"Söz Aydınlığı"na Geliyor Elçi

“Anlam ara!” diye anlamıştı Elçi ‘göklü Söz’ün ilk seslenişini. “İkra!” Okuma emrini gönüllüce omuzlandı. Parçaları birleştirmeliydi. Varlığın anlam ifade eden bir kitap olduğunu göstermeliydi. Okunmalıydı dağın, taşın, toprağın, suyun, havanın, ağacın, ovanın, yerin, göğün, gecenin gündü...

İnsanın Yazgısını Toprağın Alın Çizgilerinde Okuyor Elçi

“İza zulzilet’ül arzu zilzâlehâ…” Sonsuz titreyişin haberi sarsıyor Elçi’nin dudaklarını. Kesintisiz deprenişlerin sessizliğini akıtıyor nefesleri. Sarsılışların telaşını indiriyor insanlığın nabzına. Bileğinde kıyamet saati taşıyor. Seslendirdikçe vahyin hecelerini, devriliyor ân. “Zilzal”i duyuruyor âleme. &C...

Peygamber'in Aynaları: "Yüzü Olan Gelsin"

Sevindim, çok sevindim. “Şiir”e karşılık gelen İngilizce “poem” kelimesi, “taşların arasından akan su” anlamına geliyormuş. Suların taşlara dokunuşu, hiçbir kelimenin yetişemeyeceği bir akış. Şiiri aşan bir ahenk. Şairlerin hep duyduğu ama dile getiremediği bir “şey” var orada, bir şey. O “şey” her neyse, orada uyur, sadece...

Göğsünde Zelzele Besliyor Sevgili

Toprağı çeker ayakların altından ‘zilzal’ haberi. "Ve arz zelzelerle sarsılırken…" (Zilzal, 1) Fırtınaya tutulur hayaller. Nefesler yarım kalır, kesilir. Yüzü çizilir huzurun. Eteği tutuşur ümitlerin. Sevdanın avuçları kanar. Göğüs ağrısı başlar zeminin. Sabit bilinenler uçuşur. Dayanaklar yıkılır. Birikimler erir. Ciddiyet...

Utanır Belki İnsanın Kalbi Taşlardan

Sînâ’dan inişi Mûsâ (as)’nın sancılıydı. Dünya ağrısıydı taşıdığı. Bütün zamanların vebaliydi yüklendiği. İnsanlığın yükünü almıştı omuzlarına. Hiç beklemediği. Hiç ummadığı. Kendine yakıştıramadığı. Belki “sırası değil ki” dediği. Sînâ’dan inerken, gölgesinden başka kimse yokt...

Güzümüze İncir İnceliğiyle Eğiliyor Elçi

Mekke’deyiz. Olmazların olacağına inanmış Elçi’nin ayak seslerini duyuyoruz. İmkânsızın mümküne döneceğinden ümitli Muhammed-i Emin (sav)’in yürüdüğü patikaları adımlıyoruz. Gölgelerimiz yan yana yürüyor. Sonraları bilmiyoruz. Her şeyin aleyhimize işlediği bir şehrin kuytularına sığınıyoruz. İtiliyoruz. Eziliy...

Yokuşlarda Yorula Yorula Hayra Yorulacak Bu Rüya

Hira’dan yokuş aşağı indikten sonra Hira’nın yokuşuna tırmanmadı Elçi. Yeni yokuşlara yürüdü Hira'dan sonra. Daha dik yokuşlar bekliyordu kendisini. Kendi sarplığını aşmalıydı insan. Var olmak, düşünmek içindi ama insan biriktirmeye daldı. Düşünmek, teşekkür etmek içindi ama insan sahip olmaya heveslendi. Baştan ayağa hayre...

Aynaların Gönlünü Alıyor Elçi

Aynaların dili olsa… Şaşkınlıklarını anlatabilseler bir ara… Hayal kırıklıklarını parça parça dökseler bir akşamüstü… Önce insanları şikâyet ederlerdi. Ayna olduklarına utandırıldıkları için belki. “Ne oldu da bunca hayret yoksunu oldunuz?” diye diye. “Bu sıradan bakışlar niye?” “Kör mü g&o...

Siyahın Âhını Dinliyor Elçi

Gecenin göğsüne yaslı Elçi’nin kalbi. Serin nefeslerini şeffaf parmak uçları gibi gezdiriyor boşlukta. Mekke’nin ateşli suskunluğunda nazlanıyor ümitlerin en tazesi. Gözlerinin pervazından sızan duru bakışlara yağmaya hazırlanıyor göğün mavisi. Bir siyah, bin siyah susku çöküyor şimdi Bedr’in hareli yalnızlığına. Vahy...

Sükûtun Avuçlarında Keder İçiyor Elçi

Yok başka bir yerde serinlik. Yok başka yerde sabah. Yok başkalarında ümit. Peygamberimiz'in dudağından nasibimize düşen o teselliye sığındık. O sancılı bekleyişin dizi dibindeyiz şimdi. Elçi'nin beklediği yerde bekliyoruz. Bir şiirin infilakını bekler gibi. Elimiz göğsümüzde. Başımıza konan kuşlar ürküp de kaçmasın diye. Yeryüzünün...

Yatağına Küsmesin Irmaklar, Kalk ve Uyar!

Ne etti ki Elçi? Nasıl hak etti “Sen, ey Müddessir…” [1] diye hitap edilmeyi? “Sen, ey örtüsüne bürünen…” hitabı, adresini veriyor insanın temel acılarının. Yurdunu gösteriyor ağlayan kalbin. Kapısına vuruyor utandırılmış arzuların. Avuçlarına yağmur indiriyor yakarışların. Alnını öpüyor hasretli ara...

Sancının Göğsüne Çağırıyor Elçi

Kendine saplanan bir hançer insan. Gülünü reddeden diken olmuş farkında olmadan. Kendisine yara kendisi, hep kanıyor dünyaya. Başkalarına ağlayışları da kendine; bilmiyor. Kendini ağlıyor; hiç susmadan. Saklı sancıların, ince sızıların, yakıcı âhların yatağında akıyor durmadan. Kendini “ben” diye bildiğinden beri, Meryem utancı sıçramış y...