uyarılarına açık olması.

İslam, muhasebedir. Muhtesib, İslam toplumunun hem itikadî hem iktisadî denetçisidir. Ekonomide "emr-i bi'l-maruf ve nehy ani'l-münker" ile görevli kişidir. İlk muhtesib Hz. Muhammed (sav)' dir. Bir seferinde pazar yerindeki simsarlara uğrayan Hz. Peygamber, onlara daha güzel bir isimle hitap ederek şöyle buyurdu: "Ey tüccar topluluğu! Alış veriş esnasında çokça yemin ve boş laf edilir; bunun için sadakaya sarılın!" Peygamber'in atadığı beş muhtesibin ikisi kadındı. Demek ki pazar yerlerinde çok sayıda kadın ‘tüccar' vardı.

Ramazan orucu Hicret'in 2. yılında ve üç aşamalı olarak farz kılındı. Rasulullah Medine'ye geldiğinde, her aydan üç gün, bir de Aşure günü oruç tuttu. Sonra Allah ona orucu farz kıldı ve şu ayeti inzal buyurdu: " Ey inananlar !  Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız diye, size de sayılı günlerde farz kılındı. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutmadığı günlerin sayısınca diğer günlerde oruç tutar. Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir." Bu ayetten sonra dileyenler oruç tutuyor, dileyenler de düşkün bir kimseye yemek yediriyor ve bunu orucun bedeli olarak yeterli görüyordu.

Oruç, hicrettir. Her büyük dönüşüm bir hicretten sonradır ve oruç, insanın nefsini denetim altına almasında gerçek bir hicret etkisi yaratır. Oruçlu insan, sayılı saatler boyunca da olsa, Rabbine hicret etmiştir.

Sonra Allah başka bir ayet inzal buyurdu: "Kim gönlünden iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir. Oruç tutmanız - eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı  ki onda Kuran -yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belge olarak- indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun. Hasta veya seyahatte olan, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun." (Bakara - 183-185) Artık mukim (seyahatte olmayan) ve sıhhatli kimsenin oruç tutması gerekli bir hüküm haline geldi. Ancak hasta ve yolcu kimselere  ruhsat tanındı.

Oruç, hicrettir. Her büyük dönüşüm bir hicretten sonradır ve oruç, insanın nefsini denetim altına almasında gerçek bir hicret etkisi yaratır. Oruçlu insan, sayılı saatler boyunca da olsa, Rabbine hicret etmiştir. "Eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır." Fidye sayesinde yoksul bir insanı sevindirseniz de, hicreti yaşamayan ruhunuz yoksul kalır.

Ruh yoksulluğu, ekonomik zenginlik içinde de olsa, insanları mutsuz yapar. Yüksek maaş ve kazançlara rağmen, çoğumuz itiraf etmeliyiz ki kalplerimiz bir türlü yatışmak bilmiyor. Huzursuzluk demesek bile, mütemadi bir tatminsizlik içinde yaşıyoruz. Maddeci insanın eşyaya karşı arzusu zaman zaman dinse de, inanan insanın kalbi bir türlü yatışmıyor. Neden?

Sebep aslında hiç birimizin meçhulü değil. Bu dünyada sürgün hayatı yaşıyoruz da, ondan. İnsanoğlunun anayurdu Cennet'tir. İlahî öğüde kulak asmadığı için, dünya gurbetine mahkûm edildi. Peygamber Efendimiz, "din öğüttür !" buyuruyor. Yani öğüt dinler ve gereğince amel edersek, anayurdumuza tekrar kavuşabiliriz.

İlk insan Hz. Adem ve eşinden bu yana gelmiş geçmiş bütün insanlar için anayurt Cennete kavuşmanın ana formülü oruç ayetinde belirtilmiştir: "Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız diye size de sayılı günlerde farz kılındı." Evet, Cennete kavuşmanın şartı, Allah'a karşı gelmekten sakınmaktır ve oruç, modern ekonomi diliyle söylersek, bu yolda insanoğluna sunulan en güçlü kaldıraçtır.